SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Çalıştay

QHA - Kırım Haber Ajansı - Çalıştay haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Çalıştay haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Ankara'da "Bugünkü Konjonktürde Uygur Sorunu" çalıştayı: Toplama kampları ve Çin’in asimilasyon politikaları ele alındı Haber

Ankara'da "Bugünkü Konjonktürde Uygur Sorunu" çalıştayı: Toplama kampları ve Çin’in asimilasyon politikaları ele alındı

Ankara Kent Konseyi ve Uygur Akademisi organizatörlüğünde 17 Eylül 2025 tarihinde “Bugünkü Konjoktürde Uygur Sorunu” çalıştayı düzenlendi. Ankara Kent Konseyinde düzenlenen çalıştaya; Tayvan’ın Ankara Büyükelçisi Volkan Chih-Yang Huang, Ankara Kent Konseyi Diplomasi Meclisi Başkanı eski Büyükelçi Metin Kılıç, Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil İbrahim Yılmaz, Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Turguncan Alavudun, Uygur Akademisi Başkanı Reşat Abbas, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkin Emet, Türkiye'nin Tahran eski Büyükelçisi Ümit Yardım katıldı. Çalıştayın açılış konuşmaları, Ankara Kent Konseyi Başkanı Yılmaz tarafından gerçekleştirildi. Yılmaz, Ankara’nın altı milyonluk nüfusuna rağmen yalnızca bir vilayet olmadığını, tarihî geçmişiyle mazlum milletlere ilham verecek bir “diriliş kenti” olduğunu vurguladı. Yılmaz kentte yaşayan farklı disiplinlerden bireylerin ve soydaşların karşılaştığı sorunların da Ankara’nın sorunu olduğunu söyledi. Çin hükûmetinin bölgede terör ve aşırılıkla mücadele gerekçesiyle çeşitli baskı politikaları yürüttüğünü belirten Yılmaz, uluslararası insan hakları örgütleri ve bazı devletlerin, toplu gözaltı kampları, dinî ve kültürel kısıtlamalar ve zorla çalıştırma gibi uygulamaları insanlık dışı olarak değerlendirdiğini ifade etti. Kent Konseyinin farklı disiplinlerden kişileri bir araya getirdiğini ve herkesin söz hakkı olduğu bir dayanışma merkezi oluşturduğunu belirten Yılmaz, “Uygur Akademisi ile ortak düzenlediğimiz çalıştay, kentin doğrudan bir sorunu gibi görünmese de kent sakinlerinin tartışmak istediği ve doğru bilgilendirme zemini oluşturmak istediği bir konuya ev sahipliği yapmak istedik.” dedi. Yılmaz, Ankara’nın mazlum milletlerin başkenti olma duygusunu yeniden vurguladı. Kendi mücadelesine güvenenlerin tartışmaktan çekinmeyeceğini ifade eden Yılmaz, “Tartışmaktan korkmadığımız duygularımızı özgürce masaya yatıracağımız bir akşamda ev sahibi olmanın onurunu yaşıyorum.” ifadelerini kullandı. SOYKIRIMCI ÇİN’İN UYGUR TÜRKLERİ ÜZERİNE İDDİALARI Prof. Dr. Emet ise konuşmasına, “İlk Müslüman Türk devletinin Karahanlılar tarafından kurulduğu, ilk Türk sürgününün yaşandığı, ilk felsefi hukuk kitabı Kutadgu Bilig’in yazıldığı Doğu Türkistan’da; Uygur, Hazar ve Kırgız Türkleri başta olmak üzere yaklaşık 25 milyon Müslüman Türk, Çin yönetiminin baskısı, insan hakları ihlalleri ve zulmüyle topyekûn yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.” ifadeleriyle başladı. Emet, 2009 yılından bu yana Türkiye’den gazeteciler ve akademisyenlerin Doğu Türkistan’a götürülerek propaganda amaçlı gezdirildiğini belirtti. Bu gezilerde dört ana söylemin öne çıkarıldığını ifade eden Emet, “Birincisi, ‘Uygurlar mutlu, dans ediyor’ algısı yaratılıyor. Giden heyetlere Uygurlar dans ettiriliyor, bu da Çin’in en bilindik dezenformasyon yöntemlerinden biri. Dans toplumsal mutluluğun göstergesi değil, sadece folklorik bir gösteridir.” dedi. “CAMİLER VAR AMA İÇİNDE CEMAAT YOK” Emet, ikinci iddianın Uygur Türkçesiyle ilgili olduğunu belirterek, “Sokakta ve çarşıda konuşmak serbesttir ancak 2017’den bu yana anaokulundan üniversiteye kadar eğitimde ana dil tamamen yasaklanmıştır.” ifadelerini kullandı. Üçüncü yalanın, “teknoloji ve araştırmalar gelişiyor” söylemi olduğunu dile getiren Emet, 2010’lardan sonra bu tür araştırmaların ve yayınların tamamen durdurulduğunu vurguladı. Dördüncü olarak ise din özgürlüğü konusuna değinen Emet, “Camiler var ama içinde cemaat yok, namaz kılmak yasak. Bu durum uluslararası raporlarla da tespit edilmiş durumda.” dedi. Toplama kamplarının inkâr edilmesine de tepki gösteren Emet, kendi 13 akrabasının kamptan çıktığını da sözlerine ekledi. Emet, Türkiye’de bu konunun daha çok gündeme taşınması gerektiğini vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı. “ÇİN, ÖNCELİKLE ANA DİLİ YASAKLADI” Uygur Akademisi Başkanı Abbas, “Çin’in Uygur Türklerine Uyguladığı Asimilasyon ve Soykırım Politikaları” isimli sunumu gerçekleştirdi. Abbas, Doğu Türkistan’da Çin’in yürüttüğü asimilasyon ve soykırım politikalarını ayrıntılı biçimde anlattı. 1 Eylül 2017’de yayınlanan bir genelgeyle Uygur Türkçesinin eğitim dilinden kaldırıldığını hatırlatan Abbas, “Bu genelge Çin Anayasası’na aykırı olmasına rağmen, 2017’den sonra Uygur çocukları okullarda yalnızca Çince eğitim almaya başladı. Üç yaşından itibaren ailelerinden koparılan çocuklar yatılı okullara gönderiliyor ve Çinli gibi yetiştiriliyor.” cümlelerini sarf etti. Abbas, Çin’in dinî özgürlükler üzerindeki baskılarına da değinerek, 2012’den bu yana Doğu Türkistan’daki en az 14 bin caminin yıkıldığını, minarelerin söküldüğünü, dinî kitapların toplanarak imha edildiğini söyledi. “Camilerin kapısına kartlı giriş sistemi getirdiler. Sadece 60 yaş üstü kişilere izin veriliyor. Pazartesi sabahları camilerde Çin bayrağı töreni yapılması zorunlu hâle getirildi.” diyen Abbas, Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere tüm dinî kitapların toplandığını, evlerin duvarlarına zorunlu propaganda yazıları asıldığını aktardı. ÇİNLİLER DOĞU TÜRKİSTAN’A GÖÇ ETTİRİLİYOR Ankara Kent Konseyi Diplomasi Meclisi Başkanı eski Büyükelçi Metin Kılıç, 2009’daki Ürümçi Katliamı'ndan bu yana Doğu Türkistan’a düzenli ziyaretler gerçekleştirdiğini aktardı. Kılıç, 2008’de gittiğinde Ürümçi, Kaşgar ve Turfan’ın geleneksel iki veya dört katlı binalardan oluştuğunu, yolların ağaçlıklı ve konaklama imkânlarının kısıtlı olduğunu belirtti. Kılıç, bölgedeki farklı resmî kurumların farklı saat dilimleri kullandığının, aradaki fark nedeniyle uçak bileti sıkıntısı yaşandığının altını çizdi. Ayrıca Kılıç, 2010 yılına gelindiğinde Turfan’a yoğun Çinli göçü başladığını, restoran ve otellerde çoğunluğun Çinlilerden oluştuğunu dile getirdi. Kılıç, sosyal önlemler konusunda da gözlemlerini paylaştı. Uygurların Çin’in diğer sanayileşmiş bölgelerine gidip dönmesinin engellendiğini, oturum sisteminin bunu sınırladığını belirtti. Ayrıca Kılıç, üniversite mezunlarının devlet memurluğu sınavını kazanmaları durumunda zorunlu hizmet için Doğu Türkistan’a gönderildiğini ve her köyde bir kişi görevlendirildiğini ifade etti. Eski Büyükelçi bu uygulamalarla gençlerin bölgeden ayrılmasının ve kültürel asimilasyonun kontrol altına alındığını bildirdi. “BİZ KENDİ KİMLİĞİMİZİ DOĞU TÜRKİSTAN’DA SAVUNUYORUZ” Türkiye'nin Tahran eski Büyükelçisi Yardım konuşmasında, günümüzde uluslararası kuruluşların tarihle hesaplaşma eğilimi gösterdiğini vurguladı. Birleşmiş Milletler (BM) sisteminde Afrika halklarının hak arayışlarının gündeme geldiğini anımsatan Yardım, Türkleri ilgilendiren meselelerin ise çoğunlukla sessizlik içinde kaldığını belirtti. Eski Büyükelçi, Sibirya’dan Balkanlar’a, Almanya’ya kadar uzanan coğrafyada Türk konularının yeterince gündeme gelmediğine dikkat çekti. Yardım, Doğu Türkistan meselesinin Türk halkı tarafından uzun yıllardır sahiplenildiğini, 60-70 yıl önceki basında aydınların konuyu öncelikli olarak ele aldığını söyledi. Öte yandan Yardım, bu sorumluluğun hukukî zeminde de karşılığının olması gerektiğini vurguladı; aksi takdirde bunun yalnızca sözle kalınacağını ifade etti. Çin’le ilişkilerde Türkiye’nin kimliğinin önemli bir etki unsuru olduğunu belirten Yardım, Çin’in asıl olarak Türkiye’nin duruşundan etkilendiğini şu ifadelerle aktardı: Herkes şundan emin olmalıdır: Çin Batılı ülkelerden etkileniyor, ancak asıl korktuğu ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin kimliği -yani bir Türk kimliğinden söz edecek olursak- ana merkezi Uygurların kendisi ve Doğu Türkistan’dır. Çin bunu anladığında ve biz de niyetimizi doğru bir şekilde anlatabildiğimizde, önemli bir engeli aşmış olacağız. Biz kendi kimliğimizi, Türk kimliğini Doğu Türkistan’da savunuyoruz. DÜNYA UYGUR KURULTAYI BAŞKANINDAN ASİMİLASYON MÜHENDİSLİĞİNE KANMAYIN ÇAĞRISI Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Alavudun sözlerine, bugünkü paylaşımın yalnızca bir insan hakları meselesi olmadığını, insanlığa karşı işlenmiş ve gizlenmeye çalışılan bir trajedi, yani sistematik bir soykırım olduğunu vurgulayarak başladı. Alavudun, milyonlarca Uygur Türkünün hiçbir suçu olmadan etnik kimliği ve dinî inancı nedeniyle toplama kamplarına hapsedildiğini, kadınların baskıya maruz kaldığını, doğum oranlarının kasten düşürüldüğünü ve çocukların ailelerinden koparılarak Çin’in asimilasyon okullarına yerleştirildiğini ifade etti. Ayrıca cami, medrese ve türbelerin sistematik olarak yıkıldığını, dinî kimliğin hedef alındığını belirten Alavudun, halkın kimlik, dil ve inançlarının zorla silinmeye çalışıldığından söz etti. Alavudun, Çin’in zulmü gizlemek için sahnelediği propagandaların, toplama kamplarını mesleki eğitim merkezleri olarak pazarlaması, uluslararası basına gösterilen mutlu sahneler, sahte sosyal medya kampanyaları ve diplomatik baskılarla gerçeklerin gizlenmeye çalışılmasını eleştirdi. Alavudun, “Oysa gerçek şudur: Doğu Türkistan’da her sokakta gözetleme sistemleri, yüz tanıma teknolojileri ve evlerde izleme mekanizmaları vardır. Bu bir halka karşı gözetim ve asimilasyon mühendisliğidir.” dedi. DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM YAŞANIYOR, TÜRKİYE’YE DÜŞEN ROL NEDİR? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) geçmişte bazı milletvekillerinin Doğu Türkistan’daki ihlallere ilişkin araştırma önergeleri sunduğunu hatırlatan Alavudun, Türkiye’nin tarihî sorumluluğuna dikkat çekti. Alavudun ayrıca, Türkiye’nin dil, kültür, inanç ve tarih bağlarıyla Doğu Türkistan’la derin bir kardeşlik ilişkisine sahip olduğunu, bu topluluğun yaşadığı zulmün ulusal vicdanı da etkilediğini belirtti. Alavudun, dünyanın Doğu Türkistan’ı tanımazken Türkiye’nin sahip çıktığını ve merhum liderler Mehmet Emin Buğra ile İsa Yusuf Alptekin’in bu davası uluslararası platformlara taşıdığını vurguladı. Öte yandan Alavudun, şu an Türkiye’nin Doğu Türkistan meselesinde sessiz kaldığını ve 11 ülke parlamentosunun Çin’in uyguladığı soykırımı tanırken, TBMM’de bu konunun gündeme getirilemediğini şu şekilde ifade etti: Birincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Çin’in Doğu Türkistan’da işlediği insanlık suçlarını kınayan, partiler üstü bir deklarasyon hazırlanmalıdır. İkincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, Doğu Türkistan’da yaşanan hak ihlallerini inceleyecek bir araştırma komisyonu oluşturulmalıdır. Üçüncüsü, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygurlara ve diğer Türk topluluklara yönelik uyguladığı soykırımı tanımalı ve bu soykırımın durdurulması için uluslararası platformlardaki gücünü kullanmalıdır. Dördüncüsü, Türkiye, uluslararası platformlarda Doğu Türkistan konusunda etkin bir aktör olmalıdır. Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Komisyonu ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi kuruluşlarda güçlü bir ses oluşturmalıdır. Beşincisi, Türkiye’de yaşayan Doğu Türkistanlılara Türk vatandaşlığı veya uyum desteği sağlanmalı ve onlara hukuki, eğitimsel, sağlık ve sosyal destekler verilmelidir. İade edilmelerine karşı da her türlü koruma sağlanmalıdır. TOPLAMA KAMPLARININ TANIĞI ÇALIŞTAYA DAMGA VURDU Çin'in sistematik baskı ve asimilasyon araçlarından biri olan toplama kamp şahidi Kalbinur Sıddık, işkence odalarındaki yaşadığı vahşeti anlattı. Sıddık, buraya özellikle 18-45 yaş arasındaki kadınların hapsedildiğini ve genç kızların toplamın yüzde 90’ını oluşturduğunu, 40 yaş üstü kadınların ise yüzde 10’luk bir kısmı kapsadığını belirtti. Sıddık, kamplarda uygulanan işkencelerin dört temel yöntem; elektronik şok cihazları, darbe makineleri ve çeşitli fiziksel işkenceler ile gerçekleştirildiğini belirterek, “Kampta kalan kadınların saçları zorla kesiliyor. Psikolojik baskıya maruz bırakılıyor ve hamile kadınlar özel olarak hedef alınıyordu. 18-20 yaşlarındaki gençler zorla çalıştırılıyor, maaşları verilse de yaşam koşulları oldukça zordu. Erkeklerin evlerine gözetleyiciler yerleştirilmiş ve özel yaşamlarına müdahale edilmişti; birçok kişiye tecavüz edilmişti.” dedi. Sıddık, kampta geçirdiği süre içerisinde kendisinin de zorla kürtaj edildiğini sözlerine ekledi. "TÜRKİYE’DE SEVGİYLE KARŞILANDIM" Sıddık, Doğu Türkistan’da milyonlarca insanın toplama kamplarında tutulduğunu ifade etti. Sıddık toplama kampından çıktıktan sonra yaşadığı işkenceleri 15'ten fazla ülkeye giderek anlattığını ifade etti. Sıddık, kampta yaşadıklarını ve yaptığı şikayetleri dile getirdiğini için 2021 yılında Çinli polislerin kendisini aradığını ve eşinden zorla ayrılması için baskı yaptıklarını aktardı. İlk kez Türkiye’ye geldiğini ve burada güven içinde karşılandığını söyleyen Sıddık, Türk halkının ve ABD ile Avrupa halkının Doğu Türkistan’a sahip çıkması gerektiğini vurguladı. Çalıştay, siyasi isimler tarafından bildirilen diplomatik mesajlarla sona erdi. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili Ayyüce Türkeş Taş, “Söz konusu Doğu Türkistan olunca İsmail Bey Gaspıralı’yı, Mehmet Emin Buğra’yı, Yusuf Ziya Alptekin’i ve babam Başbuğ Alparslan Türkeş’i ve tabii ki Mustafa Kemal Atatürk’ü minnetle ve rahmetle anmamak mümkün değil. Onların ne büyük vizyon sahibi olduğunu ve gerçekten ne büyük hizmetler ettiğini özellikle biz, yani ben kendi adıma söylüyorum ki siyasete girdikten sonra çok daha iyi anladık ve gördük.” ifadelerini kullandı.

“Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler” başlıklı çalıştay heyetinin son durağı İstanbul oldu Haber

“Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler” başlıklı çalıştay heyetinin son durağı İstanbul oldu

Şefika Gaspıralı Uluslararası Kadın Birliği ve Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Merkezi iş birliğinde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Kanada MacEwan Üniversitesi, Alberta Üniversitesi ile Kanada Ukrayna Çalışmaları Enstitüsü ortaklığında "Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler" başlıklı çalıştay, 14 Haziran 2025 tarihinde düzenlediği İstanbul programı ile sona erdi. Kırım Tatar Millî Meclisi (KTMM) üyesi ve Şefika Gaspıralı Uluslararası Kadın Birliği Başkanı Prof. Dr. Gayana Yüksel, MacEwan Üniversitesi Ukrayna Kaynak ve Gelişim Merkezi (URDC) Direktörü Larısa Hayduk, Alberta Üniversitesi Kanada Ukrayna Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Natalya Hanenko-Friesen, MacEwan Üniversitesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Shelby LaFramboise, Alberta Üniversitesi Öğr. Üyesi Doç. Dr. Paul L. Gareau, MacEwan Üniversitesi Sağlık ve Toplum Çalışmaları Kütüphanecisi Lindsey Whitson, Alberta Üniversitesi Yerli Kırım Tatar Çalışmaları alanında doktora öğrencisi Nara Narimanova, Kıyiv Mohıla Akademisi Ulusal Üniversitesi (NaUKMA) Öğr. Gör. Kırım Çalışmaları Araştırma Merkezi Başkanı Martin Oleksandr Kıslıy, KTMM üyesi Abmescit Süleymanov ve Araştırmacı Nur Kançal’dan oluşan heyet Kırım Tatar Kültür ve Yardımlaşma Derneği İstanbul Şubesi’ne anlamlı bir ziyaret gerçekleştirdi. Dernekte Kırım Tatarları ve Kanada’nın yerli halklarının kaderine dair derin bir sohbet gerçekleştirildi. Sürgün, toprak kaybı, kimlik mücadelesi gibi konularda Kırım Tatar ve yerli Kanada halklarının tarihsel tecrübeleri ve hâlihazırda karşılaştıkları zorluklar arasında birçok ortak nokta olduğu ele alındı. Buluşmada Alberta Üniversitesi Öğr. Üyesi Doç. Dr. Paul L. Gareau, Kanada’nın Métis halkına ait geleneksel bir kuşak olan “sash”ı Kırım Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Celal İçten’e hediye etti. Bu kuşak, Métis halkının kimliğinde önemli bir yer tutuyor; hem erkekler hem de kadınlar tarafından takılıyor ve bağlılık, kuşaklar arası aktarım, diyalog ve karşılıklı saygının sembolü olarak biliniyor. Heyet ayrıca İstanbul'un tarihî kültürel zenginliklerini de ziyaret etti.

“Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler” isimli çalıştay Ankara’da başladı Haber

“Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler” isimli çalıştay Ankara’da başladı

Şefika Gaspıralı Uluslararası Kadın Birliği ve Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Merkezi iş birliğinde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Kanada MacEwan Üniversitesi, Alberta Üniversitesi ile Kanada Ukrayna Çalışmaları Enstitüsü ortaklığında "Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler" başlıklı çalıştay, 12 Haziran 2025 tarihinde ODTÜ ev sahipliğinde saat 09.30’da Ankara’da başladı. "Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler" başlıklı çalıştayın açılış konuşmalarında ilk olarak, ODTÜ Öğr. Görevlisi Taner Zorlu söz aldı. Zorlu konuşmalarına bu çalıştayı mümkün kılan kurumlara teşekkürlerini ileterek başladı ve “Umarım bu çalıştay, hem Kırım Tatarlarının hem de çevredeki tüm yerli halkların hak ve özgürlüklerine yönelik çalışmalara ve sorunlarını çözmesine yardımcı olur.” dedi. “KIRIM TATARLARININ TARİHİ KAPANMIŞ BİR SAYFA DEĞİLDİR” ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Yozgatlıgil, konuşamalarına Kırım Tatarlarının Türkiye için sadece akademik bir ilgi konusu olmadığını belirterek başladı. Yozgatlıgil, “Kırım Tatarları, Türkiye için, bizim için sadece akademik bir ilgi konusu olarak sınırlandırılamaz. Onlar, Kırım Yarımadası'ndaki uzun süreli varlıklarıyla göç, değişen siyasi manzaralar ve kültürel çeşitlilikle şekillenen uzun bir tarihe sahip olan, ancak dilleri, hafızaları ve aidiyet duyguları yeni olan insanlardır. Onların tarihi kapanmış bir sayfa değildir. Gelişmeye, bize meydan okumaya ve kimlik, adalet ve aidiyetler hakkında daha geniş konuşmalara hitap etmeye devam ediyor.” ifadelerini kullandı. Bununla birlikte gerçekleşen çalıştayın önemine vurgu yapan Yozgatlıgil, “Kırım Yarımadası'nın yerli topluluklarından biri olarak tanınan Kırımlı Tatarlarının derin tarihî kökleri yüzyıllar öncesine uzanmaktadır. Varlıklarını sürdürmeleri, kendilerine özgü dilleri ve kültürel pratikleri ile ata yurtlarıyla olan uzun süreli bağları, güçlü bir aidiyet ve kimlik duygusunu yansıtmaktadır. Bu tarihî ve kültürel sürekliliğin kabul edilmesi, bölgesel tarih anlayışımıza ve uluslararası hukuk, kültürel miras ve insan hakları alanlarındaki daha geniş tartışmalara anlamlı bir katkı sağlamaktadır. Bu çalıştay, Kırım Tatarlarının tarihini ve kültürünü daha iyi anlamak ve onların akademik ve kültürel hayattaki yeri üzerine düşünmek için değerli bir fırsat sunmaktadır.” dedi. “BU ÇALIŞTAY DÂHİYANE VE YENİLİKÇİ” Kanada'nın Ankara Büyükelçisi Kevin Hamilton, Kanada’nın yerli halkları olan Métis ve Inuit halklarıyla uzlaşma sağlamak için çok fazla çaba sarf ettiğini belirtti. Bu sebeple de gerçekleşen çalıştayın önemine vurgu yapan Hamilton, “Elbette ülke genelinde yerli kimlikleri var, ancak bu yerli kimliklerini içine alan ve Kanada'yı bir ulus ve uluslararası sahnede bir aktör olarak bu kadar özel kılan şeyin bir parçası haline getiren millî bir kimlik var. Bu nedenle Kanada'nın yerli halklarının Alberta Üniversitesi ve MacEwan Üniversitesi aracılıyla bir araya gelmesini dâhiyane buluyorum.” şeklinde konuştu. Büyükelçi cümlelerini, “Çalıştayın Kanada'nın yerli halklarının işgal altındaki Kırım'ın yerli halkı olan Kırım Tatarları ile bağlar kurma öngörüsüne ve yaratıcılığına sahip olması, çok dâhiyane ve yenilikçi. Bunun harika bir girişim olduğunu düşünüyorum ve buradaki çalışmalarınız sırasında elde edeceğiniz sonuçları, yeni yolları ve yakınlıkları, ortak noktaları duymak için sabırsızlanıyorum.” ifadelerini ile sonlandırdı. “ŞÜPHESİZ KIRIM İŞGALDEN KURTULACAKTIR” Ukrayna’nın Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Denis Zolotarov cümlelerine, Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi Neriman Celal’in çalıştayın başarılı geçmesini dilediği bir mesajını ileterek başladı. Zolotarov Kırım’ın 2014 yılında işgal edilmesine ithafen, “Rusya'nın Kırım'ı işgal ettiğini ve Kırım'ın, yani Ukrayna'nın yerli halklarından birinin ana vatanı olan Kırım'da askerî üs inşa ettiğini biliyoruz.” dedi. Zolotarov ayrıca, Ukrayna’nın Kırım Tatarlarının Kırım’ın yerli halkı ve Kırım Tatar Millî Meclisinin (KTMM) Kırım Tatarlarının resmî meclisi olarak tanıdığını hatırlattı. Kırım Tatarlarının Türkiye ve Ukrayna arasında bir köprü olduğunu belirten Zolotarov, “Ancak hiç şüphe yok ki, Ukrayna bu savaşı kazanacak ve Kırım Tatarları tarihî vatanları Kırım'a geri dönerek orada yaşamaya devam edecek.” dedi. YÜKSEL’DEN ÇALIŞTAYIN BİRLEŞTİRİ GÜCÜNE VURGU KTMM Üyesi ve Şefika Gaspıralı Uluslararası Kadın Birliği Başkanı Prof. Dr. Gayana Yüksel, gerçekleştirdiği konuşmada, "Transatlantik Atölyesi: Kırım Tatar ve Kanada Yerli Halklar Çalışmalarında Perspektifler" başlıklı çalıştayın uzun süredir devam eden bir diyaloğun, karşılıklı güvenin ve akademik değişimin değerine, kimlik ve tarihsel hafıza hakkının önemine ve dünya genelinde yerli halkların hakları için verilen mücadelede çabaların birleştirilmesi gerektiğine dair ortak bir inancın sonucu olduğunu söyledi. Aynı zamanda söz konusu projenin temelinin 2023 yılında atıldığını belirten Yüksel, “Bu girişim 26 Ağustos-17 Eylül 2023 tarihleri arasında bir proje başlattı ve bu projenin bir parçası olarak Kanada yerli halkları ile Ukrayna toplumu üyelerini Ukrayna kültür köyünde ve yerli geçidinde iki günlük bir keşif programında bir araya getirdi.” dedi. Yüksel gerçekleşen bu çabalar sayesinde bu çalıştayın düzenlendiğine vurgu yaptı ve “Bugün burada, Türkiye'nin kalbinde, ortak zorlukları, tarihleri ve uzmanlıkları tartışmak üzere bir arada bulunabiliyoruz. Bu etkinliklerin özü ve ruhu, kıtalar arasında, topluluklar arasında, tarihsel travma deneyimleri ile yasal, eğitimsel ve kültürel koruma için çağdaş stratejik çabalar arasındaki kesişme noktasında yatmaktadır.” ifadelerini kullandı. “UKRAYNA KÜLTÜREL ÇALIŞAMALARI ALANINDA SESLERİ YÜKSELTMEK İÇİN BURADAYIZ” MacEwan Üniversitesi Ukrayna Kaynak ve Gelişim Merkezi (URDC) Direktörü Larısa Hayduk cümlelerine Türkçe olarak, “Günaydın, burada olmak çok güzel. Kapılarınızı bize açtığınız için teşekkür ederiz.” diyerek başladı. Hayduk konuşmasının devamında, direktörü olduğu Kaynak ve Gelişim Merkezinin (URDC) kuruluş aşamaların ve tarihini anlattı. Bu bağlamda Hayduk, “Temsil ettiğim Ukrayna Kaynak ve Gelişim Merkezi, 1988 yılında MacEwan Üniversitesi bünyesinde kurulmuş bir kurumdur. Merkez, en başından beri çiftçi değişiminden ESL programlarına, kapsayıcı eğitimden sanat iş birliğine ve sağır ve işitme güçlüğü çeken topluluklara yönelik çalışmalara kadar çok sayıda Kanada-Ukrayna projesinde aktif olarak yer almıştır.” dedi. Bununla birlikte Rusya'nın Ukrayna'ya karşı 24 Şubat 2022 tarihinden bu yana sürdürdüğü topyekûn işgal girişimi ve saldırılarına atıf yapan Hayduk, “2022 yılında, acımasız Rus işgali sırasında Ukraynalı meslektaşlarımızı desteklemek için Ukrayna Odak programımızı önemli ölçüde yoğunlaştırdık. Merkez, eğitim, araştırma, kültürel değişim ve toplum bağlantıları için hayati bir merkezdir. Öğrenciler, öğretim üyeleri ve topluluklar için yerel ve uluslararası düzeyde anlamlı fırsatlar yaratıyoruz. Ve tüm çalışmalarımız güvenilir, anlamlı ilişkilere ve karşılıklılığa dayanıyor.” şeklinde konuştu. Hayduk cümlelerini, “Bu proje, açıklık ve cesaretle bir araya geldiğimizde neler olabileceğinin bir kanıtıdır. Diyaloğu sürdürmek, karşılıklı ilgi alanlarını keşfetmek, hikâyeler paylaşmak ve özellikle Ukrayna kültürel çalışmaları alanında sesleri yükseltmek için buradayız.” şeklinde sonlandırdı. “KIRIM TATARLARI İÇİN BURADAYIZ” Alberta Üniversitesi Kanada Ukrayna Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Natalya Hanenko-Friesen, Kanada Ukrayna Çalışmaları Enstitüsünün 1974 yılında Sovyetler Birliği zamanında çalışmalarına başladığını söyledi. Hanenko-Friesen, “Enstitüde benden önce görev yapan meslektaşlarım, seleflerim, sadece kendi toplumlarının üyeleri için bir eğitim enstitüsü inşa etmediklerini biliyorlardı. Hayır, onlar Ukrayna, Sovyetler Birliği rejimi altındayken Ukrayna çalışmalarına odaklanmayı sürdürmek ve Ukrayna çalışmalarını inşa etmek için bir güç merkezi, bir kale inşa ediyorlardı.” dedi. Bununla birlikte enstitünün 2014'ten ve 2022'den bu yana, Ukrayna ile ortaklaşa, Ukrayna'yı desteklemek için çalıştığını belirten Khanenko-Friesen, “Bu nedenle, hem Ukrayna'daki hem de Kanada'daki yerel Ukrayna toplumuna katılmanın, önümüzdeki günlerde yapacağımız görüşmelerde önemli bir noktaya geldiğini ve bu birkaç gün birlikte çalışacağımızı açıklıyorum. Kırım Tatarları çalışmalarını geliştirme çabalarını desteklemek ve Rus işgalinden kurtulduğunda evlerine dönmeyi özleyen Kırım Tatarlarının gelecek nesillerini inşa etmek için buradayız.” cümlelerini sarf etti. İLK OTURUMDA KANADA’NIN YERLİ HALKLARI ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALARA ODAKLANILDI Çalıştayın birinci oturumu, “Kanada’da Yerli Bilgi Sistemleri” başlığı altında yapıldı. Oturumun ilk konuşmacısı MacEwan Üniversitesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Shelby LaFramboise, Kanada’nın yerli halklarından “Michif/Métis” yerlilerinin toplumsal yaşamları, kültürleri ve tarihleri üzerine bir konuşma gerçekleştirdi. LaFramboise, Ailesinin Kızıl Nehir bölgesinden geldiğini ve geleneksel olarak ova halkı olduklarını ifade etti. Ayrıca LaFramboise, konuşmasında, yerle bağlantı, göç yolları, anlaşmalar (treaty), ve zorla yerinden edilmenin yarattığı tarihsel travmalara değindi. Alberta Üniversitesi Öğr. Üyesi Doç. Dr. Paul L. Gareau da Kanada’nın “Michif/Métis” yerlilerinin toplumsal yaşamları, kültürleri ve tarihleri üzerine bir konuşma gerçekleştirdi. Ayrıca Yerli Çalışmalar Fakültesinin hayata geçirdiği çalışmalar hakkından bilgi verdi. MacEwan Üniversitesi Sağlık ve Toplum Çalışmaları Kütüphanecisi Lindsey Whitson, kütüphaneciliği yalnızca teknik bilgi sunma pratiği olarak değil, topluluklarla uzun vadeli, güvene dayalı ilişkiler kurma süreci olarak tanımladı. Whitson özellikle Alaska Yerlileri Merkezi ve Ukrayna Kaynak Geliştirme Merkezi ile yürüttüğü iş birliklerinden bahsetti. Bu merkezlerle kurduğu ilişkilerin yalnızca mesleki değil, aynı zamanda yaşam biçimini dönüştüren ilişkiler olduğunu vurguladı. Alberta Üniversitesi Kanada Ukrayna Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Khanenko-Friesen, konuşmasında özellikle yerli akademisyenlerin ve toplulukların seslerinin önceliklendirildiği alanlarda çok sesliliği nasıl mümkün kılacaklarını düşünerek bu oturumu kurguladıklarını ifade etti. Ukrayna kökenine de değinen akademisyen, Sovyetler Birliği döneminde anadilini ve tarihini öğrenme hakkının elinden alındığını hatırlatarak, bu kimlik bastırmasının yerli halkların yaşadığı deneyimlerle bazı benzerlikler taşıdığını söyledi. Ayrıca Ukrayna çalışmaları alanındaki kurumsal temsilciliğiyle, hem yerli halklarla hem de Kırım Tatarları gibi diğer yerinden edilmiş halklarla bağ kurmaya çalıştıklarını vurguladı. Alberta Üniversitesi Yerli Kırım Tatar Çalışmaları alanında doktora öğrencisi Nara Narimanova, sözlerine Kırım Tatarca dilinde kendini tanıtarak başladı. “Ana dilim Kırım Tatarca. Size bu dilde kendimi tanıtmak, sizinle ilk bağı böyle kurmak istedim.” diyen Narimanova konuşmasında, hem Kanada’daki yerli halklarla geliştirdiği ilişkileri hem de Kırım Tatarlarının tarihsel ve güncel mücadelelerini anlattı. 2014’teki Rusya’nın Kırım’ı işgali sonrası Ukrayna’ya taşındığını belirten Narimanova, diaspora içinde kimlik arayışının ve ortak belleğin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekti. Ayrıca Kanada’daki eğitim sürecine dair de konuşan Narimanova, aldığı doktora eğitiminin bakış açısını değiştirdiğini kaydetti. Fakültenin yerli halkların bilgi sistemlerini merkeze alan bu akademik ortamda “batılı bilgi”ye karşı eleştirel bir duruş geliştirdiğini söyleyen Narimanova, Kırım Tatarlarının da benzer bir bilgi sömürüsüyle karşı karşıya olduğunu belirtti. Narimanova, “Ama Kırım Tatarları çok misafirperver insanlar. Kırım Tatarlarına gerçekte ne olduğunu başkalarının da bilmesini istiyorlar. Tüm bilgileri paylaşmak istiyorlar. Ben, araştırmacıların bulguları gerçekten kabul etmelerini ve paylaşmalarını istiyorum.” dedi. Gerçekleşen çalıştay kapsamında, Türkiye, Kanada ve Kırım’dan gelen akademisyenler ve araştırmacılar heyeti, ODTÜ Rektörü Ahmet Yozgatlıgil ile görüştü. Ayrıca heyet ilk oturum sonrasında aile fotoğrafı çektirdi.

SAHA İstanbul Milli Test ve Sertifikasyon Çalıştayı (MİLTES) tamamlandı Haber

SAHA İstanbul Milli Test ve Sertifikasyon Çalıştayı (MİLTES) tamamlandı

Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük sanayi kümelenmesi olan SAHA İstanbul tarafından hayata geçirilen Milli Test ve Sertifikasyon Çalıştayı (MİLTES), savunma, havacılık ve denizcilik başta olmak üzere birçok sektörde test ve sertifikasyon süreçlerinin geliştirilmesini odağına alan önemli bir buluşmaya sahne oldu. Türkiye Cumhuriyet, Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığının destekleriyle Teknopark Ankara’da düzenlenen etkinlikte, kamu ve özel sektörden çok sayıda uzman ve yönetici bir araya geldi. Katılımcılar, gün boyunca gerçekleştirilen teknik sunumlar ve panel oturumlarıyla sektörün karşılaştığı zorluklara birlikte çözüm aradı. ÜRETİMİN KALBİNDE: TEST VE SERTİFİKASYON Çalıştayın açılışında konuşan SAHA İstanbul Genel Sekreteri Levent Kerim Uça, test ve sertifikasyonun üretim süreçlerinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini vurgularken, bu alandaki ulusal kapasitenin artırılmasının sektörün rekabetçiliği açısından kritik önem taşıdığını dile getirdi. SAHA İstanbul bünyesindeki 10 teknik komite ile savunma, havacılık ve uzay sanayi alt sektörlerini yakından takip ettiklerini dile getiren Uça, "Bu çalıştay, komite çalışmalarımızın da bir devamı niteliğinde. Daha önce gerçekleştirdiğimiz Milli Havacılık Endüstrisi (MİHENK) ve Milli Mühendislik Yazılımları çalıştaylarının ardından, bugün de test, sertifikasyon ve uygunluk değerlendirme sektörümüzdeki gelişmeleri değerlendirecek, konuyla ilgili tüm tarafların katkısıyla sektörün ihtiyaçlarına çözüm arayacağız. Birlikte öğrenmek, fikir üretmek ve yön vermek için buradayız." dedi. Açılışta ayrıca Savunma Sanayii Başkanlığı Kalite Test ve Sertifikasyon Daire Başkanı Tolga Sayın, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Otomotiv Sanayi Daire Başkanı Hasan Semiz ve Millî Savunma Bakanlığı Bakan Yardımcısı Şuay Alpay da söz alarak test ve sertifikasyonun sektörel gelişim içindeki stratejik rolüne dikkat çekti. TEST VE SERTİFİKASYONUN GELECEĞİ PANEL OTURUMLARINDA MASAYA YATIRILDI Çalıştay, test ve sertifikasyon konularının farklı açılardan ele alındığı dört ayrı panel oturumuyla devam etti. İlk olarak düzenlenen “Millî Havacılıkta Test ve Sertifikasyon: Mevcut Durum ve Geleceğe Bakış” panelinde, havacılık sektöründeki uygulamalar, uçuşa elverişlilik kriterleri ve üretim organizasyonlarına yönelik standartlar değerlendirildi. İkinci oturumda denizcilik sektörü gündeme alındı. “Deniz Teknolojileri: Test ve Sertifikasyon Yaklaşımları” başlıklı panelde, Türk Loydu ve ilgili kurumlar deniz platformlarında kalite güvencesi sağlama yöntemlerini paylaştı. Üçüncü panelde ise daha geniş bir perspektifle ilerleyen çalışmalara odaklanıldı. “Geleceğe Hazırlık: Test ve Sertifikasyon Alanında Ulusal Stratejiler” başlığı altında, ASELSAN, ROKETSAN, MKE ve TUSAŞ gibi kuruluşların temsilcileri, Türkiye'nin yerli test altyapısına dair vizyonunu ortaya koydu. Yerli çözümler, millîleşme oranı ve koordinasyon ihtiyacı öne çıkan başlıklar arasında yer aldı. Günün son panelinde ise “Eğitimle Güçlenen Test ve Sertifikasyon Ekosistemi” konusu masaya yatırıldı. Savunma Sanayii Akademisi, TSE, TÜRKAK, Sabancı Üniversitesi ve TRtest temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen oturumda, nitelikli insan kaynağı ihtiyacı, akredite eğitim sistemleri ve yaşam boyu öğrenme kültürü üzerinde duruldu. ORTAK AKILLA GÜÇLENEN YERLİ KAPASİTE Türkiye’nin savunma ve havacılık sektörlerinde artan test ve sertifikasyon ihtiyaçlarına kalıcı çözümler üretmeyi hedefleyen MİLTES, “Kaliteli Üretim, Güvenilir Sertifikasyon, Küresel Rekabet” ilkeleri çerçevesinde şekillendi. Etkinlik boyunca, farklı kurumlardan gelen temsilciler hem bilgi ve deneyimlerini paylaştı hem de yeni iş birliklerinin temelini attı. Platform düzeyinde test süreçleri, yapay zekâ destekli doğrulama sistemleri, insan kaynağı ihtiyaçları ve akreditasyon mekanizmaları gibi konuların ele alındığı çalıştay, aynı zamanda bir “ortak akıl” buluşması niteliği taşıdı. SAHA İstanbul, bu alanda sürdürülebilir bir ekosistem oluşturmak adına çalışmalarını tüm paydaşlarla iş birliği içinde sürdürmeye devam edecek.

“Yerlilik ve Ulusötesilik: Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi ve Ulusötesi Yaklaşımların Zorlukları” isimli çalıştay tertip edildi Haber

“Yerlilik ve Ulusötesilik: Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi ve Ulusötesi Yaklaşımların Zorlukları” isimli çalıştay tertip edildi

Carleton Üniversitesi Avrupa, Rusya ve Avrasya Çalışmaları Enstitüsü (EURUS), 5 Mayıs 2025 tarihinde “Yerlilik ve Ulusötesilik: Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi ve Ulusötesi Yaklaşımların Zorlukları” konulu çevrim içi bir çalıştay düzenledi. Ukrayna, Türkiye Cumhuriyeti, Kanada, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avusturya ve Polonya'dan akademisyen ve uzmanları bir araya getiren çalıştayda; yerinden edilmenin Kırım Tatarlarının milli anlayışlarını, kimlik politikalarını ve benliklerini şekillendirmedeki etkisi ele alındı ve ulusötesiliğin etno-kültürel adalet, kimlik inşası, kurumsal oluşum ve küresel aktivizm süreçleri incelendi. Çalıştayın oturum başkanlıkları; Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) Dr. Öğretim Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu ve Carleton Üniversitesi Rusya ve Avrasya Çalışmaları Enstitüsü (EURUS) Öğr. Üyesi Prof. Dr.  Malina Nikolko tarafından yapıldı. “KIRIM TATARLARININ UKRAYNA’YA BAĞLILIĞI KENDİ TERCİHLERİDİR” Çalıştayın birinci paneli, “Sınırlar Yoluyla Yerlilik: Kırım Tatarlarının Yerinden Edilmesi, Hafızası ve Ulusötesi Aidiyeti” başlığıyla düzenlendi. Carleton Üniversitesi EURUS Başkanı Doç. Dr. Paul Goode’nin sunuculuğunu üstlendiği panelde; Viyana İnsan Bilimleri Enstitüsü (IWM) Avrupa Diyaloğunda Ukrayna programında görevli olan Araştırma Görevlisi Mariya Şınkarenko, “Yerli Benliği ve Sınırları: Kırım Tatarları ve Kimlik Politikası” konulu bir sunum yaptı. Şınkarenko, Kırım Tatarlarının yerli halk olarak tanınmasının sadece kimlik değil, aynı zamanda toprak üzerindeki meşruiyetle doğrudan ilişkili olduğunu vurguladı. Şınkarenko, Rusya’nın Kırım Tatarlarını yerli halk olarak tanımamasının, bu nedenle politik bir tercih olduğunu söyledi. Kırım Tatarlarının Ukrayna’ya olan bağlılığını da yerli kimliğin bir parçası olarak tanımlayan Şınkarenko, “Devlete duyulan güven yerli kimliğe zarar vermek yerine, onu destekleyen bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Bu sadakat, yukarıdan dayatılmamış; Kırım Tatarlarının kendi tercihi olmuştur” ifadelerini kullandı.  Bireysel yerli kimliğin sınırlarına da dikkat çeken uzman isim, kolektif kimlik kadar bireysel siyasî aidiyetlerin de önemli olduğunu belirtti. Öte yandan; Kırım’da işgalci Rus yönetimini destekleyen bireylerin yerli Kırım Tatarı olarak tanımlanıp tanımlanamayacağının da toplum içinde tartışma konusu olduğunu kaydetti. “YASAKLAR TOPLUMSAL HAREKETLİLİĞİ SINIRLANDIRIYOR” Avrupa Azınlık Sorunları Merkezinden Doç. Dr. Elmira Muratova, “Tehlike Altındaki Yerli Kimlik: Yerinden Edilme ve İşgal Bağlamında Kırım Tatarları” konulu bir sunum yaptı. Muratova, Rusya'nın izlediği politikaların Kırım Tatarlarını siyaset alanından uzaklaştırdığını ve marjinalleştirmeyi amaçladığını ifade etti. Kırım Tatarlarının bu yoğunlaşan kimlik sorununu algılamalarında birkaç önemli faktör olduğunu vurgulayan Muratova, bunlardan ilkinin, Kırım Tatarlarının meclis ve temsilci organlarına getirilen yasaklar olduğunu söyledi. Muratova, “Bu yasaklar, Kırım Tatarlarının sesini duyurabileceği en önemli platformlardan birini ortadan kaldırdı” diyerek bu durumun, Kırım Tatarlarının toplumsal hareketliliğini sınırladığını vurguladı. Ayrıca, Covid-19 sonrası dönemde Kırım Tatarları üzerinde Kremlin güdümündeki müftülük ile iş birliği yapmaları yönünde baskıların arttığını söyleyen Muratova, “Bu tür baskılar, Kırım Tatarlarının kültürel ve dinî kimliklerinin korunması adına karşılaştıkları büyük bir engeli teşkil ediyor” dedi. Kırım Tatarlarının yerli statülerinin reddedilmesine de değinen Muratova, Rusya'nın resmî belgelerinde dahi Kırım Tatarlarının "Kırım'daki millî azınlıklardan biri" olarak tanımlandığını belirtti. Muratova, "Rus yetkililer, Kırım Tatarlarının yerli halk olarak tanınması gerektiğini kabul etmiyor ve bunun yerine farklı tarihsel ve kültürel argümanlarla Kırım'da yerli halk olmadığını savunuyorlar" şeklinde konuştu. Sovyet sonrası dönemde Kırım Tatarlarının kimlik sorunlarına vurgu yapan Muratova, 2014’teki işgalin, bu sorunu daha da derinleştirdiğini belirtti. Muratova, “Rusya yönetimi altındaki süreç, bu kimlik krizi ve kültürel erozyonu hızlandırdı” diyerek; Rusya’nın izlediği kültürel baskı politikalarının Kırım Tatarlarının kimliğini zayıflattığını vurguladı. PUTİN RUSYASI, TARİHİ NASIL ÇARPITIYOR? İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, Siyasî Tarih Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Makbule Didem Buhari ve Dr. Hasan Işıklı “Vatanı Geri Kazanmak, Hafıza Yerlerini Yeniden İnşa Etmek: Kırım Tatar Yerli Topluluğunun Esneklik Stratejileri” konulu bir sunum gerçekleştirdi. Sunumda; 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı sonrasında evlerine dönen Kırım Tatarlarının evlerini ve yaşamlarını yeniden inşa etme süreci ele alındı. Bununla birlikte Buhari, 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesiyle birlikte mekan ile aidiyet arasında ciddi bir kopuşun yaşandığını ifade etti. Putin rejiminin uygulamaları nedeniyle dilin ve kültürel ifadelerin ciddi şekilde kısıtlandığını belirten Dr. Işıklı ise, bu durumun Kırım Tatar kimliğini Rus-Kırım çatışmasında görünür ama kırılgan bir aktöre dönüştürdüğünü vurguladı. Kimlik inşasında Sovyet dönemi modernist yaklaşımının baskı, dışlanma ve kültürel silinme ile sonuçlandığı belirtilen sunumda, şu an ise geçmişin postmodern bir yaklaşımla “festivalleştirilerek” yeniden üretildiğini, tarihin Ruslar tarafından bilinçli bir şekilde çarpıtıldığını söyledi. Öte yandan Buhari, Kırım Tatarlarının kültürel miraslarını korumak ve yaşatmak için “görelileştirme, uyum, melezleşme ve dönüşüm” olmak üzere dört strateji izlediğini ifade etti. Buhari, bu stratejiler çerçevesinde Kırım Tatar diasporasının geleneksel müzik, sembol, ritüel ve kıyafet gibi unsurları koruyarak kimliğini yaşattığına dikkat çekti. “KIRIM TATARCA SİSTEMATİK OLARAK YOK SAYILIYOR” McMaster Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Alina Dochu, “Kırım'ın İlhakı ve Rusya'nın Ukrayna'ya Açtığı Savaş Sonrasında Sürgün Yerlerinde Yaşayan Yerli Kırım Tatarlarının Dil Hakları” başlıklı sunumunda Kırım Tatarlarının karşı karşıya olduğu hak ihlallerine dikkat çekti. 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesinden bu yana dil ve eğitim alanında yaşanan gelişmeleri değerlendiren Dochu, Kırım Tatarcanın Kırım’da yalnızca sembolik düzeyde tanındığını vurguladı. “Kırım’da okullarda Rus müfredatı kullanılmaya devam ediliyor. Bu da çocukları Rus askerî propagandasına açık hâle getiriyor” diyen Dochu, Kırım Tatarcanın da okul öncesi eğitimin de tamamen yok sayıldığını kaydetti.  Medya alanında da benzer bir tablo olduğunu belirten Dochu, Avrupa Konseyi verilerine göre; Kırım'da 2014'ten 2022’ye kadar Kırım Tatar medyasının yüzde 90’ının kapatıldığını ifade etti. “ATR televizyon kanalı, Maidan radyo istasyonu, çocuk TV kanalları, Kırım Haber Ajansı, Avdet ile Kerem gibi dergiler yasaklandı. Yerlerine, Rusya'nın sıkı kontrolü altındaki medya organları getirildi” dedi. Dochu; bir halkın kendi dilinde var olma hakkının sistematik biçimde yok sayıldığını vurgulayarak, uluslararası topluma dil hakları konusunda daha güçlü savunuculuk çağrısı yaptı. Bununla birlikte Dochu, Ukrayna’da, Türkiye’de ve Kanada’da Kırım Tatarcanın korunması adına yapılan çalışmalardan bahsetti. “BUGÜN KIRIM’DA YAŞANAN SÖMÜRGECİLİKLE ÖZDEŞTİR” Kıyiv-Mohıla Akademisi Milli Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Martin-Oleksandr Kislı, “Rus İmparatorluğundan Rus İşgaline: Kırım Tatarları ve Yerinden Edilmenin Kolonyal Politikası” başlıklı sunumunda; Kırım Tatarlarının tarihsel olarak sürekli bir tehdit altında yaşadığını ve şu anda da zulüm, baskı ve tutuklamaların devam ettiğini belirtti. Kislı, sosyal medyada sıkça 1944’teki sürgün ve soykırım ile 19. yüzyıldaki olayların paralellik gösterdiği yorumlarının yapıldığını, ancak bugün Kırım Tatarlarına yönelik zulümlerin kökenlerinin çok daha derinlere dayandığını vurguladı. Ukraynalı tarihçi, "2014’ten bu yana Rusya'nın işgali altındaki Kırım Tatarlarının karşılaştığı zulüm, 1783’te Rus İmparatorluğu'nun Kırım’ı işgal etmesiyle başlayan köklü sömürgeci uygulamalarla özdeştir" dedi. Bu tarihsel sürekliliğin, yerli Kırım Tatar topluluğunu marjinalleştirme, kültürel olarak silme ve demografik dönüşüm yaratma amacını taşıdığını ifade etti. 1783'te Kırım'ı işgal eden Çariçe Katerina ve Potemkin'in burayı bir "uygarlaştırma misyonu" olarak tasarladığını belirten tarihçi; bu misyonun, yerli halkın, yani Kırım Tatarlarının yok edilmesini gerektirdiğini söyledi. Uzman, "Bugün ise, çağdaş Rus yetkililer Kırım’ı Rus toprağı olarak tanımlayarak, Kırım Tatarlarını aşırılıkçı ve terörist olarak etiketleyerek onları marjinalleştiriyorlar. Böylece, zulümlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar" diye konuştu. RUS PROPAGANDASI DURMADAN DEVAM EDİYOR 2014 yılında Kırım Tatarlarının tarihi anma günlerinin yasaklandığını ve 18 Mayıs gibi önemli tarihlerde anma toplantılarının engellendiğini ifade eden Kislı, bu yasakların sürgün anılarını tazelediğini söyledi. Tarihçi, "Bugün, bu anılar, Kırım Tatarlarının kimliklerini koruma mücadelesinin bir parçası hâline gelmiştir" dedi. Kislı, Rusya'nın şu anki propagandasının; Kırım Tatarlarını "kendi kendini yönetemez" veya buna "layık olmayan" bir halk olarak tasvir ettiğini ve bu söylemin, Rus yönetiminin Kırım üzerindeki kontrolünü meşrulaştırmak için kullanıldığını belirtti. Çalıştayın ikinci paneli ise, “Mekân ve Zaman Boyunca Ulusötesi Bağlantılar: Ulusötesi Bir Çerçevede Kimlik, Sömürgecilik ve Adaletin Kuramsallaştırılması” başlığı altında gerçekleşti. Panelin moderatörlüğü, Carleton Üniversitesi Avrupa, Rusya ve Avrasya Çalışmaları Enstitüsü ve Rusya Çalışmaları Kürsüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Jeff Sahadeo tarafından yapıldı.  İKİNCİ PANEL ZAMAN VE MEKÂNA ODAKLANDI Panelde; Michigan Üniversitesi Kültürel Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Greta Uehling, “Zaman ve Mekân Boyunca Ulusötesilik ve Yerlilik: Ulusal ve Sömürgeci Mirasları Somutlaştırmak ve Bunlar Üzerinde Yön Bulmak”, McMaster Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Vic Satzewich “Ulusötesiciliğin Anlamı ve Önemi Üzerine Düşünceler: 20 Yıl Sonra”, ASBÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şebnem Akçapar, “Mültecilerin Karar Alma Süreçlerindeki Faktörler: Kırım Tatarları ile Ukrayna'daki Ahıska Türklerinin Karşılaştırılması”, Kanada Ukrayna Araştırmaları Enstitüsü Doktora Öğrencisi Nara Narimanova “Kırım Tatarlarının Zorunlu Göçü, Kırım Tatar Toponimi ve Kolonizasyonu”, ASBÜ Dr. Öğretim Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu ise “Yerli Kırım Tatarlarının Etno-Kültürel Adalet Taleplerinin Ulusötesileştirilmesi” başlıklı sunumlarını gerçekleştirdi. PROF. DR. MAGOCSİ’DEN ÇOK YÖNLÜ FİKİR PAYLAŞIMLARI İkinci panelin sonunda Toronto Üniversitesi Ukrayna Araştırmaları Başkanı Prof. Dr. Paul Robert Magocsi, “Ukrayna Büyük Güney Savaşını Kazanıyor” konulu bir sunum gerçekleştirdi. Magocsi, Rusya ile Ukrayna arasında devam eden topyekun savaşı değerlendirerek; bölgede kalıcı barıştan ziyade en iyi ihtimalle geçici ateşkeslerin mümkün olduğunu söyledi. Magocsi, “Karada ve havada ölümcül askerî çatışmalar, soğuk savaş, karma savaş ve gizli gerilla savaşı. Bu koşullar altında Rusya ile Ukrayna arasında sadece ara sıra ateşkes dönemleri görülebilir” dedi. Barış ihtimalinin zayıf olduğunu vurgulayan Magocsi, “Bu nedenle aldatıcı bir barıştan ziyade, tüm tarafların umut edebileceği en iyi sonuç bir ateşkestir” ifadelerini kullandı. Magocsi, Ukrayna’nın dış politika yönelimine dair eleştirilerde de bulundu. “Ukrayna ve liderleri ABD'ye güvenmemeli” diyen Magocsi, bunun ABD’nin halkının kötü niyetli olmasından değil, büyük güçlerin doğası gereği sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesinden kaynaklandığını belirtti. Magocsi, “19. ve 20. yüzyılın başlarında Fransa ve Britanya ne yaptıysa, şimdi ABD, Rusya ve Çin aynı şekilde davranıyor. Büyük güçler her zaman kendi çıkarlarıyla ilgilenmiştir.” dedi. “UKRAYNA DÜNYANIN EN DENEYİMLİ ORDULARINDAN BİRİ OLDU” ABD ve Ukrayna arasında imzalanan mineral anlaşmasına da değinen Magocsi, bazılarının bu anlaşmayı bir teslimiyet olarak değerlendirdiğini belirterek; bu fikre katılmadığını vurguladı. Ukrayna’nın hâlihazırda büyük bir zafer kazandığını söyleyen Magocsi, “Ukrayna yalnızca ayakta kalmadı; aynı zamanda etnik kökeni, dili ya da dini ne olursa olsun vatandaşlarını bir araya getiren sivil bir ulus devlet hâline geldi” ifadelerini kullandı. Ukrayna’nın askerî kapasitesine dikkat çeken Magocsi, “Ülke, dünyanın en deneyimli ordularından birine sahip hâle geldi. ABD’liler, İngilizler ya da Çinliler en son ne zaman konvansiyonel bir kara savaşına girdiler?” diyerek Ukrayna’nın savaş sahasında edindiği özgün deneyime işaret etti. Bu kazanımların ardından bir ateşkesin gerekli olduğunu dile getiren Magocsi, Ukrayna’nın bu nefes alma sürecini askerî sanayisini genişletmek ve nükleer cephaneliğini yeniden inşa etmek için kullanabileceğini savundu. “DÜNYA UKRAYNA’NIN AVRUPA’NIN BİR PARÇASI OLDUĞUNU KABUL ETTİ” Ateşkesin Ukrayna’nın topraklarından vazgeçmesi anlamına gelmediğini belirten Magocsi, “Doğu, Güney ve Kırım geçici olarak Rus işgali altında kalabilir. Ancak bu, nihai sonuç değil. Gelecekte başka bir gün, başka bir fırsat doğacaktır.” dedi.  Ukrayna’nın son on yılda kazandığı bir diğer zaferin de kimliksel farkındalık olduğunu dile getiren Magocsi, “2014 öncesinde dünya kamuoyu Ukrayna’yı ya tanımıyordu ya da onu Rusya’nın bir parçası gibi görüyordu. Artık durum böyle değil. Ukraynalılar Avrupa’nın bir parçası olduklarını tüm dünyaya kabul ettirdiler.” dedi. Magocsi, Ukrayna’nın geleceğinin Avrupa’da olduğuna dikkat çekerek, “Avrupa liderleri, bazı istisnalar dışında, Ukrayna’nın bir Avrupa ülkesi olarak savunulması gerektiğini artık biliyor.” dedi. Asıl odak noktasının Avrupa olması gerektiğini savunan Magocsi, ABD’yi “güvenilmez” olarak nitelendirdi. Prof. Dr. Paul Robert Magocsi, "Hem hükûmetlerin hem de dünya kamuoyunun Ukrayna’ya maddi, askerî ve manevi destek sağlamalıdır. Ukrayna zaten Avrupa’ya aittir. Ve AB’nin de parçası olmalıdır.” dedi. KIRIM TATARLARININ ZORUNLU GÖÇLERİ AKADEMİDE DİKKAT ÇEKİYOR Sonrasında “Yerinden Edilme, Aidiyet ve Ses: Kırım Tatar Transnasyonalizmi Üzerine Perspektifler” üzerine bir tartışma oturumu yapıldı. Oturumun sunuculuğu, Alberta Üniversitesi Sanat Fakültesi Modern Diller ve Kültürel Çalışmalar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Natalya Hanenko-Friesen tarafından üstlenildi. Oturumda; Kırım Tatar Millî Meclisi (KTMM) Üyesi ve Şefika Gaspıralı Uluslararası Kadın Birliği Başkanı Prof. Dr. Gayana Yüksel “Rusya'nın Tam Kapsamlı İşgali Sonrasında Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi: Göç Dinamiklerinin İncelenmesi” üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Yüksel sunumunda, Kırım’ın 2014’teki işgali ve 2022’de başlayan Rusya’nın Ukrayna’ya karşı topyekûn savaşıyla hız kazanan Kırım Tatar göç dalgalarını mercek altına alan araştırmalarının ilk bulgularını paylaştı. Yüksel, çağdaş sosyoloji, demografi ve kültürel çalışmaların en güncel konularından birinin zorunlu göç meselesi olduğunu vurgulayarak, “Bugün medyada sıkça yer bulan bu konu, Kırım’ın işgali ve ardından gelen savaş ortamında Ukrayna vatandaşlarının, özellikle de yerli halk olan Kırım Tatarlarının zorunlu göçü bağlamında büyük önem taşıyor.” dedi. “ZORUNLU GÖÇ, ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİNİN MERKEZİNDE” Yüksel, araştırmalarının odağında; Kırım Tatarlarının göç etme nedenleri, coğrafi dağılımları, yeni ülkelerdeki uyum zorlukları ve kimliklerini koruma yollarının bulunduğunu ifade etti. Bu kapsamda üç aşamalı bir alan araştırması yürütüldüğünü belirten Yüksel, çalışmanın ilk aşamasında Almanya, İrlanda, Türkiye, Kanada, ABD, Belçika ve Birleşik Krallık’tan 35 Kırım Tatarı ile elektronik anket gerçekleştirdiklerini bildirdi. Yüksel, “Görüşmelerimizde göçün başlıca nedenleri arasında çocukların geleceğiyle ilgili endişeler ve Rusya’nın işgaline yönelik reddetmeler öne çıkıyor. 2014’teki işgali kabul edemeyen katılımcılar, güvenlik tehdidi, siyasî baskı ve işgalci otoritelerin zulmü nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını belirtiyor” şeklinde konuştu. Zorunlu göçün beraberinde önemli kültürel ve sosyal sorunlar da getirdiğine dikkat çeken Yüksel, “Katılımcıların büyük çoğunluğunun yeni bir dile uyum sağlamakta zorlandıklarını, iş bulmakta sıkıntı yaşadıklarını ve yaşadıkları toplumla kültürel farklılıklar nedeniyle uyum süreçlerinin yavaş ilerlediğini belirtti. Bununla birlikte millî kimliklerini koruma mücadelesi, özellikle diasporadaki genç nesiller açısından kritik bir mesele olarak öne çıkıyor.” değerlendirmesini yaptı.  ARAŞTIRMANIN ODAĞINDA KİMLİK, COĞRAFYA VE UYUM SORUNLARI VAR Yüksel; araştırmanın nihai hedefinin; Kırım dışında yaşayan Kırım Tatarlarının kültür, dil ve dini sürekliliği nasıl sağladığına odaklandığını vurguladı. Prof. Dr. Yüksel, araştırma bulgularının politika belirleyicilere iletileceğine dikkat çekti. Yüksel, “Bugün karşı karşıya olduğumuz durum, sadece fiziki bir göç değil aynı zamanda ulusal hafızanın, kimliğin ve kültürel aktarımın da yerinden edilmesidir. Bu yeni sürgün biçimini doğru analiz edemezsek; gelecekte Kırım Tatar halkının kültürel varlığı ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalabilir” diyerek sunumunu bitirdi. “SÜRGÜNLER, HALKIN ARASINDAKİ BAĞLARI PARÇALIYOR” Dünya Kırım Tatar Kongresi Üyesi (DQTK), KTMM ABD Temsilcisi Ayla Bakkallı, “Kırım Tatar Feminist Bakış Açısıyla Transnasyonalizm/Hareketlilik Üzerine Düşünmek” isimli sunumunda, Kırım Tatarlarının tarihsel ve güncel yerinden edilme süreçlerine dair bir değerlendirme yaptı. Bakkalı, Kırım Tatar halkının deneyiminin ancak ulusötesi feminist bir bakış açısıyla kavranabileceğini belirtti. Bu bakımdan “vaziyet” kelimesine vurgu yapan Bakkalı, “Kırım Tatarlarının durumu benzersiz bir vaziyet. Bu halkın hikâyesini tanımlarken kullanılan kavramlar; ulusötesilik, yerlilik, hareketlilik ve yerinden edilme, birbirinden ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş durumda.” dedi. Aynı zamanda Bakkalı, sürecin yalnızca fiziksel zorunlu göçlerle sınırlı olmadığını, halkın arasındaki bağların parçalanması, yabancılaşma, ekonomik ve siyasal sistemlerdeki kırılmalarla birlikte düşünülmesi gerektiğini ifade etti. "SÜRGÜN KIRIM TATARLARI İÇİN BİR NORM HÂLİNE GELDİ" Bakkallı, “1944’te kitlesel sürgünle birlikte mülteci olduk, ama sürgün, sıradan yerinden edilmeden farklıdır. Sürgün, vatana ve dönüş umuduna sıkı sıkıya bağlıdır.” dedi. Kırım Tatarlarının 1991'de Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından ana yurtlarına geri dönmesini, “umuda karşı bir dönüş” olarak nitelendirdi. Öte yandan bugün işgal altındaki Kırım Tatarlarının hareketten yoksun, izolasyon ve yabancılaşmayla çevrili bir gerçeklikte yaşadığını vurgulayan Bakkallı, “Bu mücadele ve belirsizlik hali artık ironik biçimde bir norm haline geldi. Sürekli krizle baş başa kalıyoruz.” ifadelerini kullandı. Kırım Tatarlarının vatanlarından sürülmelerini anlamlandırmak için mevcut siyasal analizlerin yetersiz kaldığını belirten Bakkallı, "Çatışma yer değiştirirken biz neden yerimizden ediliyoruz? Savaş, rejimlerin bir yönetim aracı hâline geldi. Bu noktada, ulus-devleti merkez almayan, Kırım Tatarlarının kendi içgörülerine dayanan bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç var.” dedi. “KADINLAR SES TAŞIYOR, SINIRLI ULUS ANLATISINI ÇATLATIYOR” Konuşmasında ulusötesilik ve feminizm ilişkisine de değinen Bakkallı, kadınların deneyimlerinin, kapalı ulus tanımlarında çatlaklar yarattığını söyledi. Bakkallı, “Kadınlar, topluluklar arasında ses taşıyor. Bu hem özgürleştirici bir potansiyel hem de yerleşik ulus-toplum anlayışını analitik olarak sorgulatan bir zemin.” dedi. ÇALIŞTAYDA KIRIM AİLESİ DE YER ALDI Kırım Ailesi kurucusu Anife Kurtseitova “Sınır Tanımayan Sesler: Kırım Tatar Kültürel Direnişi ve Kamu Diplomasisi” başlıklı konuşmasına; kurumun Özbekistan’daki sürgün döneminden itibaren yaşadıklarını anlatarak başladı. Kendisinin Herson bölgesinde dünyaya geldiğini belirten Kurtseitova, ailesinin Sovyet yönetimi tarafından Kırım’a dönmesine izin verilmediğini, bu nedenle Kırım’a en yakın bölge olan Herson’da yaşamayı tercih ettiklerini söyledi. “Doğduğum günden beri sadece Ukrayna vatandaşlığımız vardı.” diyen Kurtseitova, 1987’de ailesiyle birlikte Kırım’a döndüklerini, ancak orada da baskıların devam ettiğini ifade etti. “MİLLÎ ÇIKARLAR ORTAK HEDEFTİ” Anife Kurtseitova, “Market alışverişi yapmak bile bir nefrete maruz kalmak demekti. Elektriğimiz yoktu. İnsanlar Kırım'da hayatta kalamayacağımızı, geri dönmek zorunda kalacağımızı düşünüyordu.” dedi. Ancak tüm bu baskılara rağmen halkın umudunu kaybetmediğini, kültür merkezleri kurduklarını, eğitim ve dayanışma faaliyetleri yürüttüklerini anlatan Kurtseitova, bu süreçte ailesinin de aktif biçimde mücadeleye katıldığını belirtti. Bu bağlamda Kurtseitova, “Meclisler halkın örgütlenmesine yardımcı oldu. Millî çıkarlar hepimizin ortak hedefiydi. Ben de bu gelenek doğrultusunda görev aldım.” dedi. Kurtseitova, yerel yönetime katılarak Kırım’a geri dönen Kırım Tatarlarına yardım ettiğini ve bu görevde kendini tatmin olmuş hissettiğini ifade etti. Ancak 2014’te başlayan Rusya’nın Kırım’ı işgaliyle her şeyin değiştiğini belirten Kurtseitova, “İlk kez işgal gücünü gördüğümüzde, Kıyiv’e gitmek zorunda kaldık. Aynı yıl Kırım Ailesini kurduk. Ardından bir çocuk merkezi organize ettik ve 120 çocuğa ulaştık.” dedi. “ÇALIŞMALARIMIZA TÜRKİYE’DE DEVAM EDİYORUZ” Kurtseitova, kültürel etkinlikler düzenlemeye, yayınlar yapmaya devam ettiklerini, ancak 2022’de başlayan topyekûn savaşla birlikte ikinci kez yurtlarını terk etmek zorunda kaldıklarını anlattı. Kırım Ailesi çocukları ile birlikte Eskişehir’e yerleştiklerini ifade eden Kurtseitova, “Türkiye’nin First Lady’sinin (Emine Erdoğan) desteğiyle Kültür Merkezi kurduk. Kıyiv’de başlattığımız çalışmalarımıza burada devam ediyoruz.” sözleriyle anlatımını tamamladı. “KIRIM SADECE BİR TOPRAK DEĞİL BİR YEŞİL ADA’DIR” DQTK İcra Komitesi Polonya Üyesi Nedim Useinov, “Sürgün ve Dönüş Arasında: Polonya'daki Kırım Tatar Yerinden Edilme Deneyimleri” başlıklı sunumunda transnasyonalizm kavramının Kırım Tatarlarının tarihsel ve çok katmanlı göç deneyimine eksiksiz olarak uymadığını söyledi. Useinov, özellikle 18. yüzyıldan bu yana yaşanan zorunlu göçlerin, tek bir diaspora tanımıyla açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu vurguladı. "Bugün diaspora dediğimizde aslında bu kavramı şartlı olarak kullanıyoruz." diyen Useinov, "Çünkü Kırım dışında yaşayan bazı Kırım Tatarları kendilerini diaspora üyesi olarak görmüyor. Kimileri ise bu sürecin Rus işgali sona erdiğinde son bulacağına inanıyor." ifadelerini kullandı. 2022’de başlayan topyekûn savaş ile birlikte Kırım Tatarlarının yeniden kitlesel göçe zorlandığını söyleyen Useinov, bu dalgada birçok kişinin Polonya üzerinden Almanya, Birleşik Krallık, ABD ve Kanada gibi ülkelere göç ettiğini anlattı. Ancak Useinov, bu göçmenlerin bir kısmının, tüm zorluklara rağmen Kırım’a dönmeyi tercih ettiğini belirtti ve “Çünkü Kırım onlar için sadece bir toprak değil, aynı zamanda kimliklerinin merkezinde yer alan Yeşil Ada’dır.” şeklinde konuştu.  “KIRIM’A BAĞLILIK KİMLİĞİN AYRILMAZ BİR PARÇASI” Kırım Tatarlarının Kırım’a olan bu güçlü bağlılığını “birinci sınıf merkezcilik” olarak tanımlayan Useinov, bu fenomenin akademik olarak daha derinlemesine incelenmesi gerektiğini söyledi. Useinov, Kırım’da kalanlarla diasporaya katılanlar arasında yavaş ama istikrarlı bir kopuşun yaşandığını belirtti. Türkiye’deki gibi nesiller boyunca Kırım dışında yaşayan toplulukların artık geri dönmeyi düşünmediklerini, ancak Kırım’daki Tatarlar için fiziksel bağlılık, sürgün anıları ve travmaların kimliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladı. Son olarak Useinov, "Bugün elimizdeki en büyük sınav; Kırım Tatar halkının gelecekte de bir ulus olarak varlığını sürdürebilmesi için, bu kopuşları anlamak, eksilerini ve artılarını bilimsel yöntemlerle değerlendirmek ve çözüm yolları geliştirmektir.” ifadelerini kullandı. Çalıştay, katılımcıların soruları cevaplamasıyla sona erdi.

Emel Kırım Vakfı, Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i andı Haber

Emel Kırım Vakfı, Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i andı

İngiliz hükumetinin dayatması ile İngiliz işgal kuvvetleri ve Ermeni lobisinin saraya yaptığı baskı ve dönemin işbirlikçi hainlerinin iftiraları ile 10 Nisan 1919 tarihinde idam edilen milli şehit Kaymakam Mehmet Kemal Bey, şehadetinin 106. yıl dönümünde Kadıköy'deki kabri başında anıldı.  Anadolu Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Öztek'in konuşması ile başlayan anma töreninde; Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel, Kazım Karabekir Paşa'nın kızı Timsal Karabekir, Emekli Tümgeneral Cumhur Evcil, Aydınlar Ocağı İkinci Başkanı Erol Güler söz alarak, şehit Mehmet Kemal Bey'in aziz hatırasını yad etti ve tarihi gerçekleri dile getirdi. Anma törenine Emel Kırım Vakfı adına Başkan Yardımcısı Nurten Bay ve Emel Kırım Vakfı Üyesi, Emekli Mülkiye Başmüfettişi, Kaymakam Ekrem Bay da katılım gösterdi. Emel Kırım Vakfından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: "Milli Şehit, Kaymakam Kemal Bey'in şehit edilişinin 106. yılında yapılan anma toplantısında Emel Kırım Vakfı adına Başkan Yardımcısı Nurten Bay ve Emel Kırım Vakfı üyesi, Emekli Mülkiye Başmüfettişi, Kaymakam Ekrem Bay katıldı. Toplantıda, şehidimiz Kaymakam Kemal Bey'in kabri başında, Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir de konuşma yaptı. İstanbul Erkek Lisesinden öğrencilerin yanı sıra anma törenine yoğun bir katılım vardı. Suçsuz yere idam edilen Kaymakam Kemal Beye Atatürk’ün talimatıyla 14 Ekim 1922 tarihinde TBMM tarafından 'Milli Şehit' unvanı verilmiştir. Vatansever Kaymakam Kemal Bey; '..Vatandaşlarım ben bir Türk memuruyum. Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet. Asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet. Fertler ölür, Türk milleti yaşar. İnşallah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır' demiştir. Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Kemal Bey’i şehadetinin yıl dönümünde saygı minnet ve rahmetle yad ediyoruz." MİLLÎ ŞEHİT MEHMET KEMAL BEY Mehmet Kemal Bey, 1 Mart 1884 tarihinde Beyrut'ta doğdu. Babası Arif Bey, Sirkeci Gümrük Müdürlüğü ve İstanbul Gümrükler Başkatipliği görevlerinde bulunmuş, annesi ise Rodoslu Şeyh Vasfi Efendi'nin kızı Nafıa Hanım'dır. İlk ve orta öğrenimini Rodos'ta tamamlayan Kemal Bey, lise eğitimini Antalya ve İzmir idadilerinde almış, ardından 1908 yılında Mekteb-i Mülkiye-i Şahane'den "pekiyi" dereceyle mezun oldu. 1909 yılında kaymakamlık görevine başlayan Mehmet Kemal Bey; Doyran, Gebze ve Karamürsel gibi çeşitli ilçelerde görev yaptı, 1915 yılında ise Yozgat'ın Boğazlıyan ilçesine kaymakam olarak atandı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Tehcir Kanunu'nun uygulanması sürecinde görev alan Kemal Bey, Ermeni tehciri sırasında yaşanan olaylar nedeniyle suçlanarak 7 Ocak 1919'da tutuklandı ve 30 Ocak 1919'da İstanbul'a getirildi. Yargılandığı Divan-ı Harp'te suçsuz olmasına rağmen, 10 Nisan 1919 tarihinde İstanbul Beyazıt Meydanı'nda idam edildi. Mehmet Kemal Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 14 Ekim 1922'de "Millî Şehit" olarak ilan edildi.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.