SON DAKİKA
Hava Durumu

Ayriye Bağışeva - 1944 Kırım Tatar Sürgün Hatıraları #15

Haber Giriş Tarihi: 16.04.2020 19:42
Haber Güncellenme Tarihi: 16.04.2020 21:34
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Ayriye Bağışeva - 1944 Kırım Tatar Sürgün Hatıraları #15

Kırım Tatar halkı 75 yıl önce, 18 Mayıs 1944 tarihinde Sovyetler Birliğinin ve dünya tarihinin en kanlı diktatörlerinden Josef Stalin’in emriyle alınan Sovyet hükûmeti kararı neticesinde Vatan Kırım’dan vahşice sürgün edildi. Kırım Haber Ajansı (QHA), ünlü Kırım Tatar gazeteci Zera Bekirova‘nın 2019 yılında Kırım’da Kırım Tatarca ve Kiril alfabesiyle basılan “Sürgünliknin Taqdiri” (Sürgünlüğün Yazgısı) kitabında, hikayelerini tek tek dinlediği sürgünü yaşayan Kırım Tatarlarının hatıralarını Türkçe ve Kırım Tatarca (latin harfleriyle) yayınlıyor.

Onbeşincisini yayınladığımız 1944 Kırım Tatar Sürgünü hatıralarında Ayriye Bağışova, sürgünde nasıl hayatta kaldıklarını, ailesine nasıl baktığını ve çakalları nasıl öldürdüğünü anlatıyor. İçinde ukte kalan ise, okula hiç gidememesi...

Anadolu Türkçesi

Kırım'ın Fraydorf bölgesinin Montanay adlı köyünde 1933 yılının 7 Kasım günü dünyaya gelip, 11 yaşımda suçlu gibi sürgüne gönderildim. Yarım asır uzayan bu yollar ve yıllarda nice kayıplar, meşakatler, hakaretler görüp, vatana şimdi ana, nine olarak geri döndüm. Babam Mambet savaş başladığında cepheye alındı, bir daha da geri gelmedi. Annem Ayşe beş çocuğuyla eline sadece bir Kuran-i Kerim alıp, çıktı. Komşu köydeki yahudileri toplayıp aldıktan sonra bizi de alıp gittiler, yanımıza hiç bir şey almadan diye anlatır annem.

Saratov'a geldiğimizde trenimizin ilk defa durduğunda burnuma taze pişmiş ekmek kokusu geldi. Deli oluyordum bu kokudan! Bir yerde ekmek veriyorlar belliydi, vagondan atılıp indim. Orada burada arıyorum, göremiyorum. Birden tren harekete başladı. Yanımda da bir kız vardı. Görevliler, kim ve hangi vagondan olduğumuzu sordular. "Kör Abdraman'ın kızıyım", dedi o kız. Ben söylemeye yetiştiremedim, ikimizi de götürüp yakındaki vagon içine attılar. Tren ikinci kere durduğunda bağıra çağıra annem, teyzelerim ve kardeşlerimi buldum...

Ninem pek mübarek, yumuşak başlı, birinin yüzüne karşı laf söylemeye sakınan bir kadındı. "Balam, birine bir şey söyleyeceğinde pek derinde düşünüp sözle, canını yaktırma!", diye tembihleyip dururdu. Amma nerede o derinde düşünmek, hayat-memat vuruşması gittiğinde! Oho, okul görmedim de, okul! Profesör olurdum. Okula gideceğim yıl savaş başladı, okulumuza bomba düştü. Sürgünlükte de okumaya ne vakit oldu, ne de bir çare. Hayatın kendisi bize hoca oldu. Ban, "Ay kız, sende iki kalp var galiba" diyorlar. Yok yok, herkeste bir kalbim var, son vakitte pek rahatsızlandı pislik. "Kaytarma" filmi çıktığında ben de vardım, otomatik silahlı askerler, yük makinesi ve vagonları gördüğümde eşimi kaybettim. Bizim gördüklerimize iki değil de, on kalp dayanmaz!

Yarım aydan fazla yol gidip, Özbekistan'ın Serovo istasyonuna getirip indirdiler. Sonra da oraya buraya taşıyıp götürdüler. Duvarları pirelerden kap Kara olan bir barakanın içine tıktılar. Hepimiz böyle bitlendik ki, giysimizi çıkartırken bitler yağmur olup yağıyorlardı. Yemek, su yok, döşek yok. Eğer ben olmasam, hepimiz açlıktan ölürdük. Hem gerçekten de öyle. Annem ve kuzenimi (teyzemin çocuğunu) bakmak için dilencilik yaptım. Erkek giysisi giyip, saçlarımı kırpıp, vagonlarda türkü söyledim, demiryolu kenarlarında kömür parçacıkları topladım ve böylelikle bir kaç kuruş kazanıyordum. Beğeniyorlardı türkülerimi. En çok "Brodâga", "Yogan Vaysı"nın (Kılıç ve Klakan filminin baş kahramanı) türküsünü ısmarlıyorlardı (istiyorlardı). O zaman ortalık çakallar dolu, vira kabirlerden ölüleri kazıp, çıkarıp yiyorlardı. Biz çocuklarla onları avlayıp, öldürüyorduk. Ölü çakalların derisini yüzüp, deri hazırlama idarelerine varıp, veriyorduk. Derileri çuvallara doldurup, Çırçık (Özbekistan'da nehir) üzerinden yüzüp, Yangıyül'e idarye taşıdım. Büyük, şişman çakalların derisine iyi para ya da makarna veriyorlardı, kimsenin makarnanın ne olduğunu bilmediği zamanda ben aileme makarna yedirdim.

Moskova'ya köy öğretmenliği sergisine gidecekken savaşa alınan dayım İbraim Halilov'un yolda yazdığı mektubu ebere biliyorum. "21 Haziranda öğlen çıktım köyden, Abhair beni sorarsa, yöneldim, deniz Kezlev'den. Varacak yerim Moskova'ydı, oraya varamadım. Canımdan sevdiğim dedemle vedalaşamadım..."

Savaştan yaralı dönüp, Semarkant'ta hastanede yatan İbraim dayımın açlıktan şişen oğlu İzzet'i sırtıma yüklenip, 45 kilometre yayan yürüyüp getirdim ve baktım. Bu yollarda zorluklar beni sındırmadı, sadece itekledi. Sonra bu maceralardan vazgeçip, başta Angren'de (Özbekistan'da bir şehir) maden ocağında, sonra Çırçık'ta (Özbekistan'da adını nehirden alan şehir) da izin çıkınca fabrikada çalıştım. Bu fabrikada çalışan Mustafa Bağışev ile evledik. Kaynatamın adı Bağış'tı. Onun annesi (Bağış'ın) pek çok çocuk doğurdu ama hiç birisi sağ kalmadı. Bu çocuğu (Bağış) doğurduğunda tören (mevlid) düzenleyip , etraftaki yedi köyden topladıkları basma parçalarından gömlek dikerek, giydirdiler ve adını Bağış koydular.

1997 yılında kocam ve çocuklarımla Akmescit'e geldim, eski Tatar evini satın aldım, elimdeki eşyaları satıp evi tamir ettim, etrafındaki bir avuç toprağa yeşillik, sebze ekiyorum. Çocuklarımı, torunlarımı evlendirdim, okullarına yardım ediyorum.

Çocukluğumda köydeki büyüklerden işittiğim Çora Batır destanı, 80'den fazla halk yırları, Yalı Boyu tarafından yemişle buğdayı değiştrmeye geldiklerinde işittiğim "Şe Ramazan" beyitlerini ve pek çok duaları ezberden biliyorum, zevkle icra ediyorum. Hiçbir harf bilmiyorum, ama bir kez duyduğum şiiri, şarkıyı bir kereden ezberliyorum. Bazen kendim de (şiir) dokuyorum.

Ah, nasıl müarek yaşlılarımız vardı. Öyle akıllı, hikmetli sözler öğretirlerdi. (Ayriye Bağışeva ninenin kendisi de şimdi böyle mübarek yaşlılarımızdan biridir. Müteber yaşına bakmadan milletimizin ne kimliği, ne iyiliğini aklından çıkarmayan, bir bakışta zarif ihtiyar kadın görünen, ama halkımızın adına haksız hareketlere karşı dik cevap söyleyen, dünya ve Kırım siyasetinden pek haberdar olan bir kadın. İlle şu kadınlar sayesinde milletimiz sürgün soykırımında sağ kald, Kırım'a dönüp, köklerini yeşertti.- Z.B.)

Allah'ıma sonsuz şükürler olsun. Pek bahtlıyım, çoluk-çocuğumla, soyum-sopumla öz yurdumda kendi evimde yaşıyorum. Bundan da büyük kıvanç var mı?!

Bütün sürgün hikayelerine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Kırım Tatarca

 Qırımnıñ Fraydorf rayonı  Montanay adlı köyde 1933 senesi noyabr 7 künü dünyağa kelip, 11 yaşında beftan suçlanıp, sürgünlik yoluna quvuldım. Yarım asırğa uzayğan şu yollar ve yıllarda nice-nice ğayıp,  meşaqat, aqaretlerni körip, Vatanğa endi ana, qartana olıp qayttım. Babam Mambet cenk başlanğanda  cebege alındı, şunen de qaytıp kelmedi.  Anam Ayşe  beş balasınen qoluna tek bir Quranını alıp çıqtı. Qomşu köydeki çufutlarnı toplap atqanlarından soñ nenem(Kezlev şivesinde - anam) bizni de atmağa alıp keteler, dep iç bir şey almağan.

Saratovğa kelgende trenimiz birinci kere toqtağanda burnuma taze pişken ötmek qoqusı keldi. Deli olayazdım bu qoqudan! Bir yerde ötmek bereler bellep, vagondan atılıp tüştim. Anda-mında çapqalayım, körmeyim. Birden tren köçip başladı. Yanımda daa bir qız bar edi. Saqçılar kim ve qaysı vagondan  olğanımıznı soradılar. "Soqur Abdramannıñ qızıman", dey deminki qız. Men aytıp yetiştiralmadım, ekimizni de köterip endi yöneyatqan vagon içine attılar. Tren ekinci kere toqtalğanda  cuvura-cuvura anam, tatalarım ve qardaşımnı taptım...

Nenem bek mubarek, yuvaş, birevniñ yüzüne qarap laf aytmağa saqınğan bir apaqay edi. "Balam, birevge bir şey aytacaqta bek terenden tüşünip laf et, canını avurtma!", dep tenbiyeley turğan. Amma qayda o, terenden tüşünmek, ortalıqta ayat-memat uruşı ketkende! Eh-he, mektep körmedim de, mektep! Professor olır edim. Oquvğa baracaq yılım cenk başlandı, mektebimizge bomba tüşti. Sürgünlikte de oquvnı oylamağa ne vaqıt oldı, ne de bir çare. Ömürniñ özü bizge oca oldı. Mağa, "aqız sende eki cürek bar, ğaliba, diyler!". Yoyoyoq, er kestay bir cüregim bar, soñki vaqıtta bek raatsızlay cinabet. "Qaytarma" filmi çıqarılğanda men de bardım, avtomatlı askerler, yük maşina ve vagonlarnı  körgenimnen esimni coydım.  Bizim körgenlerimizge eki dugul de, on cürek te dayanmaz!

Yarım aydan ziyade yol yürip, Özbekistannıñ Serovo stantsiyasına ketirip töktüler. Soñ de anda, de mında taşıp, yedi kere köçürdiler. Divarları qandalaydan qap-qara olğan baraq içine tıqtılar. Epimiz öyle bir bitledik ki, urbamıznı qaqqanda bitler cavun bolıp cavalar. Aş-suv yoq, töşek yoq. Eger men olmağan bolsam, epimiz açtan öler edik.  Em kerçekten de öyle.  Anam ve tata-qardaşımnı baqmaq içün tilencilik yaptım, aqay urbasını kiyip, saçlarımnı qırqıp vagonlarda türkü aytıp, demiryol kenarlarında kömür parçaçıqları topladım ve böyleliknen bir qaç kapik qazana edim.  Begene ediler türkülegenimni. Eñ çoq "Brodâga", Yogan Vaysnıñ("Qılıç ve qalqan" filminiñ baş qaramanı) türküsini sımarlay ediler.  O zaman ortalıq şaqallar tolu, vira qabirlerden ölülerni qazıp çıqarıp aşay ediler. Biz balalarnen olarnı avlaymız, öldüremiz. Ölü şaqallarnıñ terisini sıdırıp, teri azırlav idarelerine barıp tapşıra edim. Terilerni çuvalğa toldurıp, Çırçıq özeninden yaldap Yangiyülge kontorağa taşıdım. Balaban, semiz şaqallarnıñ terisine yahşı para ya da maqarne bere ediler, birev maqarne ne ekenini bilmegende, men qorantama maqarne aşattırdım. 

Moskvağa köy hocalığı sergisine ketecekte cenkke alınğan dayım İbraim Halilovnıñ yoldan  yazğan mektübini ezberden bilem: "21-nci iyünde çıqtım köyden üylede Abhair meni sorasa, cönedi, deñiz Kezlevden.  Baracaq yerim Moskva edi, anda barıp bolmadım Candan sevgen qartbabamnen savlıqlaşgıp bolmadım..."

Cenkten yaralı qaytıp, Samarqandda gospitalde yatqan İbraim dayımnıñ açlıqtan şişken oğlu İzzetni sırtıma yüklep, 45 kilometr cayav yürip ketirdim ve baqtım. Bu yollarda aşağan kötekler meni sındırmadı, tek pekitti. Soñ, bu serguzeştlerden vazgeçip, başta Angrende şahtada, soñra Çırçıqta ta pensiyağa çıqqance "Çirçikselmaş" zavodında çalıştım. Şu zavodda çalışqan Mustafa Bağışevnen evlendik. Qaynatamnıñ adı Bağış olğan. Onıñ anası pek köp bala tapqan, amma iç birisi sağ qalmağan. Şu balası doğulacaqta ırım etip, etraftaki yedi köyden basma parçaları toplap kölmek tikip kiydirgenler ve adını da Bağış qoyğanlar.

1997 senesi aqayım ve balalarımnen Aqmescitke keldim, eski tatar evçigini satın aldım, qolumda olğan eşyalarımnı satıp evni tamir ete, qaraltısındaki bir avuç topraqta yeşillik, sebze saçam. Balalarım, torunlarımnı evlendirdim, oquvlarına yardım etem.

Balalığımda köydeki qartlardan eşitken Çora batır destanı, 80-den ziyade halq yırları, yalı boyu tarafından yemişke boğday deñiştirmege kelgenlerden eşitken "Şe Remezan" beyitlerini ve pek çoq dualarnı ezberden bilem, zevqnen icra etem. Bir arif tanımayman, amma bir kere eşitken şiirmi, türkümi bir kereden ezberleymen. Bazıda özüm de toquyman.

Ah, nedayın mubarek qartlarımız bar edi. Öyle aqıllı, ikmetli laflar ögrete ediler. (Ayriye qartana Bağışevanıñ özü de şimdi böyle mubarek qartlarımızdan biridir. Müteber yaşına baqmadan milletimizniñ ne kemligi, ne eyiligini qaldırmağan, bir baqıştan zarif qartiy olıp körüngen, amma halqımıznıñ adına aqsız areketlerge tik cevap qaytarğan, dünya ve Qırım siyasetinden pek haberdar olğan bir qadın. İlle şu qadınlar sayesinde milletimiz sürgünlik qırğınında sağ qaldı, Qırımğa qaytıp, tamırlarını yeşertti — Z.B ).

Allahıma soñsuz şükürler bolsın. Pek bahtlıman, bala-çağam, soy-sopumnen öz yurtumda öz üyümde yaşayman. Bundan da büyük quvanç barmı!

Episi sürgün ikâyelerine mında basıp irişebilirsiñiz.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.