SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Trajikomik bir sahtekarlık

Bezmen: “Bunun ahlâki hiç bir açıklaması olamaz”

Haber Giriş Tarihi: 27.07.2015 18:04
Haber Güncellenme Tarihi: 22.12.2015 12:56
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Trajikomik bir sahtekarlık

Kırımlı Ünlü Roman Yazarı Bezmen, ‘Kurt Seyit ve Şura’ romanının bir Rus diplomatın eşi tarafından çalındığı iddialarına ilişkin, “Haberi duyduğumdan bu yana, aile hikâyemin ve bütün kahramanlarımın kaçırıldığı, işkence edildiği ve tecavüze uğradığı hissiyle yaşıyorum… Bunun Rusya gibi sanata, edebiyata ve özellikle alın terine, emeğe saygısı olduğunu iddia eden bir ülkede gerçekleşebilecek olduğuna açıkça ihtimâl verememiştim…” dedi.

Kırımlı ünlü yazar Nermin Bezmen, Kırım Haber Ajansı’na (QHA) verdiği röportajın ilk bölümünde, 1992 yılında gittiği Kırım’ı ve anılarını anlatmış, burada büyük dava adamı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile paylaştığı hayat hikâyesi sonrasında kuzenlerinden haberler geldiğini dile getirmişti. Bezmen, dizisi çekilen ‘Kurt Seyit ve Şura’ romanında anlattığı dedesi Kurt Seyit Eminof’u anarak, “Dedeciğimin, aile evimizin fotoğrafları çantamda, dedemi hasret gittiği memleketine geri götürüyor gibi hissettim kendimi. Hüzünlerime çare bulacağım diye gittim, hüzünlerime hüzün katlandı, öyle döndüm geriye. Hep hayâlimdi aile evimizi bulup, mümkünse satın almak, restore etmek ve içinde yaşamak. Ama yerinde yeller esiyordu. Bir tek asırlık çınar ağacı kalmıştı, şimdi meydan olmuş bir zamanların kocaman bahçesinde. Çok ağladım Kırım’da dolaşırken. Gece, gündüz gözyaşı döktüm” demişti.  


Kurt Seyit ve Şura' romanınız çok ses getirdi. Romanın ne kadarı dinlediğiniz hatıralardan oluşuyor, ne kadarı kurmaca?

Romanımın ana bilgilerini anneannemle sürekli iki senelik bir çalışmayla topladım. O bilgiler hem dedemin anneanneme kendi geçmişinden aktardıklarını, hem de anneannemin kendisiyle beraberlikleri boyunca yaşadıklarını kapsıyordu. Sonra iki sene âdeta üniversite tezi hazırlar gibi, ansiklopedik ve arşivsel çalışma yaptım. Roman toparlanmak üzereydi ki; kadın kahramanım Şura’nın İstanbul’da yaşayan ablasını, Barones Valentine’i buldum. Onunla yedi ay boyunca çok yakın, sevgi ve güven dolu bir muhabbetle geçen zaman sürecinde bana ailesiyle ilgili tüm hikâyeleri anlatmasının yanı sıra, fotoğrafları, mektupları, kartpostalları teslim etti. Onun ölümünden sonra Şura’nın Paris’te yaşayan birinci derece kuzenleri ve ardından Amerika’daki kızını buldum ve onlarla da tanışıp konuştum. Bu arada İstanbul’da ve dünyanın başka taraflarında bulduğum ve bilgisine müracaat ettiğim daha nice insan oldu.

"Nakış gibi işlenmiş bir roman"

Ama sonunda bu bir tarih raporu değildir. Tarihin akışında; romansı, tutkusu, coşkusu, hüznü, savaşı, ihtilâli, ihaneti ile bir romandır... Nakış gibi işlenmiş bir roman. İster istemez tarihler, karakterler arasındaki bağlantılara ulaşılamadığı noktalarda kurgu devreye girer romanda. Diyaloglar, gerçeğini bildiklerimizin dışında, karakterlerimin ruh ve kişilik yapılarına göre yine benim doldurduğum boşluklardır. Burada önemli olan; kurgusal olarak eklenen hiç bir şeyin romanın esas hikâyesinin ve esas kahramanlarının gerçeğini yok etmemesi, zayıflatmamasıdır.

'Kurt Seyit ve Şura' dizi olarak da çekildi; ancak Türkiye'de roman olarak daha büyük ilgi topladı. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Roman dili, dizi dilinden çok farklıdır. Roman, yazarın hayâl gücünün ve yansıtmak istediği gerçeklerin dansıdır. Bu dansın içine ruhunu, yüreğini, bazen gözyaşını, bazen kahkahasını koyar yazar. Her şey o yazılan sayfa ile yazarın arasındadır. Yazar sırrını fısıldıyor gibidir kâğıda. Ben, çok da özümden olan bu hikâyeyi çok derin bir ruh, çok büyük bir yürek koyarak anlattım. Araştırmalarımın ardından birbiriyle bağlantılı üç romanım ‘Kurt Seyt & Shura’, ‘Kurt Seyt & Murka’, ‘Mengene Göçmenleri’ tam sekiz senemi aldı. Bu, bir yazarın öyküsüyle, karakterleriyle yaşaması için oldukça hatırı sayılır bir zaman dilimi. Onlar ben oldu o sürede, ben onlar. Kaynaştık, bütün olduk. Bu da satırlarıma yansıdı. Çünkü ruhumdan ve yüreğimden bir şeyler kaldı kelimelerin arasında, içinde. Okuru etkileyen bu oldu. Hepsi hemen kâlplerine aldılar kahramanlarımla birlikte beni de. Okurlarım beni ailelerinde çok sevdikleri ve kıyamadıkları bir birey gibi görürler. Reel hayatımdaki üzüntüler, kırgınlıklar, şayet duyulmuşsa medyada, beni korumaya geçerler. Enteresan bir bağ var aramızda. Bu her yazara nasip olmaz.


Dizimiz fazla rafine, fazla çıta üzerinde kaldı”

Diziye gelince; eseri yazarın tek başına sahipliğinden çıkıyor ve yapımcı, senarist, yönetmen, oyuncular, sanat yönetmenleri, müziği uygulayacak müzisyen devreye giriyor. Öykü, her birinin kendi alanında kendi yorumlamak istediği şekle göre satırların arasından ekrana yansıyor. Kendim de senaryo yazdığım için bunun gerekliliğini ve sebeplerini biliyorum.

Benim okurum fanatiktir. Benim yazdığımın değişmesini, değiştirilmesini sevmez. Ona rağmen izlediler diziyi. Ama ülkemizde maalesef son senelerde gittikçe yaygınlaşan ve yoğunlaşan “Halk basit şeyden anlar.”,  “Halk basit şeyleri seviyor.” politikasıyla düşünmeyen, merak etmeyen, sadece uyuşan bir seyirci artışı, bizim dizimizi fazla rafine, fazla çıta üzeri bıraktı. Ben Ay Yapım’a, her şeye rağmen ucuza kaçmadan, basitleştirmeden diziye sahip çıktıkları için minnettarım. Diğer taraftan; dizi satılmış olduğu yetmiş küsur ülkede ki; Arap ülkelerinden Balkan ülkelerine, Rusya’dan Amerika’ya birbirinden çok farklı kültürlerin vatanları olmasına rağmen, reyting rekorları kırdı.

Romanınızın sahte bir isimle Rusya'da tekrar basıldığı gündemde… Siz nasıl farkettiniz? Süreci anlatır mısınız?

Rusya’da Domaşniy Kanalı’nda dizinin gösterimiyle birlikte çok geniş bir fan kitlem oluştu. Bunların bir kısmı Kıvanç Tatlıtuğ’u, bir kısmı dizinin hikâyesini ve kalitesini sevdikleri için benimle tanıştılar ve sonra direkt sohbetlerimiz başladı. İçlerinden kimileri internetten romanın İngilizce veya Türkçe baskılarını alıp okuyabildi ve şimdi de heyecanla LİMBUS’tan sonbaharda çıkacak Rusça romanı bekliyorlardı.

Bu fanlardan birisinin Moskova’daki bir arkadaşından dolaylı haber geldi ki; roman AST tarafından Maria Viçinskaya diye bir yazarın adıyla ‘Aleksandra ve Seyit’ diye basılmış. Şaşkınlığımı tahmin edebilirsiniz. Sonra sel gibi haber akmaya, taşlar yerine oturmaya başladı.

Fanlarım, dizi gösterime girdiğinden beri kendi sayfasında takma isimle diziye ve bana, ağır ve adap dışı eleştiriler yapan birinden bahsedip durmuşlardı mesajlarında. Hâtta o sayfada yayınlanan, benim Şura’nın ailesiyle ahbaplık kurduğumu gösteren belgeler ve fotoğrafları da hemen kaldırıyormuş ve o fanlarımın sayfaya girişini engelliyormuş.

“Esas ismin bir diplomat eşi olduğuna dair söylentiler geliyor bana”

Bunları hiç kale dahi almamıştım. O hanımın kendisine göre hikâyeyi yazacağına dair endişeleri vardı fanlarımın. Bunun Rusya gibi sanata, edebiyata ve özellikle alın terine, emeğe saygısı olduğunu iddia eden bir ülkede gerçekleşebilecek olduğuna açıkça ihtimâl verememiştim.

Sonra Maria Viçinskaya’nın sahte bir isim olduğu haberi geldi. Bu arada yayıncım LİMBUS devreye girmişti ve sözde yazarın ardında kim olduğunu ve bu sahtekârlığı kimin yaptığını anlamaya çalıştılar. Derken kitabın satış sayfasında hem kitap kapağında Maria Viçinskaya hem de künyesinde Ykaterina Mishanenkova ismi yer aldı. Yani; güya Yekaterina Mishanenkova yazarın gerçek ismiydi.

Ama onun da yine bir başka şahsı, büyük ihtimâl yine bir başka sahte isimle sayfasında yazan kişiyi kamufle etmek üzere ortaya atıldığına dair büyük şüphelerimiz var. Esas ismin bir diplomat eşi olduğuna dair söylentiler geliyor bana. Şayet durum bu ise ortaya çıkacak elbette. Yoksa Yekaterina Mishanenkova kanuni bütün taleplerimiz karşısında sorumlu olan kişidir.

Umarım, AST kendisinin, bir ihtimâl farkında olmadan, parçası olduğu bu büyük ‘İNTİHÂL’ sahtekârlığını sahiplenmekten vazgeçip, kitapları piyasadan çeker, özür diler ve iş daha büyük bir skandala dönüşmeden sulh bulur. Avukatlarım AST’a bir ‘claim’ gönderdiler. Aldıkları cevapta; AST’ın hukuk departmanının konuyu ele almış olduğu. Aynı şekilde LİMBUS’a gelen cevap da buymuş. Şimdi gelişmeleri bekliyoruz.


“Sandroçka (Şura’nın kızı) sinir içinde ve çok üzgün”

Gerçek bir yaşam üzerine kaleme alınmış bir roman ve aile öykünüz. Buna karşın çalınması siz ve romana konu olan kahramanların yakın çevresinde neler hissettirdi? Aile bunu nasıl karşıladı?

Ben beş gündür, haberi duyduğumdan bu yana,  aile hikâyemin ve bütün kahramanlarımın kaçırıldığı, işkence edildiği ve tecavüze uğradığı hissiyle yaşıyorum. Bu kendi özel duygum için de geçerli, tüm Kırımlılar, Ukraynalılar ve Ruslar için geçerli. Romanımda anlattığım her kim varsa hepsi için geçerli. Eşim, çocuklarım benimle aynı üzüntüyü yaşıyorlar tabii ki. Bu arada Şura’nın kızıyla son haberleşmemizde anlattım olanları. Sandroçka (Şura’nın kızı) sinir içinde ve çok üzgün. Benim romanımı 1994 yılında okumuş ve gözyaşlarıyla teşekkür etmişti, aynen Şura’nın kuzen ve yeğenlerinin de okuyup benimle dost kaldıkları gibi…

“…kendi romanını yazdığını zannediyorsa o insana acırım”

Şayet biri veya birileri hâlihazırda basılmış (ilk baskı 1992), kırk yedi baskı yapmış, altı dile çevrilmiş, yetmişten fazla ülkeye dizisi satılmış ve milyonlara mâl olmuş bir roman ve karakterleri hakkında kendi yaptığı araştırmaları ekleyip, bazı başka şeyleri çıkarıp, olayın akışını farklı başlatıp, insanları farklı konuşturmakla kendi romanını yazdığını zannediyorsa o insana acırım. Kendilerini korumak için: “Bu kopya değil.” demeleri çok mümkündür. Ama edebiyat dünyasında bir de farklı bir sahtekârlığın adı da vardır: “PLAGİARİSM”. Türkçe’de “İNTİHÂL” denir. Bunun ahlâki hiç bir açıklaması olamaz. Zira ahlâksızlıktır.


“Bu sahtekârlıktır, bu hırsızlıktır, bu ahlâksızlıktır, başka da bir şey değildir”

Dünya üzerinde roman yazmak isteyip de konu bulamayan veya yazarsa satıp satmayacağını bilmediği için cesaret edemeyen nice insan var. O zaman her biri alsın daha evvel yazılmış bir kitabı, başını çıkarsın, sonuna eklesin, isimlerin içinde harfleri, karakterlerin diyaloglarını değiştirsin, olsun kendi eseri. Olur mu böyle şey? Ben de okuduğum birçok tarihi romanda benim bilgilerime uymayan bilgilerle karşılaşıyorum. Bunu bir eleştiri olarak paylaşmak; eyvallah! ama metni elime alıp da kendi bildiklerimle satır aralarını değiştirip ‘Nermin Bezmen romanı’ diye satışa çıkarırsam bu sahtekârlıktır, bu hırsızlıktır, bu ahlâksızlıktır, başka da bir şey değildir.

Romanının bir Rus diplomatın eşi tarafından çalınarak ACT Yayınevi’ne verildiğini ifade ediyorsunuz. Bahsi geçen kişi ve ACT ile herhangi bir görüşme yaptınız mı?

Sahte ismin ardındaki gölge ismin ardında (trajikomik bir durum değil mi?) bir Rus diplomatın eşi olduğuna dair söylentiler ve delil olabilecek bilgiler var şimdilik. Ama şu an bizim karşımızda sorumlu olan Yekaterina Mishanenkova… Gerçekten kendisiyse de, birine maskelik yapıyorsa da fark etmez, kanun karşısında biz onu biliyoruz.

Ben, bahsi geçen kişi veya kişilerle hiç bir temas kurmadım, muhatabım değiller. Demin söylediğim gibi; avukatlarım AST’e “claim” ve uyarı niteliğinde bir mektup yazdılar. Aynı şeyi LİMBUS yaptı ve takip ediyor.  Şayet AST ismine, prestijine uygun bir etik sergilemez ise gayet tabii kanun yoluyla haklarımız aranacaktır.

Nermin Hanım ayırdığınız zaman ve paylaştığınız bilgiler için teşekkür ederim.


Ben sizlere ilginiz, desteğiniz için teşekkür ediyor, güzel Kırım’a yürek dolusu sevgilerimi gönderiyorum.

Asya Atila

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.