SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Hacettepe Üniversitesi

QHA - Kırım Haber Ajansı - Hacettepe Üniversitesi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Hacettepe Üniversitesi haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Bağlama sanatçısı Haliloğlu: Türk müziği teorisinde değişime açık olunmalı Haber

Bağlama sanatçısı Haliloğlu: Türk müziği teorisinde değişime açık olunmalı

Bağlama sanatçısı ve eğitmeni, Hacettepe Üniversitesi Seçmeli Dersler Koordinatörlüğü Öğretim Görevlisi Murat Haliloğlu, bağlamanın kültürel kimliğin aktarımındaki rolü, tarihsel gelişimi ve Türk müziği teorisinin günümüzdeki durumu üzerine Kırım Haber Ajansına (QHA) kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Haliloğlu, bağlamanın hâlâ gelişimine devam eden bir enstrüman olduğunu ifade ederek Türk müziği teorisinde değişime açık olunması ve bir fikir birliğine varılması gerektiğinin altını çizdi. “BAĞLAMA HÂLÂ GELİŞİMİNE DEVAM EDEN BİR ENSTRÜMAN” QHA’nın “Türk müziğinde bağlamanın kültürel kimliğimizi korumadaki ve aktarmadaki rolünü nasıl değerlendirirsiniz?” sorusuna karşılık Haliloğlu, “Bağlama; Türk kültürüyle özdeşleşmiş, Anadolu’daki eski medeniyetlerden de biraz yararlanmış ve şu an Türk halk müziğinin ana çalgısı olan bir enstrüman. Anadolu’da nereye giderseniz gidin hemen hemen her kültürün bağlama ile bir ilişkisi vardır. Bir Alevi deyişinin, bozlağın, zeybeğin, horonun ve halayın da bağlama ile çalındığını görebilirsiniz. Bu anlamda bağlamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum fakat günümüzde bağlamanın biraz daha geri plana düşmeye başladığını hissediyorum. Özellikle genç nesilde bağlama öğrenimine ilginin azaldığını görüyorum. Bu korkulacak bir şey midir? Tartışılır çünkü bağlama hâlâ gelişimine devam eden bir enstrüman. Umuyorum ki hiçbir zaman kullanımı tükenmeyecektir.” değerlendirmesinde bulundu. Fotoğraf: Elif Başak Boyacı/QHA Ankara “BAĞLAMA, HER MÜZİK TÜRÜNDE KULLANILAN BİR ENSTRÜMAN DEĞİLDİ” Bağlamanın gelişimine istinaden, “Cumhuriyet’in ilk yıllarında bağlama, Türkiye’deki her müzik türünde kullanılan bir enstrüman değildi. Örnek vermek gerekirse, zeybekler ve halaylar davul ve zurnayla icra ediliyordu. Bağlamanın ana enstrüman olarak kullanılması ise Muzaffer Sarısözen’in derleme çalışmalarıyla beraber düzenlediği ‘Yurttan Sesler’ programı ile başladı. Orada daha fazla enstrümanla icra yapabilmek ve bağlamayı biraz daha ön plana çıkarabilmek üzerine konuşuldu. Farklı yörelerden gelen icracıların bağlamaları, perde yapıları, tel sayıları, tel düzenleri ve akort etme biçimleri farklı oluyor; dolayısıyla bunların bir standarda dökülmesi gereği duyuluyor” diyen Haliloğlu, Türkiye’nin en önemli çalgı bilimcilerinden biri olan Cafer Açın’a atıf yaparak bağlama perdelerinin şu andaki yerlerinin sabitleşmesindeki en büyük çalışmayı Açın’ın yaptığını belirtti. Fotoğraf: Elif Başak Boyacı/QHA Ankara Bağlamanın gelişimine ilişkin Haliloğlu, “Şu an herhangi bir bağlama yapımcısına giderseniz elinde perdelerin santimetre cinsinden yerlerinin olduğu bir tablo vardır, o tablonun altında da Cafer Açın’ın imzası vardır. Bağlama böyle bir gelişme yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor.” ifadelerini kullandı. Haliloğlu; bağlamadan akustik anlamda nasıl daha iyi ses alınabileceği, bağlamanın eşiği teknenin neresine konulursa daha iyi bir rezonans çıkarılabileceği; bağlamanın perdeleri, çalım tekniği ya da akort sistemi ile ilgili nasıl geliştirmeler yapılabileceği ve bağlamanın farklı enstrümanlarla da harmanlanması üzerine çalışmalar yapıldığını kaydederek, “Örneğin Kemal Dinç’in ürettiği klasik gitar ve bağlama karışımı bir enstrüman var. Erkan Oğur da kopuz ismini verdiği üç telli curaya farklı akort düzenleri uygulayarak Kemal Dinç’in yanı sıra yepyeni çalışmalar ortaya koydu. Ben bu tür çalışmaların bir sonunun geleceğini düşünmüyorum. Kemanın Avrupa’da üç yüz dört yüz yıl önce yaşadığı değişimi bağlama günümüzde yaşıyor.” şeklinde konuştu. Fotoğraf: Elif Başak Boyacı/QHA Ankara TÜRK MÜZİĞİ MAKAMLARI, RUH HÂLİNİ ETKİLİYOR MU? Makamsal müziğin ruh hâline etkileri üzerine olan rivayetlerin doğru olmadığını, müzik dinlerken yaşanılan ruh hâli değişimlerinin ise insanın kendi ruh hâline bağlı olduğunu kaydeden Haliloğlu, geçmişten bugüne gelen, rast makamının bel ağrısına iyi geldiği veya nihavent makamının ise kan dolaşımını hızlandırdığı gibi tevatürler için, “Ben açıkçası bunların pek gerçekliğe yakın olduğunu düşünmüyorum. Ruh hâlini etkiler mi, etkiler ama aynı şekilde Bach’ın bir eseri, bir majör ve minör ayrımı da ruh hâlini etkileyebilir. Bunun aslında makamlarla ilgili değil de insanın kendisiyle, insanın ruh hâliyle ilgili olduğunu düşünüyorum” yorumunda bulundu. Fotoğraf: Elif Başak Boyacı/QHA Ankara “TÜRK MÜZİĞİ TEORİSİNDE DEĞİŞİME AÇIK OLUNUP AĞIZ BİRLİĞİNE VARILMALI” Haliloğlu, Türk müziği teorisinde değişime açık olunup ağız birliğine varılması gerektiğini şu sözlerle aktardı: Türk müziği eğitiminin Türkiye’de çok tek yönlü olarak yapıldığı kanısındayım çünkü Türk müziği konservatuvarları sadece belli bir teori sistemi üzerine eğitim veriyor ve buradan çıkan insanlar farklı yaklaşımlara biraz kapalı olarak mezun oluyorlar. Bu durum, bizim Türk müziği teorisinde bazı yenilikleri yapmamızı engelliyor çünkü bu yeniliklere hemen karşı çıkılıyor. Aynı durumun bağlama için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz çünkü Cumhuriyet’in ilk döneminde Türk müziği teorisi üzerine nasıl çalışmalar yapıldığını bilmemiz gerekiyor. Öncelikle Batı müziği teorisi için, ‘Onlar yapmışsa biz de yapabiliriz’ şeklinde bir algıyla Türk müziği teorisi tekrar yazılmaya başlanıyor. Türk müziğinde olup da Batı müziğinde olmayan bazı sesler olduğu için de bu sesleri ifade edebilmek için yeni işaretler ortaya çıkarılıyor, bu işaretler ise artık standartlaştı fakat daha sonra Türk halk müziği ve Türk sanat müziği şeklinde bir ayrım ortaya çıktı. İkisinin nota yazısı çok farklıdır, bemoller ve diyezler sebebiyle birini bilen, bir diğerini anlamayabilir. Bu farkların bile Türk müziğini toptan görüp icra etmeyi zorlaştıran etkenler olduğunu dile getiren Haliloğlu, “Bu yüzden Türk müziği teorisinde değişime açık olup bu konuda bir ağız birliğine varılması gerektiğini düşünüyorum“ ifadelerine yer verdi.

Prof. Dr. Seyfi Yıldırım: Rus emperyalizminin en önemli hedeflerinden birisi Kırım'dır Haber

Prof. Dr. Seyfi Yıldırım: Rus emperyalizminin en önemli hedeflerinden birisi Kırım'dır

Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlke ve İnkılapları Tarihi Enstitüsü Prof. Dr. Seyfi Yıldırım, 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı'nın 79. yıldönümü çerçevesinde Kırım Haber Ajansına konuştu. Prof. Dr. Seyfi Yıldırım: Rus emperyalizminin yayılma alanlarının en önemli hedeflerinden birisi Kırım olmuştur! ???? https://t.co/meOOVDO3xZ pic.twitter.com/TVphu50p3O — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) May 23, 2023 Sovyet hükûmeti, Stalin’in emriyle 18 Mayıs 1944’te Kırım’daki tüm Kırım Tatarlarını anavatanlarından sürgün etti. Sürgün sırasında Kırım Tatar erkeklerin büyük bir çoğunluğu Kızıl Ordu’da Alman Nazi ordusuna karşı savaşıyordu. Çoğunlukla kadınlar, çocuklar, yaşlılar olmak üzere hayvan vagonlarına doldurulan Kırım Tatarları; Orta Asya, Urallar ve Sibirya’ya sürgün edildi. Kırım’dan sürgün edilen 420 bini aşkın Kırım Tatarının yüzde 46’sı sürgün yolunda veya gittikleri yerlerde açlık, susuzluk ve hastalık gibi çeşitli sebeplerden dolayı hayatını kaybetti. SEYFİ YILDIRIM: 1774 KÜÇÜK KAYNARCA ANTLAŞMASI VE SONRASINA BAKMAK GEREKİYOR Prof. Dr. Seyfi Yıldırım, Kırım Sürgünü’nün ilk adımı olarak 1774 Küyük Kaynarca Anlaşması’na işaret etti. Yıldırım, “Bunun için 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ve sonrasına bakmak gerekiyor. Rus emperyalizminin yayılma alanlarının en önemli hedeflerinden birisi Kırım olmuştur.  Karadeniz'de önemli bir üs olması, stratejik anlamda önemli bir üs olması hasebiyle Kırım'ı hedef topraklar haline getiren Çarlık Rusyası'nın burada nüfus açısından feci sonuçlara yol açtığını bilmemiz lazım” dedi. 1774’TEN 1914’LERE KADAR YAKLAŞIK 1 MİLYON 800 BİN KIRIM TATARI ANADOLU'YA GÖÇ ETTİ Yıldırım, Kırım’dan Anadolu’ya göçlerin uzun bir süredir devam ettiğini ifade ederek “1768’lerden sonra bilhassa Kırım'dan Anadolu'ya ciddi göçler vuku bulmuştur. Yapılan çalışmalar da literatürde 1774’ten 1914’lere kadar yaklaşık 1 milyon 800 bin Kırım Tatarının Anadolu'ya göç ettiği hesap edilmektedir” dedi. Yıldırım, bundan sonraki süreçte de özellikle Bolşevik Devrimi’nin ardından Kırım Tatarlarının göçünün sürdüğünü ifade etti. Prof. Dr. Seyfi Yıldırım, Çarlık Rusya ile Sovyetler Birliği arasında bir değişimin olmadığını belirterek “1917'de Bolşevik Devrimi olduktan sonra da bu göç ettirme devam etmiştir aslında emperyalist sistem açısından Çarlık Rusya ile Sovyet Rusya'sında bir değişim olmamıştır” dedi. Geçiş sürecinde nüfus oyunlarının ve kıyımların devam ettiğine işaret eden Prof. Dr. Seyfi Yıldırım, “Nüfus oyunları dediğimiz ve nüfus ihtilali dediğimiz sürecin devam ettirildiğini, yine Kırım halkı üzerinde maalesef soykırıma varan uygulamaların icra edildiğini görüyoruz. Burada halklara eşitlik, özgürlük iddiasıyla yola çıkan bir rejimin kısa zamanda gerçek yüzünü gösterdiğini ve bölge halkları içerisinde hem birebir aydınları katlederek, daha sonra kitleleri katlederek nüfus oyunları oynadığını, bir intikamcı tavır sergilediğini, kucaklayıcı bir tavırdan ziyade intikamcı bir tavır sergilediğini literatür ortaya koyuyor” dedi. "STALİN'İN HİTLER'DEN GERİ KALAN BİR YANI YOK" Stalin’in tavrını irdelemek gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yıldırım, Stalin’in Hitler’den geri kalan bir yanı olmadığını ifade etti. Prof. Dr. Yıldırım, şunları kaydetti: “İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya ve Sovyet Rusya'nın birbiriyle çatışması sonrasında Almanya'nın geri çekilmesi ve Almanya'yla işbirliği yaptığını düşündüğü kitleleri yeniden sürgüne ve ölüme göndermesi gibi bir faciayla bu sefer Çarlık Rusyası'nın rahmet okutacak bir faşizm ortaya konulmuştur. Bir faşist anlayışın ortaya konulduğunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Bu da bir normal davranıştan ziyade artık bir etnik temizlik söz konusu. Yani biz hep Hitler'i dillendiriliriz ama Stalin'in ondan geri kalır bir tarafı yoktur. İşte malum olduğu üzere 18 Mayıs 1944'te Kırım halkı düşmanla işbirliği yaptığı gerekçesiyle iki saatlik süre içerisinde yerlerinden yurtlarından yok edilerek alınarak işte bir kısmı Sibirya'ya bir kısmı Özbekistan’a gönderildi.”  Kırım Tatarlarının birçok coğrafyaya sürüldüğünü, bazılarının da muhaceret hayatına geçtiğini ifade eden Prof. Dr. Yıldırım, “Sadece Türkiye'ye, Anadolu'ya değil, diğer bölgelere de birçok Tatar'ın sürüldüğünü Özbekistan da dahil görüyoruz. Sibirya da bunların içerisinde. Ama tabii yolda giderken bunlardan önemli bir kısmının hayatını kaybettiğini de görüyoruz. Yani sürgün edildikleri yerlere ulaşamadıklarını görüyoruz. Açlıktan, susuzluktan ve kötü muameleden hayatını kaybettiğini görüyoruz. İşte bugün Ukrayna'da, biliyorsunuz Letonya'da, Litvanya'da, Kanada'da birçok Kırım Tatarının yaşadığını, yaşamaya çalıştığını, buralardan bir hayat bulmaya çalıştığını görüyoruz. Anadolu'nun birçok yerinde de Kırım Tatarı kardeşlerimizin yaşadığını müşahade ediyoruz”  TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA KIRIM, DAİMA ÖNEMLİ MADDELERDEN BİRİ OLDU Türk dış politikasında Kırım’ın konumuna değinen Prof. Dr. Seyfi Yıldırım, “Kırım daima Türk dış politikasının önemli maddelerinden biri olmuştur” dedi. Osmanlı için de Kırım’ın önemli bir yer tuttuğunu ifade eden Yıldırım, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Dünya Savaşı yıllarında durumunun zor olmasından dolayı müdahale edemediğini vurguladı. Bu dönemde birçok aydının konunun takipçisi olduğunu ifade eden Yıldırım, “Milliyetçi aydınların, yazarların konuyu devamlı gündemde tuttuklarını ve bu konuyla ilgili devamlı yazılar yazdıklarını, tüm Sovyet coğrafyasıyla ilgili yazılar kaleme aldıklarını biliyoruz” ifadelerini kullandı.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.