SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Türkistan

QHA - Kırım Haber Ajansı - Türkistan haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Türkistan haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Başkentte binlerce yılın mirası, Türk dünyasının ortak dili "Türkçe" konuşuldu Haber

Başkentte binlerce yılın mirası, Türk dünyasının ortak dili "Türkçe" konuşuldu

Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı TÜRKSOY, 15 Aralık Dünya Türk Dili Ailesi Günü’ne ithafen Cumhurbaşkanlığı 15 Temmuz Demokrasi Müzesi ev sahipliğinde “Türk Dünyası’nın Dili: Binlerce Yıllık Mirasın Sesi Uluslararası Paneli” başlıklı kapsamlı bir program düzenledi. Program; saygı duruşu, İstiklâl Marşı ve açılış konuşmalarıyla başladı. "TÜRK DİL MİRASI GELECEĞİN TEMİNATIDIR" Etkinliğe ev sahipliği yapan 15 Temmuz Demokrasi Müzesi Müdürü Ali Haydar Atalar, katılımcıları müzede ağırlamaktan onur duyduğunu belirterek, Türk milletinin ortak mirası olan Türk diline dikkat çekti. Atalar, “Türk dili ailesi; destanların, bilgelik sözlerinin, devletlerin ve medeniyetlerin dili olmuştur. Orhun Yazıtları’ndan Divan-ı Lügati’t Türk’e, Kutadgu Bilig’ten günümüz edebiyatına uzanan bu büyük dil mirası; sadece geçmişin değil, aynı zamanda geleceğin de teminatıdır.” ifadelerini kullandı. "TAŞLARA KAZINAN DİLİMİZ MANAS, KORKUT ATA, KÖROĞLU GİBİ DESTANLARLA VARLIĞIMIZI ÖNE ÇIKARMIŞTIR" Ardından programın organizasyonunu üstlenen TÜRKSOY’un Genel Sekreteri Sultan Raev, açılış konuşması kapsamında Türk dünyası bağlamında etkinlikler düzenlediklerini; bunun, “ortak bir medeni bilincin ve büyük Türk ailesine ait müşterek mirasın idrak edilmesi açısından önemli olduğuna” vurgu yaptı. Raev, “Orhun Abideleri'nde taşlara kazınan dilimiz ozanlarımızın deyişleri ile Manas, Korkut Ata, Köroğlu gibi destanlarla millî bilincimizi şekillendirerek günümüzde bizleri dünyanın en büyük milletlerinden biri olan Türk ailesi olarak varlığımızı öne çıkarmıştır.” değerlendirmesinde bulundu. Raev, konuşmasını “Var olsun Türk dünyası! Var olsun ana dilimiz, Türkçemiz!” sözleriyle sonlandırdı. "TÜRK DİLİNİ YAŞATMAK ECDADA KARŞI BİR VEFA BORCUDUR" Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Türkiye-Azerbaycan Dostluk Grubu Başkanı, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) İstanbul Milletvekili Şamil Ayrım, Türk dünyası ülkelerinin birliğine vurgu yaptığı konuşmasında, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türk ülkelerini tanıyan ilk devletin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu anımsattı. Artık bağımsız Türk dünyası ülkelerinin güçlendiğini belirten Ayrım konuşmasında şunları dile getirdi: “Türk dili Altaylardan Balkanlara, Kafkaslardan Anadolu'ya, Türkistan bozkırlarından Mezopotamya’ya uzanan geniş coğrafyada yalnızca bir iletim aracı değil aynı zamanda tarihin, kültürün, inancın ve kimliğin taşıyıcısıdır. Türk dili, Orhun Yazıtları’nda devlet aklıdır, Dede Korkut hikmetidir, Yunus Emre'de sevgidir, Ali Şir Nevai’de ilimdir, Mehmet Akif'te vicdandır. Bu dil bizi geçmişimize bağlayan bugünümüzü anlamlandıran ve geleceğimizi inşa edecek olan en güçlü ortak bayramımızdır. Türk dünyası birliği, dayanışması ve ortak geleceği ancak din, kültür ve tarih kemerinde kalıcı ve güçlü olandır. Bu nedenle Türk dilini yaşatmak, geliştirmek ve gelecek nesillere aktarmak yalnızca akademik bir sorumluluk değil aynı zamanda tarihe ve ecdada karşı bir vefa borcudur.” 15 ARALIK'IN ÖNEMİNE İŞARET ETTİ Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, Dünya Türk Dili Ailesi Günü’nün kabul edildiği 15 Aralık tarihine işaret ederek başladığı konuşmasında, tarihin Orhun Abideleri’nin Danimarkalı dilbilimci ve Türkolog Wilhelm Thomsan tarafından keşfedilmesi nedeniyle önemli olduğunun altını çizdi. Rektör Arıcan, Kültigin’in “Mavi gök çökmedikçe, yağız yer delinmedikçe Türk ili, Türk töresi ilelebet yaşayacak.” sözüne atıfta bulunarak, hakikatin söylendiğine ve zamanla hakikatin ortaya yeniden çıktığına değindi. Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un Sultan Alparslan’a “Medeniyetin dili Türkçe’dir.” ifadesine örnek veren Arıcan, Türk dilinin korunmasının ve yaygınlaştırılmasının önemine vurgu yaptı. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Bülent Gönültaş ise ortak değerlerin en önemlisinin Türk dili olduğunu belirterek başladığı konuşmasında, bu tür programların her yıl düzenli olarak tekrarlanmasını ve hafızalara “mıh gibi çakılmasını” temenni etti. "KARAR EN AZ 7 YILLIK BİR EMEKLE ALINDI" Ahmed Cevad Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ruhi Ersoy ise, yıllarca Türk dünyası ülkelerinin farklı kimlik ve farklı dil propagandasına maruz kaldığını dile getirdi. UNESCO 43. Konferansı’nda ilan edilen Dünya Türk Dili Ailesi Günü’nün son derece önemli olduğunu vurgulayan Ersoy, kararın en az 7 yıllık bir emek sonucunda alındığını kaydetti. Ersoy, “Türkçe’nin uluslararası topluluklarda, özellikle batı merkezli, Birleşmiş Milletler nezdinde bir dil ailesi mensubu olduğu ve en az üç yüz milyon ve üzeri konuşulan bir dil olduğu kabul edilmiş oldu. UNESCO nezdinde kabul edilmesi, bir adım sonra Birleşmiş Milletler nezdinde belki de Türkçe'yi konuşulan dil sayısı açısından ellinci sıraya getirecek bir gelişmedir. Dolayısıyla bu Karamanoğlu Mehmet Bey’in ‘Bugünden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır.’ fermanı kadar önemli bir gelişmedir.” yorumunu yaptı. Türk dünyasının eserlerinin 1890’ların başına kadar bilinmediğini sözlerine ekleyen Ersoy, bunun İsmail Bey Gaspıralı’nın çıkarmış olduğu Tercüman gazetesi ile kırıldığını söyledi. Ersoy, “Türk dünyasının mefkûre merkezi Kırım’da yaşanan bu fikirler Tercüman’ın ötesinde Usûl-ü Cedid ile birlikte milliyetçilik düşüncesini, Türk dünyasının birlikteliği düşüncesini ateşledi.” dedi. Açılış ve selamlama konuşmalarının ardından Türk dünyasının her bir köşesinden uzmanın konuştuğu kapsamlı panel başladı. "TÜM TÜRK DÜNYASININ KALBİ BİRLİKTE ATIYOR" Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (AHBVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Balkanlar’daki Türklerin nüfus, dillerini koruma ve yaşatma hususundaki istatistiklerine değindi. Balkanların kalbinin Türk dünyasının kalbiyle bir attığını vurgulayan İbrahimgil, “Türkistan’daki bir acıyı Balkanlar’daki Türkler de hissediyor. Oralardaki sevinci Balkanlar’daki Türkler de paylaşıyor.” dedi. Kuzey Makedonya, Romanya, Bulgaristan ve Batı Trakya’daki Türklerin ana dil eğitimlerine işaret eden İbrahimgil, aynı zamanda Türk dili öğrenemeyen veya okullarda bu noktada problem yaşayan bölgelere de dikkat çekti. Ayrıca İbrahimgil, Batı Trakya’da türlü gerekçelerle kapatılan Türk okullarına da işaret etti. İbrahimgil bu sorunların önüne geçilebilmesi için Balkanlar’daki öğrenciler başta olmak üzere Türk dünyasındaki öğrencilerin Türkiye’deki öğrencilerle kaynaşması, çeşitli program ve yarışmalarda bir araya getirilmesi önerisinde bulundu. "ALLAH TÜRK'E YAR OLSUN, TÜRK MİLLETİ VAR OLSUN!" Panelistelerden Jandarma ve Sajil Güvenlik Akademisi Başkanlığı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Hacı Murat Arabacı ise Kırım Tatar aydını İsmail Bey Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarı ile gençlik yıllarında sıklıkla söyledikleri, “Türkiye büyük Turan olacak” sözlerinin bugün hayat geçtiğini vurguladı. Rus bir tarihçinin Türkler için söylediği sözleri anımsatan Arabacı, Nogayların göçebe hayatına değindi. Nogaylarda her zaman iki dillilik olduğunu, Rusya’ya gidenlerin Rusça’nın, Türkiye’ye göç edenlerin Oğuz Türkçesinin etkisinde kaldığını ifade etti. Arabacı konuşmasını, “Benim gençliğim Türk dünyası hayaliyle geçti. Şükür ki hep bugünleri hayal ederek büyüdüm. Ve nihayet diyorum ki Allah Türk’e yar olsun. Türk milleti var olsun. Ne mutlu Türküm diyene!” ifadeleriyle sonlandırdı. GAGAUZ TÜRKLERİ VE GAGAUZ TÜRKÇESİ Gagauz Derneği Başkanı Dr. İrina Yusumbeli ise hazırladığı sunum ile katılımcıları bilgilendirdi. Gagauz Türklerinin tarihî geçmişi, dili, dini, nüfusu ve yaşam biçimden söz eden Yusumbeli, “Gagauzlar, büyük Türk ailesinin küçük bir üyesi, batıda yaşayan Ortodoks Hristiyan Türk topluluğudur.” dedi. Gagauzların nüfus bakımından yoğun olarak Moldova’nın Gagauz Yeri’nde yaşadıklarının altını çizen Yusumbeli, lehçelerinin Oğuz Türkçesi grubundan olduğunu söyledi. Tarihleri boyunca kendi dil ve alfabelerini zaman zaman kullanmaya çalıştıklarını ancak Rusya’nın asimilasyon politikalarına maruz kaldıklarını belirten Yusumbeli, Rusça’nın hayatlarının her alanında etkili olduğunu dile getirdi. Yusumbeli, Gagauz dilinin UNESCO’nun Tehlikede Olan Diller kategorisinde olduğuna dikkat çekti. Bu nedenle Gagauz dilinin korunması için türlü çalışmaların yapıldığını 2018’de kabul edilen yasa ile ilkokula başlamadan önce çocukların Gagauz Türkçesinin öğrenmelerini için fon sağlandığını aktardı. "TÜRKÇE KONUŞ, TÜRKÇE DÜŞÜN, TÜRKÇEYİ YAŞAT" Ana dillerin gelecek nesillere aktarılmasının önemine vurgu yapan Yusumbeli, Gagauz Türkçesinin tehlikede olan diller kategorisinde olduğuna bir kez daha dikkat çekerek, “Fakat Gagauz Yeri’nde Gagauz Türkleri bölgedeki nüfus üstünlüğüne sahip olduğu için ve ana dilini koruma çabalarıyla ana dil bilinci devamlılığı olduğu sürece Gagauz Türkçesini kaybolmaktan kurtarmak mümkündür. Gagauz Türkçesinin nereye kadar devam edeceği Gagauz Türklerine bağlıdır. Bu yüzden binlerce yılın mirası olan Türkçe konuş, Türkçe düşün, Türkçeyi yaşat.” şeklinde konuştu. "TÜRKÇE, GÜNEY AZERBAYCAN'DA VAROLUŞ, MÜCADELE VE KAHRAMANLIK DİLİ" Ardından Uluslararası İlişkiler Uzmanı Dr. Mehsa Mehdizade kendisinin 35 milyonluk bir nüfusa sahip halktan (Güney Azerbaycan) geldiğini vurgulayarak başladığı konuşmasında Türkçeyi “varoluş dili” olarak nitelendirdi. Güney Azerbaycan’da Türkçenin “mücadele dili” olduğunu belirten Mehdizade, geldiği coğrafyada türlü baskılar nedeniyle çocuklara Türkçe isim verilmediğini hatırlattı. “Çocuğunuza Türkçe bir isim vermek için 6 sene mahkeme kapılarında beklersiniz, işte bu yüzden Türkçe bir kahramanlık dilidir.” dedi. Türk dünyasının Türkçe ile var olduğunu ve devletler kurduğunun altını çizen Mehdizade, Türkçe’nin olmaması halinde SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını elde eden Türk devletlerinin ortaya çıkamayacağını vurguladı. Mehdizade, “Biz bu kimliğin ve bu çatının altında birleştik. Ve bundan güç birliği doğdu. Bugün büyük bir mücadele veriyorlar büyük bir aşkla hapislerde yatarak, hayatlarıyla bedel ödeyerek, aileleriyle bedel ödeyerek, vatanlarına yıllarca hasret kalarak... Onun için Türkçe çok kutsal bir dildir. Hepimizi birleştirebilir, devletler kurabilir. Nitekim bağımsız Türk Devletleri Teşkilatıyla birlikte biz Türkçe’nin çatısı altında birkaç devleti de birleştirdik.” ifadelerine yer verdi. "KIRIM TATARLARI GÜÇLÜ FİKRÎ ALTYAPILARI VE TARİHÎ MİRASIYLA PROBLEMLERİ ÇÖZMEK İÇİN ÇALIŞIYOR" Arından Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Mükremin Şahin, en yoğun nüfusu Türkiye’de olmak üzere Kırım Tatarlarının dünyada 20 ülkede yaşadığını belirtti. Büyük bir sorunun içinde olan Kırım Tatarlarının problemlerini çözmek için çalıştığını vurgulayan Şahin, “Çünkü çok güçlü bir fikir altyapımız, çok güçlü bir tarihî mirasımız var. Sekiz yüz yıllık bir edebiyatımız var.” diyerek dünyada önemli hale gelen Kırım Tatar şahsiyetlere örnek verdi. Kırım Tatarcanın dünyadaki yerine işaret eden Şahin, ilk olarak Gazi Geray Han’ı örnek gösterdi. Aynı zamanda yiğit ve savaşçı bir asker olan Geray Han’ın Osmanlı, Çağatay ve Kırım Tatarca olmak üzere üç Türk lehçesinde şiir yazdığını söyledi. Şahin, “Bu Kırım’daki kültür muhitini göstermek açısından mühimdir.” dedi. İkinci olarak Kırım Tatar aydını İsmail Bey Gaspıralı’nın Türk dünyasına büyük hizmetlerde bulunduğunun altını çizen Şahin, Gaspıralı’nın “millet” kavramından söz ederken zaman zaman Kırım Tatarlarını zaman zaman Dünya Türklüğünü zaman zaman ise İslam dünyasını kastettiğini ifade etti. Şahin, 1900’lü yılların başında Türk dünyası aydınlarının bugüne göre daha fazla etkileşim halinde olabildiklerini dile getirdi. Bugün Türk dünyası birlikteliğinin arttığını ifadelerine ekleyen Şahin, akademide, STK’larda ve çeşitli alanlarda bu boşluğun doldurulması gerektiğinin altını çizdi. Öte yandan diğer Kırım Tatar aydını, Türkolog Bekir Sıtkı Çobanzade’ye işaret eden Şahin, “Çobanzade hem Kıpçak hem de Oğuz diline hâkimdir. Kırım Tatarcanın önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Bir Kırım Tatarı Konyalı’yı, Üsküplü’yü veya Kırgız’ı da anlayabilir. Kırım Tatarcanın Oğuz ve Kıpçak grubu karışımı olması bunu gösteriyor.” şeklinde konuştu. Türk dünyasındaki problemlerden birinin terminoloji hataları olduğunu da sözlerine ekleyen Şahin, “Coğrafyamızı anlatırken, Kıpçak’ın ne olduğunu bile anlatamazsak çocuklarımıza ne öğretebiliriz ki?” diyerek bahsettiği soruna dikkat çekti. Bunun Tercüman gazetesinde ele alındığını da belirten Şahin, bu konuda çalışan aydınlara ihtiyaç olduğunu vurguladı. GÜNEY TÜRKİSTAN'DAKİ TÜRKLERİN SORUNLARI GÜNDEME NEDEN TAŞINMIYOR? Türkistan Elleri Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Haşim Hamdam, Güney Türkistan’ın tarihî coğrafyasından söz etti. Türklerin yıllardır orada var olduğunu belirten Hamdam, nüfusun yarısının birçok insanî haklarından mahrum bırakıldığının altını çizdi. Hamdam, Afganistan’ın içine kapanık bir ülke olarak gündeme getirilmediğini vurguladı. Bölgede kaydedilen 5 buçuk milyon Türk nüfusu olduğu kanısının doğru olmadığını ifade eden Hamdam, 1880’lerden bugüne dek Afganistan’daki 45 milyonluk Türk varlığına yönelik olarak rejimin tehdit haline geldiğini, asimilasyona uğradıklarını, aydınlarının hapse atıldığını kaydetti. Hamdam, “170 yıldır ölümlere, katliamlara rağmen susmadık, mücadelemizden ödün vermedik ama maalesef Türk dünyası 30 yıldır bağımsızlığına kavuşan desteklerini gösteremedi.” diyerek sitemde bulundu. Türk dünyasının birlikteliği konusunda yine de umutları olduğunu aktaran Hamdam, mücadelenin bir günlük olmadığının altını çizdi. Türk soyluların hepsinin bölgede yer aldığını da sözlerine ekleyen Hamdam, “Türk toprağı çok geniştir.” dedi. IRAK TÜRKLERİNİN TARİHÎ GEÇMİŞİNDEN BAHSETTİ Panel, Irak Türkmen Cephesi (ITC) Türkiye Temsilciliği Halkla İlişkiler Sorumlusu İbrahim Gassab’ın konuşmasıyla devam etti. Gassab, Irak Türklerinin anlaşılması için tarihî coğrafyasının anlatılması gerektiğini dile getirerek, tarihî geçmişinden söz etti. Irak bölgesinin Birinci Dünya Savaşı’na kadar Türkler tarafından yönetildiğine dikkat çeken Gassab, daha sonra kurulan hükûmetlerde Türklere yer verilmediğini söyledi. Irak Türklerinin verimli topraklar üzerinde olan Türkmeneli bölgesinde yaşadıklarını anlatan Gassab, kullanılan alfabenin 2003’e kadar eski Osmanlı Arap alfabesi kullandıklarını, bu döneme kadar eğitim ve dil hakkı tanınmadığını söyledi. Gassab, “2003’te haklarımızı aldık ve o tarihten itibaren Türkmenli’nde Türkçe konuşmak serbestti. Türkçe tabela astık, yayınlar açtık, kendimize ait radyolarımız oldu. Dergi ve gazeteler çıkardık. Okullarımız oldu.” bilgisini verdi. Gassab, Irak Türkleri Türkçesinin Oğuz kolundan olduğunu belirterek, lehçelerinin daha saf Türkçe olduğunu, Azerbaycan Türkçesine yakın olduğunu aktardı. Gassab, ayrıca geniş bir edebiyatlarının olduğunu da sözlerine ekledi. "TÜRKİYE CUMHURİYETİ, TRT UYGURCA MASASINI AÇARAK ÖNEMLİ BİR MESAJ VERDİ" Panelde son olarak TRT Uygurca Masası Spikeri, Gazeteci Mirkâmil Kaşgarlı, Doğu Türkistan’daki asimilasyona dikkat çekerek başladığı konuşmasında Uygur Türkü çocukların Çin yönetimi tarafından 2008’den bu yana yasaklanması nedeniyle ana dilini öğrenemediğini kaydetti. Kaşgarlı, Uygurcanın büyük bir tehlike altında olduğunu söyledi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk diline her zaman sahip çıktığını vurgulayan Kaşgarlı, “Ben şu an karşınızda bir konuşmacı değil, bu dilin yaşaması için mücadele eden, 17 yıldır TRT çatısı altında bu dili yaşatma amacı olan bir gazeteciyim.” ifadelerini kullandı. Bu kapsamda Uygurca yayınlarının devam ettiğini aktaran Kaşgarlı, “TRT Uygurca Masası’nı açarak Türkiye Cumhuriyeti, ‘Kaşgarlı Mahmud’un, Yusuf Has Hacip’in diyarında Uygurca yasaklanıyorsa bu dili yaşatacak olan ülke, Uygurca’nın hamisi Türkiye Cumhuriyeti’dir’ mesajını vermiştir.” değerlendirmesinde bulundu. "UYGURCA TÜRK DÜNYASININ HAFIZASIDIR" Uygurcanın tehlikede altında olduğunu vurgulayan Kaşgarlı, TÜRKSOY gibi teşkilatların desteğiyle dilin, dijital kütüphanelerde arşivlenmesi hususunda öneride bulundu. Kaşgarlı, “Çünkü Uygurca tüm Türk dünyasının hafızasıdır.” vurgusu yaptı. Kaşgarlı Türk devletlerine çağrıda bulunduğu konuşmasında şunları dile getirdi: “Türkiye’nin TRT ile 2008’de başlattığı bu dil koruma kalkanı modülünü örnek almalılar. Uygur Türkçesi sadece Uygurların değil, 300 milyonluk tüm Türk dünyasının bu dili koruması için tüm Uygurca yayınların başlaması gerekmektedir.” Kaşgarlı sözlerine, “Topraklar işgal edilebilir, binalar yıkılabilir. Ancak bir milletin dili o millet yaşadığı sürece yenilmezdir. Gök bayrağın gölgesinde konuşulan bu güzel Türkçemizin Al bayrağın gölgesindeki tüm Türk dünyasında devam etmesi dileğiyle.” diyerek sözlerine son verdi. Panel, alanında uzman konuşmacılara Teşekkür Belgesi takdimiyle sona erdi. TÜRK DÜNYASI MÜZİK VE DANS TOPLULUĞU SAHNE ALDI Ardından Türk Dünyası Müzik ve Dans Topluluğu katılımcılara Türk dünyası ezgilerini sundu. Topluluk, izleyicilerin beğenisini topladı.

Türkistan'da bağımsızlığın nişanesi: Kazak millî hareketi Alaş Orda hükûmetinin 108. yılı Haber

Türkistan'da bağımsızlığın nişanesi: Kazak millî hareketi Alaş Orda hükûmetinin 108. yılı

Kazak millî hareketi, 1917 yılının aralık ayında bağımsızlık mücadelelerinin en somut göstergesini vücuda getirdi. Kazak yurdunda 5-13 Aralık 1917 tarihinde toplanan Kurultay ile Alaş Orda hükûmeti ilân edildi. Alaş hareketi, Rus İmparatorluğu’nun Kazak topraklarını işgal edip onlarca yıl sürdürdüğü sömürge politikalarına karşı millî bir başkaldırı olarak 1905 yılında ortaya çıktı. Alaş hareketinin millî ülküsü, Türkistan’ın tüm bölgelerinde Rus işgaline son vermek ve bağımsız bir Türk devleti yaratmaktı. Çekirdek kadrosu dönemin “Kazak Gazetesi” etrafında toplanan Kazak ve Kırgız aydınlardan oluşan hareket, Alihan Bökeyhan’ın ifadesiyle “Kurtuluş saati gelmiştir. Bizim siyasi hedefimiz millî kurtuluştur.” anlayışıyla 5 Nisan 1917’de toplanan I. Genel Kazak Kurultayı ile parti hâlini aldı. ALAŞ ORDA HÜKÛMETİ İLAN EDİLDİ 5-13 Aralık 1917 tarihinde ise Orenburg'da II. Genel Kazak Kurultayı gerçekleştirdi ve Alaş Orda hükûmeti ilân edildi. Oluşan hükûmetin başkenti Semey şehri kabul edilirken; hükûmette Alihan Bökeyhan Başbakan, Halil Abbas Başbakan Yardımcısı, Mustafa Çokay Dışişleri Bakanı, Muhammedcan Tınışbay İçişleri Bakanı, Alim Han Ermek Harbiye Bakanı, Ahmet Berimcan Adalet Bakanı ve Ahmet Baytursun Millî Eğitim Bakanı olarak görev aldı. Alaş Orda’nın ulaşmak istediği yer Türkistan’ın tamamıydı. Alaş Orda, Türkistan’da tuğu kaldırmış; Türklüğü millî marşına nakşetmiştir. Alaş Orda hükûmetinin hukuki varlığı Bolşeviklerin iktidara gelmesi sonrasında 5 Mart 1920’de son buldu. Kazak Türklüğünün millî kahramanları, komünist Rusya tarafından sözde “halk düşmanı” ilan edilerek sürgünlerle, hapishanelerle ya da kurşuna dizilmek suretiyle infazlarla cezalandırıldı. Nitekim, Alaş Orda bir hükûmet olduğu kadar aynı zamanda bir ruhu temsil ediyordu. Kazak halkının bağımsızlık hareketi en sonunda öz yurdunda yeniden yeşermişti. Alaş Orda hükûmetinin teşekkülünün 108. yılında Kazak eli kahramanları saygıyla anıyoruz.

Kadim Türkistan yurtları UNESCO’da! Haber

Kadim Türkistan yurtları UNESCO’da!

Kazakistan, Kırgızistan ve Karakalpakistan’a özgü yurtlar; UNESCO’nun, Hindistan’ın Yeni Delhi kentinde düzenlediği 20. Komite Toplantısı’nda, İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi’ne resmen kaydedildi. KUŞAKLAR ARASINDAKİ SARSILMAZ BAĞ, RESMİYETE BAĞLANDI Özbekistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Saida Mirziyoyeva; Kazakistan ve Kırgızistan’ın yurtlar için ilk kez 2014 yılında ortak bir başvuru yapıldığını, Özbekistan’ın ise daha sonra Karakalpakların yurt inşası geleneğini de başvuru kapsamına alma teklifinde bulunduğunu belirtti. Kazakistan'ın resmî haber ajansı Kazinform’un 11 Aralık 2025 tarihli haberine göre; Mirziyoyeva, bu adaylığın Kırgızlar, Kazaklar ve Karakalpaklar için yurdun yalnızca bir ev değil, aynı zamanda millî kimliklerinin bir sembolü olduğunu ve yurt zanaatinin de nesiller boyu öğretilmesini vurguladığını dile getirdi. Mirziyoyeva, “Bugün, tarihî bir gün. Yurtların uluslararası ölçekte tanınması, geleneklerimizin derinlere uzanan köklerini, ruhsal mirasımızın gücünü ve kuşaklar arasındaki bağların sarsılmazlığını onaylamaktadır.” değerlendirmesini yaparak, yurt uygulayıcılarına, araştırmacılara ve yurt geleneğini aktaranlara, yurt kurulumuna dair bilgilerin korunmasına yönelik katkıları adına teşekkürlerini sundu. BAŞVURUDA YURTLAR HAKKINDA HANGİ BİLGİLERE YER VERİLDİ? Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın 2024 yılında yaptığı ortak başvurunun dosyasında, Kazaklar, Kırgızlar ve Karakalpaklar tarafından tarih boyunca kullanılan keçe kumaşı ve iple sarılan yuvarlak ahşap bir çerçeveden oluşan yurtların; taşınabilir, kompakt, çevre dostu ve pratik olduğu bilgisi yer aldı. Ayrıca hem erkek hem de kadın uygulayıcıların el işçiliğiyle kurulan yurtların; kültür festivallerinin, ritüellerin, cenaze ve anma törenlerinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve muhafaza edilerek, çocuklara aile yadigârı olarak verildiği ve yurt kurulumuna dair her türlü zanaat becerisi ve bilgisinin, nesilden nesile ve ustadan çırağa aktarıldığı ifade edildi. UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi’nde hâlihazırda 153 ülkeden 812 unsur bulunuyor.

Rusya, Türk dünyasını hedef alıyor: Yeni projesiyle iklim dengesini alt üst edecek! Haber

Rusya, Türk dünyasını hedef alıyor: Yeni projesiyle iklim dengesini alt üst edecek!

Vladimir Putin idaresindeki Rusya, su kaynaklarını Türkistan ülkelerine aktararak bölge üzerindeki siyasî baskısını artırmayı amaçlıyor. Ukrayna Dış İstihbarat Servisi, Ob Nehri'ndeki su kaynaklarının "Rusya'nın güneyindeki su tedarikini istikrara kavuşturma" bahanesiyle Sibirya'yı susuz bırakma tehdidi oluşturduğunu kaydetti. Rus Bilimler Akademisinin Ob Nehri'nden su kaynaklarının bir kısmını Kazakistan ve Özbekistan'a yönlendirmeyi amaçlayan büyük ölçekli bir altyapı projesi başlattığı aktarılan açıklamada, "Proje, özünde 'Sibirya nehirlerini açma' Sovyet planının modernize edilmiş bir versiyonudur. Bu proje, yüksek ve öngörülemeyen çevresel riskler nedeniyle 1986'da terk edilmişti." ifadeleri kullanıldı. Ukrayna'daki topyekûn saldırılarına devam eden Rusya'nın Türkistan coğrafyasındaki ülkelerin en büyük doğalgaz ihracatçısının Çin olmasıyla birlikte bölgedeki etkisini artırmaya çalıştığı görülüyor. Ukrayna Dış İstihbarat Servisi de konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Bu koşullar altında Rusya, 'su diplomasisi'ne, yani Sovyet sonrası ülkeler üzerinde yeni bir siyasi baskı aracı oluşturmaya yöneliyor." değerlendirmesinde bulundu. Ön hesaplamalara göre projenin 100 milyar dolarlık maliyetle başlayacağı kaydedildi. Su akışlarının yeniden yönlendirilmesinin; bazı bölgelerin çölleşmesine ve diğerlerinin sular altında kalmasına, hidrolojik sistemlerin istikrarsızlaşmasına ve Arktik buzullarının erimesinin hızlanmasına neden olabileceği belirtildi.

Uzman tarihçi Halil Can Akgün: Kırım petroglifleri bozkır kültürünün Batı'ya uzanan taş belleğidir Haber

Uzman tarihçi Halil Can Akgün: Kırım petroglifleri bozkır kültürünün Batı'ya uzanan taş belleğidir

"Avrasya Kaya Resimlerinde Türk Kültür ve Mitolojisi" isimli kitabın yazarı uzman tarihçi Halil Can Akgün, Türk mitolojisi ile kaya resimleri arasındaki bağlantıyı, Kaya resimlerinin hangi bölgelerde farklılık gösterdiğini, Türk mitolojisinin kaya resimlerinde sembolik olarak en sık karşılaşılan temalarını, Kırım bölgesinde ve Karadeniz’in kuzeyinde yer alan petrogliflerin Türk kültür mirası açısından nasıl bir önem taşıdığını ve Türk mitolojisinin kaya resimlerinde sembolik olarak en sık karşılaşılan temaları Kırım Haber Ajansına (QHA) anlattı. AKGÜN: GÖK TANRI İNANCI KAYA RESİMLERİNDE GÖRSEL BİÇİMLERE DÖNÜŞÜR Kaya resimlerinin, aslında mitolojinin en erken biçimlerinden biridir olduğunu belirten Halil Can Akgün, "Henüz yazının olmadığı dönemlerde insanlar dünyayı, inançlarını ve kozmolojik tasavvurlarını bu taş yüzeylere kazıyarak anlatmışlardır. Türk mitolojisindeki Gök Tanrı inancı, hayat ağacı, kutsal dağ, su ruhları, hayvan ata kültü gibi birçok temel motifle kaya resimlerinde görsel biçimlere dönüşür. Özellikle Türkistan steplerinde görülen güneş başlı şaman figürleri, göğe yükselişi simgeleyen dağ keçileri veya at kültü etrafında şekillenen sahneler, doğrudan mitolojik bir düşünce sisteminin izlerini taşır." ifadelerini kullandı. Bu resimlerdeki figürlerin yalnızca gündelik yaşamı betimlemediğini, aynı zamanda insan ile doğa, ruhlar ve evren arasındaki kutsal ilişkiyi anlattığını kaydeden uzman, "Türk mitolojisinin sözlü gelenekte yer alan anlatılarıyla kaya sanatı arasındaki paralellikler, bize o dönem insanının evreni anlamlandırma biçimini gösterir. Yani kaya resimleri, hem mitolojik bilincin erken bir ifadesi hem de Türk kültürünün köklerine ışık tutan görsel bir dil olarak değerlendirilmelidir." değerlendirmesinde bulundu. "KAYA RESİMLERİ YALNIZCA BİR SANAT DEĞİL, AYNI ZAMANDA KÜLTÜREL SÜREKLİLİĞİ BELGELEYEN BİR TARİHSEL HAFIZA BİÇİMİDİR" Kaya resimlerinin Altaylar’dan Sibirya’ya, Türkistan bozkırlarından Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada var olduğunu ve her bölgenin kendi çevresel koşulları, inanç sistemi ve tarihsel süreçleri doğrultusunda farklı üsluplar geliştirdiğini kaydeden Akgün, şöyle devam etti: Örneğin Altay ve Sayan Dağları çevresindeki petrogliflerde daha çok av sahneleri, şaman figürleri ve kozmik semboller görülür. Bu bölgedeki resimler, doğa ve ruh dünyası arasındaki bağı çok belirgin biçimde yansıtır. Kazakistan ve Kırgızistan’daki örnekler daha dinamik sahneler içerir; atlı savaşçılar, arabalar ve güneş motifleri bu bölgelerde oldukça yaygındır. Anadolu’ya gelindiğinde ise kaya resimleri yerel kültürlerle etkileşim içinde yeni biçimler alır; özellikle Türkistan ve Doğu Anadolu’daki örneklerde hem Türkistan kökenli simgeler hem de yerel inanç unsurları birlikte görülür. Bu çeşitlilik, aslında tek bir inanç sisteminin farklı coğrafyalarda aldığı biçimleri gösterir. Türk mitolojik düşüncesinin ana temaları -gökyüzü, hayvan ruhları, atalar kültü, doğa kutsallığı- değişmeden kalır, ancak bu temalar her bölgenin kendi sembolik diliyle yeniden yorumlanır. Bu yüzden kaya resimleri yalnızca bir sanat değil, aynı zamanda kültürel sürekliliği belgeleyen bir tarihsel hafıza biçimidir. "KURT, TÜRK MİTOLOJİSİNDE SADECE BİR HAYVAN DEĞİL, AYNI ZAMANDA BİR ATADIR" Akgün, gördüğü kaya resimleri arasında hangisinin kendisini en çok etkilediği sorusunu, "Beni en çok etkileyen tasvirlerden biri, kurt başlı sancak taşıyan bir süvari figürüydü. Bu sahne ilk bakışta bir savaşçıyı gösteriyor gibi görünse de, aslında çok daha derin bir anlam taşır. Kurt, Türk mitolojisinde sadece bir hayvan değil, aynı zamanda bir atadır; soyun rehberi, yeniden doğuşun ve dirilişin simgesidir. Bu yüzden sancakta yer alması, topluluğun hem koruyucusunu hem de kökenini temsil eder. Bu figür bana Ergenekon ve Türeyiş destanlarındaki Bozkurt motifini hatırlatıyor. Her iki destanda da kurt, insan soyunu karanlıktan çıkaran, yol gösteren, hatta yeniden doğuran bir varlıktır. Kaya yüzeyine kazınmış bu süvari figürü, sanki o mitolojik anlatının görsel bir yankısı gibidir. Süvarinin taşıdığı kurt başlı sancak, bir savaş sembolü olmanın ötesinde, insanla kutsal arasındaki bağın, yani 'Aşina soyunun' göksel kökeninin ifadesidir. Taşa kazınan bu sahneye baktığınızda, yalnızca bir savaş sahnesini değil, aynı zamanda bir kimliğin doğuşunu görürsünüz. Bu yüzden o figür benim için hem tarih hem mitoloji, hem de köklerin sessiz ama görkemli bir hatırlatıcısıdır." şeklinde yanıtladı. "TÜRK KAYA SANATI YALNIZCA GÖRSEL BİR ANLATIM BİÇİMİ DEĞİL, MİTOLOJİK EVREN TASAVVURUNUN TAŞA KAZINMIŞ HALİ GİBİDİR" Türk mitolojisinin, doğa ile insan arasındaki kutsal dengeye dayandığını, bu yüzden kaya resimlerinde de en sık karşılaşılan temaların gökyüzü, hayvan ruhları, hayat ağacı, güneş ve ay gibi kozmik semboller etrafında şekillendiğini belirten uzman, her birinin, o dönemin insanının evreni anlamlandırma biçimini görsel dile dönüştürdüğünü kaydederek şunları söyledi: Gök Tanrı inancının etkisiyle güneş ve ışınlı başlı figürler sıkça betimlenir; bunlar çoğu zaman göğe dua eden ya da trans hâlinde tasvir edilen şamanlarla birlikte görülür. Hayat ağacı ise hem evrenin dikey düzenini hem de ruhların göğe yükselişini simgeler. Dağ keçisi, geyik ve at gibi hayvanlar yalnızca av sahnelerinin unsurları değildir; aynı zamanda ruhsal rehberler, totemik koruyucular ve kozmik geçişlerin simgeleridir. At motifi, özellikle dikkat çekicidir çünkü hem öte âleme geçişi hem de göçebe yaşamın kutsallığını temsil eder. Kurt figürü ise en eski dönemlerden beri soyun koruyucusu, dirilişin ve yol göstericiliğin sembolüdür. Bunların yanı sıra güneş diskleri, üç katlı evreni anlatan kompozisyonlar, insan-hayvan karışımı figürler ve dans eden ya da dua eden topluluk sahneleri de mitolojik düşüncenin ritüel yansımaları olarak karşımıza çıkar. Kısacası, Türk kaya sanatı yalnızca görsel bir anlatım biçimi değil, mitolojik evren tasavvurunun taşa kazınmış hali gibidir; her figür, bir inancın, bir kozmolojinin ve bir kimlik bilincinin sembolik izini taşır. "KIRIM PETROGLİFLERİ, YALNIZCA TARİHSEL BİR İZ DEĞİL, AYNI ZAMANDA KÜLTÜREL SÜREKLİLİĞİ BELGELEYEN SESSİZ ANLATICILARDIR" Kırım'da ve Karadeniz’in kuzeyinde yer alan petrogliflerin Türk kültür mirası açısından taşıdığını öneme değinen Akgün, "Kırım ve Kuzey Karadeniz bölgesi, Türk kültür tarihinin yalnızca göç yollarından biri değil, aynı zamanda çok erken dönemlerden itibaren yerleşilmiş, güçlü kültürel katmanlar taşıyan bir sahadır. Bu bölgedeki kaya resimleri, Türkistan ile Doğu Avrupa arasındaki bağlantıyı izlemek açısından son derece değerlidir. Özellikle İskit-Saka ve daha sonraki Hun ve Kıpçak topluluklarının izlerini taşıyan figürler, hem üslup hem de sembolik içerik bakımından Türkistan petroglif geleneğiyle belirgin paralellikler gösterir." değerlendirmesinde bulundu. "Kırım’daki kaya resimlerinde sıkça karşılaşılan atlı figürler, hayvan mücadele sahneleri ve güneş sembolleri, bozkırın kozmolojik dünyasının bu bölgeye taşındığını gösterir." diyen Akgün, şu ifadeleri kullandı: At kültünün güçlü varlığı, savaşçı toplulukların sadece askerî hayatını değil, ruhani evrenlerini de yansıtır. Yine bazı tasvirlerde kurt, boynuzlu hayvanlar ve şamanik pozlar dikkat çeker; bunlar hem İskit hem de erken Türk topluluklarının ortak inanç dairesinin görsel izleridir. Bu sahalar Türk kültür mirası açısından şu nedenle önemlidir: Bozkırın mitolojik sembollerinin Türkistan’dan Karadeniz’in kuzeyine, oradan Balkanlara kadar uzanan sürekliliğini gösterir. Yani kültürel bir 'köprü' işlevi görür. Kırım’daki petroglifler, sadece yerel bir geleneğin ürünü değil; Avrasya bozkırlarının ortak sembolik dünyasının batı ucundaki taş belleğidir. Böylece hem Saka sanatının hem de erken Türk topluluklarının kozmolojik anlayışının uzun mesafeli etkileşimlerle nasıl yayılıp biçim değiştirdiğini anlamamıza imkân verir. Bu yüzden Kırım ve Kuzey Karadeniz petroglifleri, Türk kültür kapsayıcılığı içinde yalnızca tarihsel bir iz değil, aynı zamanda kültürel sürekliliği belgeleyen sessiz anlatıcılardır. Taş üzerindeki her çizgi, bozkırın hem inanç hem kimlik taşımış olan eski topluluklarının göç yollarını hâlâ görünür kılar. "TÜRKİSTAN VE KARADENİZ’İN KUZEYİNDEKİ PETROGLİFLER, DOĞAL AŞINMA, İKLİM KOŞULLARI VE İNSAN ETKİSİ NEDENİYLE CİDDİ TEHDİT ALTINDA" Son olarak günümüzde kaya resimlerinin korunması ve bilimsel olarak incelenmesi konusunda yeterli çalışma yapılıp yapılmadığını değerlendiren uzman, "Maalesef kaya resimleri hâlâ yeterince korunmuş değil ve bilimsel araştırmalar açısından birçok eksiklik mevcut. Özellikle Türkistan ve Karadeniz’in kuzeyindeki petroglifler, doğal aşınma, iklim koşulları ve insan etkisi nedeniyle ciddi tehdit altında. Türkiye’de ve bazı bölgelerde koruma çalışmaları yapılmakla birlikte, bunlar genellikle yerel ölçekte kalıyor ve sistematik bir envanterleme, belgelenme ve dijital arşivleme sürecinden yoksun. Bilimsel araştırmalar da genellikle saha çalışmalarına dayanıyor; ancak kaya resimlerinin bütüncül bir şekilde analiz edilmesi, karşılaştırmalı ikonografik çalışmaların yapılması ve mitolojik bağlamlarının detaylı olarak yorumlanması hâlâ sınırlı. Modern yöntemler -3D tarama, dijital restorasyon, spektroskopik analizler- daha sık kullanılabilir ve kullanılmalı; çünkü bu sayede hem görsellerin korunması sağlanır hem de tarihsel ve kültürel yorumlar daha güvenilir bir temele oturtulabilir. Özetle, kaya resimleri hem Türk kültür mirası hem de evrensel arkeoloji açısından büyük bir değere sahip; ancak korunmaları ve bilimsel olarak incelenmeleri için hâlâ kapsamlı, disiplinler arası ve uzun vadeli çalışmalara ihtiyaç var." dedi.

AB ve Kazakistan vize kolaylaştırma ve geri kabul anlaşması müzakerelerine başladı Haber

AB ve Kazakistan vize kolaylaştırma ve geri kabul anlaşması müzakerelerine başladı

Avrupa Birliği (AB) ile Kazakistan vize kolaylaştırma ve geri kabul anlaşması müzakerelerine başladı. AB Konseyi tarafından, AB ile Kazakistan arasında İşbirliği Konseyi toplantılarının 22'ncisinin ardından yapılan yazılı açıklamada; AB ile Kazakistan arasında vize kolaylığı ve geri kabul anlaşması müzakerelerine başladığı bildirildi. Açıklamada, toplantıya AB adına Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas'ın, Kazakistan adına ise Kazakistan Dışişleri Bakanı Yermek Köşerbayev'in başkanlık ettiği belirtildi. Tarafların "Geliştirilmiş Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması"nın 10. yıl dönümünü kutladığı belirtilen açıklamada, toplantıda anlaşmanın hayata geçirilmesinde kaydedilen ilerlemenin değerlendirildiği belirtildi. İŞ BİRLİĞİ ALANLARI GÖRÜŞÜLDÜ Açıklamada, iki tarafın ulaştırma ve kritik hammaddeler de dâhil olmak üzere öncelikli alanlarda iş birliklerini güçlendirme taahhüdünü teyit ettiğine vurgu yapıldı ve "Toplantıda siyasi, ekonomik ve ticari konuların yanı sıra iç ve anayasa reformları, adalet ve içişleri, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, hukukun üstünlüğü ve enerji konuları da dâhil olmak üzere iş birliği konularında görüş alışverişinde bulunuldu." ifadelerine yer verildi. Tarafların ayrıca yaptırımlarla ilgili konular da dâhil olmak üzere bölgesel ve uluslararası gelişmeleri de ele aldığı kaydedilen açıklamada, AB ve Kazakistan'ın "Vize Kolaylaştırma Anlaşması ve Geri Kabul Anlaşması" için müzakereleri başlattığı da duyuruldu.

Kırgızistan'da çevre felaketine yol açtı: Çinli CEO tutuklandı Haber

Kırgızistan'da çevre felaketine yol açtı: Çinli CEO tutuklandı

Türkistan coğrafyasındaki nüfuzunu artırarak, Türk dünyası kentlerindeki çeşitli alanlarda tehdit yaratan Çin, çevre felaketine neden oldu. Barron's News'in AFP'ye dayandırdığı haberine göre Kırgızistan'da yapılan bir kamuoyu araştırması sonucunda altın madenciliği şirketinin Çinli Genel Müdürünün (CEO) tutukluluğuna karar verildi. Şirketin Kırgızistan'da büyük ölçekli bir çevre felaketine yol açtığı kaydedildi. Kırgızistan güvenlik servisinden yapılan açıklamada Kemin Kaynak Grubu CEO'sunun binlerce metrekarelik alana zarar verdiği ve yetkililere yanlış bilgi vererek bir madeni yönettiği bildirildi. Açıklamada faaliyetlerin bölgeye ciddi düzeyde hasar verdiğinin altı çizildi. Global Times'ın gündeme taşıdığı haberinde Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada, "İlgili raporları dikkate aldık ve Kırgızistan'daki Çin Büyükelçiliği durumu daha ayrıntılı olarak inceliyor ve bilgi ediniyor." ifadelerine yer verdi. KIRGIZİSTAN'DA HALK ÇİNLİ YATIRIMCILARI İSTEMİYOR Milyonlarca yatırım yaparak Kırgızistan'da altyapı projelerine finansman sağlayan Çin, kritik mineralleri hedefleyerek madencilik alanındaki çalışmalara öncelik veriyor. Kırgızistan'da halk, Çinli işçilerin ülkeye gelmesine, Çinli şirket ve fabrikaların açılmasına tepki gösteriyor. Bu bağlamda Çinlilerin ülkeye gelişi ile birlikte fiyatların ve çevre kirliliğinin arttığı vurgulanıyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.