SON DAKİKA
Hava Durumu

Naciye Bekirova - 1944 Kırım Tatar Sürgün Hatıraları #18

Haber Giriş Tarihi: 14.05.2020 19:44
Haber Güncellenme Tarihi: 16.05.2020 03:15
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Naciye Bekirova - 1944 Kırım Tatar Sürgün Hatıraları #18

Kırım Tatar halkı 75 yıl önce, 18 Mayıs 1944 tarihinde Sovyetler Birliğinin ve dünya tarihinin en kanlı diktatörlerinden Josef Stalin’in emriyle alınan Sovyet hükûmeti kararı neticesinde Vatan Kırım’dan vahşice sürgün edildi. Kırım Haber Ajansı (QHA), ünlü Kırım Tatar gazeteci Zera Bekirova‘nın 2019 yılında Kırım’da Kırım Tatarca ve Kiril alfabesiyle basılan “Sürgünliknin Taqdiri” (Sürgünlüğün Yazgısı) kitabında, hikayelerini tek tek dinlediği sürgünü yaşayan Kırım Tatarlarının hatıralarını Türkçe ve Kırım Tatarca (latin harfleriyle) yayınlıyor.

Onsekizincisini yayınladığımız 1944 Kırım Tatar Sürgünü hatıralarında Naciye Bekirova , sürgünde nasıl gönderildiklerini ve orada yaşadıklarını anlatıyor...

Anadolu Türkçesi

Annem, Ayirgul köyünde doğdu. Babamın babası Acı Ablakim (Türkiye'deki kullanımı: Hacı Abdülhakim) efendiydi. Hacılıktan sonra Markur köyüne yerleşti, evlendi. Babam 1900 yılında Markur köyünde dünyaya geldi ve Zincirli medresesini bitirdi. Okumuş, bir kaç dil ki bunlardan biri de Fransızcaydı. 1929 yılında Babam Bahçesaray'da annemle evlendi. Ben 1930 yılında bu şehirde doğdum. Çocukluktan babamın Fransızca konuşmalarını işitip, onun ders kitaplarından faydalanarak, Fransızca öğrendim. Okulda resim dersini bir ressam, Kırım Tatarcayı su gibi bilen Konstantin Yanovskiy veriyordu. 1959 yılında ilk defa Kırım'a geldiğimde Yanovskiy hocam Çorabatır'ı yırlıyordu. Kırım Tatar dilinin katı şekilde yasak olduğu bir zamanda o kokrmadan bizim dilimizde konuştu, sürgünlükte yaşayan Bahçesaraylı öğrenciler ve tanıdıklarıyla mektuplaştı. Hocam bana Kırım manzaralarına, doğasına olan sevgiyi aşılanyan kişidir.

İkinci Dünya Savaşı hatıraları aklımdan hiç çıkmaz. Şehrin merkezinde darağacına asılan insanlar, şehri basan faşistler...

1944 yılı Nisan ayında bütün erkekleri toplayıp aldılar. Babamı da alıp gittiler. Annem ve biz üç çocuk kaldık. 18 Mayıs günü tan vaktinde tatlı uykumuzdan uyandırdılar. Şaştık, şaşa kaldık. Ben anneme yardım ettim, şudur-budur almaya... Meşin çantacığım vardı. Ailemizin kıymetli eşyaları, yani gelinlik fesi, kuşağı, nişandan kalma altın saati, yüzüğü ve elvanları, paralarımız bu çantada saklanıyordu. Çantacığı elime aldığımda evimizin içinde bizi çıkartmaya çalışan tüfekli askerlerden biri boynumda asılı olan çantayı çekip aldı. Eğer çantamı alabilseydim, beki iki kardeşim sürgünde açlıktan ölmezlerdi... Ama askerler bize hiç bir şey aldırmadılar, kıymetli eşyalarımızı çaldılar. Evimizden kovup çıkardılar, en son evimizin avlusuna baktım. Süren istasyonunda (İstasyonun adı: Süren) bizi bindirip götürdüler Ural'a. Barakalara yerleştirdiler. Ben çalıştım, ormanda ağaç kestim, annem evde kardeşlerime baktı. Çalışanlara 200 gram ekmek veriyorlardı. Bizi sürgün ettikleri yerde yaşayanların hepsi bizim gibi sürgün edilenlerdi. Çok uğraştık. Özbekistan'a düşenlerin hali bizimkine göre iyiydi, böyle işitiyorduk ve orada yaşayan halkımıza kavuşmayı istiyorduk... Ama isteğin kimseyi ilgilendirmiyordu. Oradan yakın akrabaların çağrı gelmesi gerekliydi. Neyse, 1945 yılının Ocak ayında bize davetname geldi. Komutanımız (Sürgün edildikleri yerde) zararsız bir adamdı, ailemize at tarafından çekilen kızak verdi, onunla gittik. Yarı yolda atımız yıkıldı, gitmiyor, ağzından kan geliyordu. Hayvan aç. Arabacı bunu görüp ağlıyor. Kardeşlerimi arabacıya bırakıp, annemle ikimiz yardım bulmaya gittik. Orman için de gidiyoruz, etrafta aç kurtlar uluyor. Gide gide kocaman bir barakaya gelip vardık. İçinde pek çok adam, ortada soba yanıyor, sıcak. Barakadaki tez gidip, arabacıyı, atı, kardeşlerimi alıp geldiler, bizi ekmek ve çayla doyurdular. Sabah tan doğduğunda yine yola çıktık. Bir hata yürüyüp Yoşkar-Ola şehrine geldik. Gündüz yürüyoruz, geceleri ise konaklamaya bir yer arıyoruz. Her hangi bir köyde yardım edenler rast geliyordu. Garda bir trene bindik, sonra tren değiştire değiştire gittik. Garrlar adam dolu. Bir türlü meşaketlerle Taşkent'e geldik ama bizim menzilimiz üç teyzemin yaşadığı Namangan vilayetinin Çuşt kasabası... Ama bir kuruşumuz yok. Geldik ama teyzelerimizin kendileri zil-zurna açlar, yarı çıplaklar. Ne yemek var, ne de giysileri. Neyse, biz kapı-penceresiz bir küçük eve yerleştik. Annem bir yerden saman bulup getirdi. Minderiniz saman, bir yorgan altında dört kişi yatıyoruz. Açız, bir yudum kaynayan su olsa diye hayal ediyoruz. Annem hiç çaresini bulamadığından babamdan kalan tek hatıra, saatini bir pideye değiştirip geldi.

Ben babamı aradım, pek çok yerlere mektuplar yazdım. Açlıktan hali çok fenalaşan Aliye kardeşim dua ediyor, "Babacığımı daha bir kerecik görsem de, sonra ölsem razıyım" diye. Allah kabul etti duasını, babamdan mektup geldi. Ben babama başımıza gelenleri "Bizim seyahatımız" başlığıyla 6 sayfalık bir mektuba yazıp, cevapladım. 1946 yılında Nedim adındaki oğlan kardeşim öldü. Annem kendisi varıp gömdü, mezarlığa. Babam onu görmeye yetişemedi. O (babam), 1947 yılının Mart ayında gelebildi, Aliye kardeşimi kucağına alıp, nasıl kurtaracağını bilmeden ağladı. Babam işe girdikten sonra yaşantımız biraz rahatladı.

Bahçesaray'ın çok özlüyorduk. Şehrim rüyalarıma girdi, daima göz önümde durdu. 1959 yılı babam kendi öğrencileriyle Moskavaya sergiye yollanarak mükafatlandırıldı. Babam beni de ynaına aldı. Moskova'yı gezdik, baktık ama aklım Kırım'da. Babamla arzumu paylaştım. O, bana Akmescit'e bilet alıp verdi ve ben gittim. Doğduğum sokakları gezdim, doya doya nefes aldım, doyamadım. Evimizin yanına geldim. Yeni sahipleri namuslu kişilerdi, içeri davet ettiler. Misafir ettiler, evimizde geceledim ve babama telgraf yolladım: "Evimizde geceledim", diye... Ev sahipleriyle dost olduk.

1962 yılı kocamla Kırım'a yakın olan Novorossiyk şehrine göç ettik. 1989 yılı Bahçesaray'a geldi ve hükûmetten evimizi değil de, bir parça toprak talep ettik. Kaldırımlarda durduk, zorluklar çektik. Aldık bir çatı altı. Yani ev kurduk. Annem de geldi şehre. Çocuklarımla torunlarımla öz vatanımda yaşıyorum.

Bütün sürgün hikayelerine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Kırım Tatarca

Anam doğma Ayirgul köyünden. Babamnıñ babası Acı Ablâkim efendi olğan. Acılıqtan soñ Markur köyünde yerleşe, evlene. Babam 1900 senesi Markur köyünde dünyağa kelgen. Babam Zıncırlı medreseni bitirdi. Oqumış, bir qaç til, şu cümleden fransızcanı serbest bile edi. 1929 senesi babam Bağçasarayda evlene. Men 1930 senesi şu şeerde doğdım. Balalıqtan babamnıñ fransızca qonuşqanlarını eşitip, onıñ ders kitaplarını saifelep fransızcanı menimsedim. Mektepte resim dersini bizge belli ressam, qırımtatarcanı suvtilmaç bilgen Konstantin Yanovskiy bere edi. 1959 senesi ilk defa Qırımğa kelgenimde Yanovskiy ocam Çorabatırnı yırlağandır. Qırımtatar tili qatiyen yasaq olğan bir vaqıtta o, qorqmadan bizim tilimizde qonuştı, sürgünlikte yaşağan bağçasaraylı talebe ve tanışlarınen mektüpleşti. Ocam maña Qırım manzaralarına, tabiatqa sevgi aşlağandır.

Ekinci dünya cenki hatıraları aqılımdan iç çıqmaz. Şeerniñ merkezinde darağaçqa asılğan insanlar, şeerni basqan faşistler...

1944 senesi aprel ayında epsi erkeklerni cıyıştırıp aldılar. Babamnı da alıp kettiler. Anam ve biz üç bala qaldıq. Mayıs 18 künü tañda tatlı yuqudan uyandırdılar. Şaştıq-şaşmaladıq.  Men anama yardım ettim odır-budır almağa. Meşin çantaçığım bar edi. Ailemizniñ qıymetli eşyaları yani kelinlik fesi, quşağı,  nişanğa qoyulğan altın saati, yüzügi ve ilvanları, paralarımız saqlana edi. Çantaçıqnı qoluma alğanımda evimiz içinde bizni aşıqtırıp turğan tüfekli askerlerden biri çantanı elimden, boyuncağımnı boynumdan çekip aldı. Eger çantanı alıp olsaydım, belki eki qardaşım sürgünlikte açlıqtan ölmez ediler. Amma askerler bizge iç bir şey aldırmadılar, qıymetli eşyalarımıznı hırsızladılar. Evimizden quvıp çıqardılar, soñki kere evimiz yanındaki selbimizge baqtım.  Süren stantsiyasından yüklep alıp kettiler Uralğa. Baraklarğa yerleştirdiler. Men çalıştım,  dağ kestim, anam evde qardaşlarımnı baqtı. Çalışmaganlarğa 200 gramm ötmek bereler. Bizni sürgün etken yerde yaşağanlarnıñ episi bir zamanlarda biz kibi sürgün etilgenler edi.  Pek çekiştik. Özbekistanğa tüşkenlerniñ alı bizimkine köre  yahşıca eken, dep eşitemiz ve anda yaşağan halqımızğa qavuşmağa isteymiz.  Amma istegiñ kimseni meraqlandırmay. Andan yaqın aqrbalarıñdan çağırtuv kelmesi zarur. Ne ise, 1945 senesi yanvar ayında bizge davetname keldi. Komendnantımız zararsız bir adam edi, ailemizge at yekilgen çana berdi, oturıp kettik.  Yarı yolda atımız yıqıldı, ketmey, ağızından qan kele. Ayvan aç.  Arabacı bunı körip ağlay. Qardaşlarımnı arabacığa taşlap, anamnen ekimiz yardım qıdırıp kettik. Orman içinden ketemiz, etrafımızda da aç qaşqırlar çapışalar.  Kete-kete bir balaban baraqqa kelip çıqtıq. İçinde pek çoq adam, ortada soba yana, sıcaq. Biz anamnen kirgenimiznen ökürip ağladıq. Baraktaki adamlar tez çapıp, arabacını, atnı, qardaşlarımnı alıp keldiler, bizni ötmek ve çaynen sıyladılar. Saba tañ açılğanda  kene yolğa çıqtıq. Bir afta yürip Yoşkar-Ola şeerine yetip keldik. Kündüz yüremiz, geceleri ise qonmağa bir yer qıdıramız.  Her hangi köyde yardım etkenler rastkele edi.  Vokzalda bir trenge oturıp, soñ tren deñiştire-deñiştire kettik. Vokzallar adam tolu. Biñ türlü meşaqatlar esabına Taşkentke keldik, amma bizim menzilimiz - üç tizemi yaşağan Namangan vilâyetiniñ Çust qasabası. Amma bir kuruşımız yoq.  Keldik, amma tizelerimiz kendileri zil-zurna açlar, yarıçıplaqlar. Ne aş bar, ne de urbaları.  Ne ise, biz qapı-penceresiz bir evçikke yerleştik. Anam bir yerden toban tapıp ketirdi. Minderimiz toban, bir yorğan altında dörtümiz yatamız. Açmız, bir yutum qaynagan suv olsa da, dep hayallanamız. Anam iç çaresini tapalmağanından babamdan qalğan yekâne hatıra- saatini bir pitege deñiştirip keldi. 

Men babamnı qıdırıp, pek çoq yerlerge mektüpler yazdım. Açlıqtan alı pek fenalaşqan Aliye qardaşım dua ete: "Babaçığımnı daa bir kereçik körsem de, soñ ölsem de razım".  Alla qabul etti duasını, babamdan mektüp keldi. Men babama başımızğa tüşkenlerni "Bizim seyahatımız"  degen başlıqnen 6 saifelik mektüpte yazıp cevaplandım. 1946 senesi Nedim adlı oğlan qardaşım öldi. Anam özü barıp kömdi onı qabristanda. Babam onı körip yetiştiralmadı. O, 1947 senesi mart ayında kelip çıqtı, Aliye qardaşımnı qucağına alıp, nasıl qurtaracağını bilmeyip pek ağladı.  Babam işke kirgen soñ yaşayışımız biraz yengilleşti.

Bağaçasaraynı pek sağına edik. Şeerim tüşlerime kirdi, daima köz ögümde turdı. 1959 senesi babam öz talebelerinen Moskvağa sergige yollanmanen mukâfatlandı.  Babam meni de yanına aldı. Moskvanı kezdik, baqtıq, amma aqılım Qırımda. Babamnen paylaştım arzumnen. O, maña Aqmescitke bilet alıp berdi ve men kettim.  Doğmuş soqaqlarımnı kezip çıqtım, toya-toya nefes alam, toyalmayım. Evimizniñ yanına keldim. Yañı saipleri namuslı adamlar eken, içeri kirsettiler.  Musafir ettiler, evimizde geceledim ve babama telegramma yolladım: "Evimizde geceledim", dep. Ev saiplerinen dostlaştıq.

1962 senesi aqayımnen Qırımğa yaqın Novorossiysk şeerine köçtik. 1989 senesi Bağçasarayğa qayttıq ve ükümetten evimizni degil de, bir parça topraq soradıq. Piketlerde turdıq, zorluqlar çektik. Aldıq damartı. Yañı ev qurdıq. Anam da qayttı şeerge. Balalarım, torunlarımnen öz Vatanımda yaşayım.

Episi sürgün ikâyelerine mında basıp irişebilirsiñiz.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.