SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Ergenekon

QHA - Kırım Haber Ajansı - Ergenekon haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Ergenekon haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Uzman tarihçi Halil Can Akgün: Kırım petroglifleri bozkır kültürünün Batı'ya uzanan taş belleğidir Haber

Uzman tarihçi Halil Can Akgün: Kırım petroglifleri bozkır kültürünün Batı'ya uzanan taş belleğidir

"Avrasya Kaya Resimlerinde Türk Kültür ve Mitolojisi" isimli kitabın yazarı uzman tarihçi Halil Can Akgün, Türk mitolojisi ile kaya resimleri arasındaki bağlantıyı, Kaya resimlerinin hangi bölgelerde farklılık gösterdiğini, Türk mitolojisinin kaya resimlerinde sembolik olarak en sık karşılaşılan temalarını, Kırım bölgesinde ve Karadeniz’in kuzeyinde yer alan petrogliflerin Türk kültür mirası açısından nasıl bir önem taşıdığını ve Türk mitolojisinin kaya resimlerinde sembolik olarak en sık karşılaşılan temaları Kırım Haber Ajansına (QHA) anlattı. AKGÜN: GÖK TANRI İNANCI KAYA RESİMLERİNDE GÖRSEL BİÇİMLERE DÖNÜŞÜR Kaya resimlerinin, aslında mitolojinin en erken biçimlerinden biridir olduğunu belirten Halil Can Akgün, "Henüz yazının olmadığı dönemlerde insanlar dünyayı, inançlarını ve kozmolojik tasavvurlarını bu taş yüzeylere kazıyarak anlatmışlardır. Türk mitolojisindeki Gök Tanrı inancı, hayat ağacı, kutsal dağ, su ruhları, hayvan ata kültü gibi birçok temel motifle kaya resimlerinde görsel biçimlere dönüşür. Özellikle Türkistan steplerinde görülen güneş başlı şaman figürleri, göğe yükselişi simgeleyen dağ keçileri veya at kültü etrafında şekillenen sahneler, doğrudan mitolojik bir düşünce sisteminin izlerini taşır." ifadelerini kullandı. Bu resimlerdeki figürlerin yalnızca gündelik yaşamı betimlemediğini, aynı zamanda insan ile doğa, ruhlar ve evren arasındaki kutsal ilişkiyi anlattığını kaydeden uzman, "Türk mitolojisinin sözlü gelenekte yer alan anlatılarıyla kaya sanatı arasındaki paralellikler, bize o dönem insanının evreni anlamlandırma biçimini gösterir. Yani kaya resimleri, hem mitolojik bilincin erken bir ifadesi hem de Türk kültürünün köklerine ışık tutan görsel bir dil olarak değerlendirilmelidir." değerlendirmesinde bulundu. "KAYA RESİMLERİ YALNIZCA BİR SANAT DEĞİL, AYNI ZAMANDA KÜLTÜREL SÜREKLİLİĞİ BELGELEYEN BİR TARİHSEL HAFIZA BİÇİMİDİR" Kaya resimlerinin Altaylar’dan Sibirya’ya, Türkistan bozkırlarından Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada var olduğunu ve her bölgenin kendi çevresel koşulları, inanç sistemi ve tarihsel süreçleri doğrultusunda farklı üsluplar geliştirdiğini kaydeden Akgün, şöyle devam etti: Örneğin Altay ve Sayan Dağları çevresindeki petrogliflerde daha çok av sahneleri, şaman figürleri ve kozmik semboller görülür. Bu bölgedeki resimler, doğa ve ruh dünyası arasındaki bağı çok belirgin biçimde yansıtır. Kazakistan ve Kırgızistan’daki örnekler daha dinamik sahneler içerir; atlı savaşçılar, arabalar ve güneş motifleri bu bölgelerde oldukça yaygındır. Anadolu’ya gelindiğinde ise kaya resimleri yerel kültürlerle etkileşim içinde yeni biçimler alır; özellikle Türkistan ve Doğu Anadolu’daki örneklerde hem Türkistan kökenli simgeler hem de yerel inanç unsurları birlikte görülür. Bu çeşitlilik, aslında tek bir inanç sisteminin farklı coğrafyalarda aldığı biçimleri gösterir. Türk mitolojik düşüncesinin ana temaları -gökyüzü, hayvan ruhları, atalar kültü, doğa kutsallığı- değişmeden kalır, ancak bu temalar her bölgenin kendi sembolik diliyle yeniden yorumlanır. Bu yüzden kaya resimleri yalnızca bir sanat değil, aynı zamanda kültürel sürekliliği belgeleyen bir tarihsel hafıza biçimidir. "KURT, TÜRK MİTOLOJİSİNDE SADECE BİR HAYVAN DEĞİL, AYNI ZAMANDA BİR ATADIR" Akgün, gördüğü kaya resimleri arasında hangisinin kendisini en çok etkilediği sorusunu, "Beni en çok etkileyen tasvirlerden biri, kurt başlı sancak taşıyan bir süvari figürüydü. Bu sahne ilk bakışta bir savaşçıyı gösteriyor gibi görünse de, aslında çok daha derin bir anlam taşır. Kurt, Türk mitolojisinde sadece bir hayvan değil, aynı zamanda bir atadır; soyun rehberi, yeniden doğuşun ve dirilişin simgesidir. Bu yüzden sancakta yer alması, topluluğun hem koruyucusunu hem de kökenini temsil eder. Bu figür bana Ergenekon ve Türeyiş destanlarındaki Bozkurt motifini hatırlatıyor. Her iki destanda da kurt, insan soyunu karanlıktan çıkaran, yol gösteren, hatta yeniden doğuran bir varlıktır. Kaya yüzeyine kazınmış bu süvari figürü, sanki o mitolojik anlatının görsel bir yankısı gibidir. Süvarinin taşıdığı kurt başlı sancak, bir savaş sembolü olmanın ötesinde, insanla kutsal arasındaki bağın, yani 'Aşina soyunun' göksel kökeninin ifadesidir. Taşa kazınan bu sahneye baktığınızda, yalnızca bir savaş sahnesini değil, aynı zamanda bir kimliğin doğuşunu görürsünüz. Bu yüzden o figür benim için hem tarih hem mitoloji, hem de köklerin sessiz ama görkemli bir hatırlatıcısıdır." şeklinde yanıtladı. "TÜRK KAYA SANATI YALNIZCA GÖRSEL BİR ANLATIM BİÇİMİ DEĞİL, MİTOLOJİK EVREN TASAVVURUNUN TAŞA KAZINMIŞ HALİ GİBİDİR" Türk mitolojisinin, doğa ile insan arasındaki kutsal dengeye dayandığını, bu yüzden kaya resimlerinde de en sık karşılaşılan temaların gökyüzü, hayvan ruhları, hayat ağacı, güneş ve ay gibi kozmik semboller etrafında şekillendiğini belirten uzman, her birinin, o dönemin insanının evreni anlamlandırma biçimini görsel dile dönüştürdüğünü kaydederek şunları söyledi: Gök Tanrı inancının etkisiyle güneş ve ışınlı başlı figürler sıkça betimlenir; bunlar çoğu zaman göğe dua eden ya da trans hâlinde tasvir edilen şamanlarla birlikte görülür. Hayat ağacı ise hem evrenin dikey düzenini hem de ruhların göğe yükselişini simgeler. Dağ keçisi, geyik ve at gibi hayvanlar yalnızca av sahnelerinin unsurları değildir; aynı zamanda ruhsal rehberler, totemik koruyucular ve kozmik geçişlerin simgeleridir. At motifi, özellikle dikkat çekicidir çünkü hem öte âleme geçişi hem de göçebe yaşamın kutsallığını temsil eder. Kurt figürü ise en eski dönemlerden beri soyun koruyucusu, dirilişin ve yol göstericiliğin sembolüdür. Bunların yanı sıra güneş diskleri, üç katlı evreni anlatan kompozisyonlar, insan-hayvan karışımı figürler ve dans eden ya da dua eden topluluk sahneleri de mitolojik düşüncenin ritüel yansımaları olarak karşımıza çıkar. Kısacası, Türk kaya sanatı yalnızca görsel bir anlatım biçimi değil, mitolojik evren tasavvurunun taşa kazınmış hali gibidir; her figür, bir inancın, bir kozmolojinin ve bir kimlik bilincinin sembolik izini taşır. "KIRIM PETROGLİFLERİ, YALNIZCA TARİHSEL BİR İZ DEĞİL, AYNI ZAMANDA KÜLTÜREL SÜREKLİLİĞİ BELGELEYEN SESSİZ ANLATICILARDIR" Kırım'da ve Karadeniz’in kuzeyinde yer alan petrogliflerin Türk kültür mirası açısından taşıdığını öneme değinen Akgün, "Kırım ve Kuzey Karadeniz bölgesi, Türk kültür tarihinin yalnızca göç yollarından biri değil, aynı zamanda çok erken dönemlerden itibaren yerleşilmiş, güçlü kültürel katmanlar taşıyan bir sahadır. Bu bölgedeki kaya resimleri, Türkistan ile Doğu Avrupa arasındaki bağlantıyı izlemek açısından son derece değerlidir. Özellikle İskit-Saka ve daha sonraki Hun ve Kıpçak topluluklarının izlerini taşıyan figürler, hem üslup hem de sembolik içerik bakımından Türkistan petroglif geleneğiyle belirgin paralellikler gösterir." değerlendirmesinde bulundu. "Kırım’daki kaya resimlerinde sıkça karşılaşılan atlı figürler, hayvan mücadele sahneleri ve güneş sembolleri, bozkırın kozmolojik dünyasının bu bölgeye taşındığını gösterir." diyen Akgün, şu ifadeleri kullandı: At kültünün güçlü varlığı, savaşçı toplulukların sadece askerî hayatını değil, ruhani evrenlerini de yansıtır. Yine bazı tasvirlerde kurt, boynuzlu hayvanlar ve şamanik pozlar dikkat çeker; bunlar hem İskit hem de erken Türk topluluklarının ortak inanç dairesinin görsel izleridir. Bu sahalar Türk kültür mirası açısından şu nedenle önemlidir: Bozkırın mitolojik sembollerinin Türkistan’dan Karadeniz’in kuzeyine, oradan Balkanlara kadar uzanan sürekliliğini gösterir. Yani kültürel bir 'köprü' işlevi görür. Kırım’daki petroglifler, sadece yerel bir geleneğin ürünü değil; Avrasya bozkırlarının ortak sembolik dünyasının batı ucundaki taş belleğidir. Böylece hem Saka sanatının hem de erken Türk topluluklarının kozmolojik anlayışının uzun mesafeli etkileşimlerle nasıl yayılıp biçim değiştirdiğini anlamamıza imkân verir. Bu yüzden Kırım ve Kuzey Karadeniz petroglifleri, Türk kültür kapsayıcılığı içinde yalnızca tarihsel bir iz değil, aynı zamanda kültürel sürekliliği belgeleyen sessiz anlatıcılardır. Taş üzerindeki her çizgi, bozkırın hem inanç hem kimlik taşımış olan eski topluluklarının göç yollarını hâlâ görünür kılar. "TÜRKİSTAN VE KARADENİZ’İN KUZEYİNDEKİ PETROGLİFLER, DOĞAL AŞINMA, İKLİM KOŞULLARI VE İNSAN ETKİSİ NEDENİYLE CİDDİ TEHDİT ALTINDA" Son olarak günümüzde kaya resimlerinin korunması ve bilimsel olarak incelenmesi konusunda yeterli çalışma yapılıp yapılmadığını değerlendiren uzman, "Maalesef kaya resimleri hâlâ yeterince korunmuş değil ve bilimsel araştırmalar açısından birçok eksiklik mevcut. Özellikle Türkistan ve Karadeniz’in kuzeyindeki petroglifler, doğal aşınma, iklim koşulları ve insan etkisi nedeniyle ciddi tehdit altında. Türkiye’de ve bazı bölgelerde koruma çalışmaları yapılmakla birlikte, bunlar genellikle yerel ölçekte kalıyor ve sistematik bir envanterleme, belgelenme ve dijital arşivleme sürecinden yoksun. Bilimsel araştırmalar da genellikle saha çalışmalarına dayanıyor; ancak kaya resimlerinin bütüncül bir şekilde analiz edilmesi, karşılaştırmalı ikonografik çalışmaların yapılması ve mitolojik bağlamlarının detaylı olarak yorumlanması hâlâ sınırlı. Modern yöntemler -3D tarama, dijital restorasyon, spektroskopik analizler- daha sık kullanılabilir ve kullanılmalı; çünkü bu sayede hem görsellerin korunması sağlanır hem de tarihsel ve kültürel yorumlar daha güvenilir bir temele oturtulabilir. Özetle, kaya resimleri hem Türk kültür mirası hem de evrensel arkeoloji açısından büyük bir değere sahip; ancak korunmaları ve bilimsel olarak incelenmeleri için hâlâ kapsamlı, disiplinler arası ve uzun vadeli çalışmalara ihtiyaç var." dedi.

Ordinaryus Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan'ın vefatının 14. yılı Haber

Ordinaryus Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan'ın vefatının 14. yılı

1944 Türkçülük Turancılık davası sanıklarından, Türkoloji, tarih, hukuk ve deneysel psikoloji alanında akademik çalışmalarda bulunan Ordinaryus Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, vefatının 14. yılında anılıyor. Reha Oğuz Türkkan 12 Ekim 1920 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Türkkan’ın babası Halit Ziya Bey annesi ise Saibe Hanım’dır. Babası Halit Ziya Bey mühendislik tahsili yapmış, millî mücadeleye katılmış, İzmir’de İmdat ismiyle bir gazete çıkarmış, uzun yıllar kamu hizmetinde bulunarak Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü yapmıştır. Fotometriyle kadastro teknik ve yöntemlerini İsviçre’de eğitiminden sonra Türkiye’ye getirmiş, bu alanda uzman olarak yıllarca söz sahibi olmuş, üniversitede ders vermiş, ders kitapları yazmıştır. Türkkan, eğitim hayatına ağabeyi ile birlikte Kadıköy’de bulunan Fransız lisesi St. Joseph Lisesinde başladı. İlerleyen yıllarda ailesinin Büyükada’ya taşınmasının ardından, yatılı olarak Kabataş Erkek Lisesi’ne kayıt oldu. Kabataş’daki 2 yıllık eğitiminin ardından, Galatasaray Lisesine yazdırıldı. Galatasaray Lisesi ve yaşadığı yer olan Büyükada’daki kozmopolit ortam, azınlıkların kendi dillerini konuşması, vatandaşın Türkçe konuşması için açılan kampanyalar milli duygularının gelişmesinde önemli rol oynadı. Seçkin ailelerin çocuklarının eğitim gördüğü lisede, öğretmenleri arasında ünlü edebiyatçı Halit Fahri Ozansoy bulunmaktadır. 1937 yılının sonuna doğru babasının işinden dolayı Ankara’ya taşınarak, kaydını Gazi Lisesi’ne naklettirdi. Liseden mezuniyetine az bir zaman kala 9 arkadaşını gizli bir cemiyet kurmaya ikna etmiş; Cihat Savaş Fer, Hikmet Tanyu, Fikret Kılıççöte, Mustafa Kızılsu ve Ceyhun Atuf Kansu ile birlikte Gürem adını verdikleri teşkilatı kurmuşlardır. Bu cemiyette Ergenekon isimli bir dergi çıkarması üzerinde anlaşılmış, Gürem adını verdikleri teşkilatın arması olarak bir yay ve üç ok tespit edilmiştir. Teşkilatın ismi daha sonra başına Bozkurt ilave edilmesiyle ‘Bozkurt Güremi’ biçimini almıştır. Lise eğitiminin ardından yüksek öğretim için 1938 yılında Fransa’daki Sorbonne Üniversitesinde Fiziki Antropoloji bölümüne kaydolmuştur. Nazi Almanya’sının Fransa’ya saldırmasını ardından Türkiye’ye dönmek zorunda kalan Türkkan, burada Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydolmuştur. Mezuniyetine kadar geçen dönemde Adliye Vekaleti Umumi Katip Muavinliği, Büyük Millet Meclisi İnşaat Komisyonu üyeliği gibi görevlerde bulunmuştur. Eğitim ve öğretimine ömrünün sonuna kadar devam eden Türkkan, yerli ve uluslararası üniversitelerde pek çok alanda eğitim görmüş, çalışmalar yapmıştır. Hukuk eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans yapmış. Sorbonne Üniversitesinde tarih ve Türkoloji dallarında, Columbia Üniversitesinde deneysel psikoloji dalında uzmanlık çalışmasını tamamlamıştır. Türkkan’ın fikri yapısı lise öğrenciliği sırasında ilgilendiği milli meseleler neticesinde, Türkçülük haline almıştır. Lise yıllarından itibaren yayınlamaya başladığı Ergenekon, Bozkurt ve Gök Börü dergilerinde Reha Kurtuluş, Mete Turanlı, Avni Motun, M. Öztürk, R.O.T müstearlarıyla çok sayıda makale neşretmiştir. Bilhassa bu dergilerdeki yazıları genç yaşına rağmen, vakıf olduğu yabancı dillerin desteğiyle zengin kaynaklarla beslendiği için dikkat çekici olmuştur. Babasının her zaman manevi desteğini alan Türkkan, dönemin en etkili gazetelerinden birisi olan Cumhuriyet’te Ergenekon dergisini ‘Ergenekon okunmasını tavsiye ederiz’ sloganıyla ücretsiz olarak tanıttırması, bu desteğin en somut halidir. Türkkan, dernek faaliyetlerinin sıkı bir biçimde denetlendiği bir dönemde Kitap Sevenler Kurumunu kurmuş ve bir süre başkanlığını yapmıştır. 1939 yılında faaliyete geçen derneğin fahri başkanlığını Ali Fethi Okyar, ikinci başkanlığını Mehmet Sadık Aran ve derneğin bazı yöneticilerini ise Nihal Atsız, Besim Atalay, Remzi Oğuz Arık, Dr.Şerif Korkut, Hıfzı Oğuz Beketa, Yusuf Hikmet Bayur, Nebil Buharalı, Hüseyin Namık Orkun, Hüseyin Emir Erkilet gibi isimler oluşturmuştur. Derneği en önemli faaliyetleri arasında Cumhuriyetin ve Türkçülüğün fikir babası Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” ve Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun “Çağlayanlar” isimli eserini yeni alfabe ile bastırılması yer almaktadır. Daha sonra dönemin siyasi iktidarı tarafından dernek Halkevine iltihak ettirilmiştir. Türk siyasi tarihine “1944 Türkçülük-Turancılık Olayı” olarak geçen hereket çerçevesinde 10 Mayıs 1944 tarihinde gözaltına alınan Türkkan, Askeri Yargıtayın hakkında verilen cezayı bozması üzerine 25 Mayıs 1947 tarihinde serbest bırakılmıştır. Türkkan tutuklu kaldığı süre içerisinde çeşitli işkencelere maruz kalmış, günlerce tabutluklarda tutulmuş, bir gözünü kaybetme noktasına gelmiştir. Cezaevinde mahkum edildiği süre içerisinde çektiği acılara ve işkencelere rağmen memleket meseleleriyle ilgisini kesmemiş, mensup olduğu fikri her daim savunmuştur. Reha Oğuz Türkkan, zorlu hapis yıllarının ardından 1947-1972 yılları arasında Columbia Üniversitesinde, 1975-1976 yıllarında İstanbul Üniversitesinde ve daha sonra da 1996 yılında Ahmet Yesevi Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmıştır. Genç yaşlarından itibaren kitap neşretmesinin yanı sıra, ömrünün sonuna kadar pek çok seneryo, makale, köşe yazısı yazmıştır. İki evliliğinden 4 çocuk sahibi olan Türkkan, 18 Ocak 2010 tarihinde hayatını kaybetmiş, 19 Ocak 2010’da Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.