Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Kongresi'nde "Kırım" paneli: Sürgünün 81. yılında kültür, tarih ve siyaset bağlamında Kırım Tatarları ele alındı
II. Uluslararası Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Kongresi, 16-18 Mayıs 2025 tarihleri arasında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (HBVÜ) ev sahipliğinde düzenlendi. Kongre, Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği ve HBVÜ Türkiyat Uygulama ve Araştırma Merkezi ortaklığında tertip edildi. Türk dünyasından birçok akademisyeni bir araya getiren kongre, "Türk Devletleri ve Toplulukları Arasında Stratejik İş Birliği İmkânları" temasıyla pek çok bildirinin sunulmasına imkân sağladı.
18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı'nın 81. yıl dönümünde kongre kapsamında "Kırım ve Diasporada Kırım Tatarları: Kültür, Tarih ve Adalet" başlıklı panel gerçekleştirildi. 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı'nın 81. yılında düzenlenen özel oturumda; Prof. Dr. Makbule Didem Buhari, Dr. Metin Ömer, Ufuk Aykol, Enver Uğur Aykol ve Ömer Cihad Kaya tebliğlerini sundu. Oturum başkanlığını Dr. Ögretim Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu yaptı.
2014 SONRASI KIRIM TATARLARININ KÜLTÜREL DİPLOMASİSİ
Kırım oturumunun ilk bildirisi İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Makbule Didem Buhari ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu'nun hazırladığı "2014 Sonrası Kırım Tatarlarının Kültürel Diplomasisi" başlığını taşıdı. Prof. Dr. Buhari, Rusya'nın Rus olmayan halklara ve özellikle savaş ve işgal girişimi ile mücadele eden Ukrayna ve Kırım Tatarlarına yönelik saldırgan bellek siyasetine dikkat çekti.
Kırım'ın işgali ve 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan topyekûn savaş ile Rusya'nın kimliksizleştirme faaliyetleri ve kolonyal politikasına vurgu yapan Prof. Dr. Buhari şunları ifade etti:
"2014 yılında Kırım’ın işgal edilmesiyle beraber, Rusya’ya bakıldığında Sovyetler Birliği hatırlanıyor. Yapılan haksızlıklar anımsanıyor. Geçmişle bugün arasında bir bağ kuruluyor. Biz bu çalışma ile şu andaki Ukrayna-Rusya Savaşı’nı da bir tür bellek savaşı olarak okumak gerektiğini ifade ediyoruz. Moskova; Ukrayna ve Ukraynalı diye bir kimliğin var olmadığını savunuyor. Ukraynalı kimliğinin, otantik olmadığını, herhangi bir tarihi olmadığını, Ukraynalıların aslında Rus olduğunu söylüyor. Ukraynalıları Avrupalı ideologların manipüle ettiğini ve Ruslara düşman ettiğini iddia ediyor. Rusları bir ölçüde böldüğünü ileri sürüyor. Burada doğrudan bir tarihi anlatı üzerinden Ukraynalıların kimliğine bir saldırı yapılıyor ve saldırgan bir şekilde bellek siyaseti kullanılıyor. Buna karşılık olarak da Ukraynalılar kendi milli kimliklerini savunuyorlar."
Prof. Dr. Makbule Didem Buhari, Kremlin'in bu saldırgan tavırla bir milli kimliği yoksaydığını ve kendi savaş suçlarını gizlemek istediğini belirterek şöyle konuştu:
"Rusya, bu asimilasyon siyasetine karşı çıkan Kırım Tatarlarını, Litvanyalıları, Ukraynalıları ve Polonyalıları geçmişte Nazilerle iş birliği yapmakla suçlayarak, bu noktada saldırgan bir politika izlemektedir. Putin Rusyası, şu anda gerçekleştirdiği saldırıları bu şekilde meşrulaştırmaya ve gizlemeye çalışmaktadır. Buna karşılık, Kırım Tatarları da kendi belleklerini savunmaktadır."
Bu konuda Buhari, Kırım Tatar halkının milli kültür ve milli kimliğinin korunması için “Haytarma” filminin hikayesini örnek verdi. Ayrıca, tarihi adaletsizlik hususunda ise şu ifadeleri kullandı:
"Ukrayna, Kırım Tatarlarının kültürel diplomasi faaliyetlerini desteklemektedir. Bilindiği üzere, 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü’nün soykırım olarak tanınması için uluslararası bir kampanya başlattı. Bu, Ukrayna ve Kırım Tatarlarıyla tarihsel adaletsizliğe başkaldırdıklarını gösteriyor. Sovyetler Birliği döneminde yapılan etnik temizlik, soykırım gibi savaş suçları bugün daha postmodern bir şekilde yapılabiliyor. Ancak, buna karşılık özellikle Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının faaliyetleri, Ukrayna’nın da desteğiyle Kırım Tatarlarına yapılan baskıların dünyaya duyurulduğunu görüyoruz."
TEHLİKEDEKİ DİL OLARAK KIRIM TATARCASI: GEÇMİŞTEN BUGÜNE KIRIM TATARCA NEŞRİYAT
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi Ufuk Aykol ve Türk Edebiyatı Dergisi Yazı İşleri Müdürü Enver Uğur Aykol, Kırım Tatarca neşriyatın geçmişten bugüne yaşadığı serüveni ve tehlikedeki bir dil olarak Kırım Tatarcanın yok olmaması ve gelişmesi için günümüzde neler yapılabileceği yönünde bir sunum gerçekleştirdi.
Kırım Tatar tarihçi Ufuk Aykol, konuşmasında Kırım Tatar yazını ve edebiyatı hususunda şöyle konuştu:
"Kırım Tatarları, Kırım’ın yerli ve Müslüman Türk halkıdır. Doğal olarak, Kırım Tatarca da Türk dilinin Kırım’a özgü bir lehçesidir. Ancak, Kırım Tatarcanın tarihsel gelişiminde yaşadığı serüven, çok farklı coğrafyalara yayılmalarına sebep olduğu için sadece Kırım’da değil Türkiye, Romanya Bulgaristan hatta sürgünden sonra Özbekistan ve Türkistan'da yaşamaya devam etti. Organik bir şekilde bağlı bulunduğu coğrafyaya adapte olabilen, görece değişebilen ve yaşamaya devam eden bir dil haline geldi. Kırım’da özellikle 1783’teki Rus İmparatorluğunun işgalinden sonra Kırım'daki Tatar nüfusu geometrik olarak azalmaya başladı. Rus kolonizasyonu sonucunda 19. yüzyılda muhaceretin neticesinde Kırım'daki nüfus azınlığa düştü. 1883'te hepimizin çok iyi bildiği İsmail Bey Gaspıralı ortaya çıktı ve Kırım Tatarca yazının yaşayabilmesi adına ilk Kırım Tatarca gazete olan Tercüman’ı neşretti. 1883'ten 1914'e kadar Tercüman, muntazam, haftada en az iki kere olmak üzere basılmaya devam etti. Ve ortak bir edebi dil için çalışan Gaspıralı, gazetesinde Kırım Tatarca ifadelere, cümlelere, şiirlere, anlatılara yer verdi. Doğal olarak; onun yolunu açtığı Kırım Tatarcanın yaşaması için kurulan bu müessese, Kırım Tatar gençlerini, aydınlarını etkiledi ve Kırım’da neşriyat, 19. yüzyılın sonunda canlılık kazandı. Bugün Yaş Tatarlar adını verdiğimiz oluşum, 1905’teki Rusya’daki devrimden sonra ortaya çıkan Vatan Hadimi gazetesini neşretti. Bu gazete, sadece Kırım Tatarca çıkarıldı. Tercüman, Osmanlı Türkçesine yakın bir dil tercih ederken “Vatan Hadimi” tamamen Kırım Tatarca çıkarılıyordu. Bu gelişme, Osmanlı Devleti'nde yaşayan Kırım Tatarlarına da sirayet etti. İstanbul'da okuyan Kırım Tatar gençleri, Kırım Talebe Cemiyetini kurdu. Bu cemiyetteki gençler, Kırım Tatarcanın yaşatılması için Yaş Tatar Yazgıçları Cıyını (Genç Tatar Yazarlar Kulübü) adlı grubu kurdu. Ve ilk defa 1912 senesinde İstanbul'da tamamen Kırım Tatarca yayınlar çıkarıldı. Bu ekip; Numan Çelebicihan, Mehmet Niyazi, Bekir Sıtkı Çobanzade gibi bugün Kırım Tatar Edebiyatının, Kırım Tatar Milli Hareketi’nin büyük isimlerinin eserlerini bastı, neşredilmesini sağladı."
Aykol, Gaspıralı ve Ceditçilik reformları sayesinde büyük adımların atıldığını ve ana dilde eğitimin hızlı bir şekilde öğretilmesiyle büyük bir toplumsal dönüşümün meydana geldiğini vurguladı. Aykol, 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı ile Kırım Tatar dilinin büyüktür yara aldığını ifade etti. Stalin'in ölümüyle beraber yeniden çeşitli adımlar atılsa da komünist Sovyet ideolojisi neticesinde Kırım Tatarca neşriyatın bağımsız bir şekilde ilerleyemediğini kaydetti. Ufuk Aykol şunları ifade etti:
"1990'lı yıllarda Kırım'da geri dönüş başladıktan sonra Kırım Tatarları kendi dillerini koruyabilmek için Avdet ve Yeni Dünya gibi yeni gazeteler neşretmeye başladılar. Ama burada şöyle bir problem çıktı. Artık 1944'te Kırım Tatarca da erozyona uğradığı için Kırım Tatarca neşriyatın okur kitlesinin ortaya çıkması da biraz müşküldü. Ve bu durumda Kırım Tatarca neşriyatın tirajı, etkinlik sahası daralmaya başladı."
Enver Uğur Aykol ise günümüzde bu konuda nelerin yapılabileceği ve tehlikedeki bir dil olması sebebiyle neden daha özenle korunması gerektiğini açıkladı. Aykol bu husustaki tebliğinde şöyle konuştu:
"Öncelikle şüphesiz bir dil yalnızca kelime haznesiyle oluşmuyor aynı zamanda bir kültür aktarımını da merkeze alıyor. Bu kültür; toplulukların tüm parçasını, kendi kimliğini ve kendi geleneğini ortaya koyan bir yapı oluşturuyor. Bu sebeple kültürel asimilasyon çalışmaları, öncelikle dilin erozyona uğratılmasıyla veya dilin kullanım alanının daraltılmasıyla başlıyor. Bu sebeple de Kırım Tatarcanın UNESCO'nun da belirttiği gibi ölü diller statüsünden çıkması için kullanım alanlarının genişletilmesi gerekiyor.
Dilbilim açısından Kırım Tatarcanın çok şanslı olduğunu söylemek gerek. Çünkü tehlikedeki diller için dokümanter dilbilimi temel olarak fiziki unsurların kayda geçirilmesini tavsiye eder. Bu konuda Çobanzade’den günümüze kadar birçok çalışma var. Tabii ki, bunların tamamına yeterli demek mümkün değil. Elbette ki daha kayda geçirilmemiş birçok deyim, atasözü, masal ve şiir ve öyküler var. Kırım Tatarca konuşmanın teşvik edilmesi ve yayınlar yapılması son derece önemli. Çünkü, kullanım alanıyla beraber yeni bir kültür aktarımı ve söylem geliştiriliyor.
Aynı zamanda hem politika alanında hem de sivil toplum kuruluşlarında dilin öğretilmesi ve eğitmenlerin yetişmesi gerekli. Şüphesiz Kırım Tatarcanın geliştirilmesi ve daha çok kişiye ulaşması için yapılacak yayınların dışında etkinliklerin ve edebiyatın da çok büyük bir önemi olduğunu söylemek gerekiyor. Bunun için aslında güzel bir örnek vermek istiyorum. Ukrayna'da hala yayın yapan Kırım İnciri Antolojisi var. Bu antolojide her sene Karim Tatarca şiirler ve öyküler neşrediliyor. Bu öyküler, birçok uzak coğrafyada Karim Tatarca konuşan ve yazan şair ve yazarları bir araya getiriyor.
Dilin yaşaması için kesin bir topluluğa ihtiyacı var. Dilin, konuşuru olmadan yaşaması mümkün değil. Bu sebeple halkın, sonraki kuşaklara mutlaka Kırım Tatarcayı aktarmaları gerektiğini düşünüyorum."
Oturum Başkanı Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu, Ufuk Aykol ile Kırım Talebe Cemiyetinin neşriyatı üzerine hazırladıkları kitabın yakında Ötüken Yayınevinden çıkacağını duyurdu. Ayrıca, Enver Aykol'un çıkardığı Türk Edebiyatı dergisine de katkı olunması yönünde çağrı yaptı. Bezikoğlu, ayrıca Dr. Metin Ömer ve Edige Burak Atmaca ile hazırladıkları Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının desteğiyle basılan resimli albümü dinleyicilerin ilgisine sundu.
TARİHÎ PERSPEKTİFTEN ROMANYA’DAKİ KIRIM TATARLARININ KURUMSAL YAPISININ GELİŞİMİ
Köstence Ovidius Üniversitesi Doğu Avrupa Araştırmaları Enstitüsünde çalışan Dr. Metin Ömer, Romanya'daki Kırım Tatarlarının kurumsal gelişimi, siyasi, sosyal ve kültürel faaliyetleri hakkında önemli bir tebliğ yaptı. Tarihsel süreçte Romanya'daki Kırım Tatarlarının kurdukları örgütleri, topluluklarını anlayabilmek için birkaç unsurun bilinmesi gerektiğini kaydetti.
2021 senesinde yapılan resmi nüfus sayımına göre Romaya'daki Kırım Tatarlarının nüfusunun yaklaşık 20 bin olduğunu bildiren Ömer, bu sayının tarihteki en düşük sayı olduğunu belirtti. Tarihi olarak Kuzey Dobruca olarak adlandırılan bölgede, 1878'de nüfusun çoğunluğunu Türk-Tatarların oluşturduğunu kaydetti. Fakat 1877'den başlayarak Dobruca'dan Osmanlı topraklarına çok yoğun bir göç hareketi yaşandığını belirten Dr. Ömer, "Benim incelediğim kaynaklara göre; Birinci Dünya Savaşı'na kadar yaklaşık 100 bin kadar Türk-Tatar, Osmanlıya göç etmiştir" ifadelerini kullandı.
Romanya'daki Kırım Tatarlarının kurumsal yapısı hakkında şu durumlara dikkat çekti:
"Romanya'daki Kırım Tatarlarının kurumsal yapısı her zaman Romanya'daki siyasi yapıdan etkilenmiştir. 1878'den günümüze kadar, Romanya'da 3 kez siyasi rejim değişmiştir. Birincisi, Romanya bağımsız devlet olarak kurulduğunda bir prensliktir, ondan sonra krallık oldu. Daha sonra 1947'de 2. Dünya Savaşı sonucunda Sovyet etkisiyle Romanya'da komünist iktidar kuruluyor. Aralık 1989'daki devrimden günümüze kadar Romanya'da demokratik bir siyasi ortam hakim."
Romanya'nın vakıf mallarını yönetmek için Müslüman topluluklarının kurulduğunu vurgulayan Ömer, 1918'e kadar bu kurumları yönetenler aslında Kırım Tatarlarının da olduğunu ifade etti. Bu konuda Kırım Halk Cumhuriyeti’ne Romanya'dan da katılanların bulunduğu belirtildi. 1. Dünya Savaşı sonrasında azınlıklara da önemli haklar verildiği ve Kırım Tatarlarının da bundan etkilendiğini kaydetti.
Dr. Metin Ömer, Kırım Tatarlarının Romanya’daki tarihi süreci hakkında şöyle konuştu:
"Bunların arasında en önemlilerinden birisi Müslüman Semineri Mezunlar Derneği. Müslüman Semineri aslında Kırım Tatarlarının tarihinde çok önemli bir yeri var. 1889'da açılan bir okul. Romanya'daki Türk-Tatar nüfusunun yetiştirildiği bir okul. Ve aynı zamanda Kırım Tatar Milli Hareketine destek vermek gayretiyle kurulmuş bir yerdi.
Onun dışında ayrıca 1930'larda gayriresmi olarak Romanya hukuku tarafından tanınan belli bir statüsü olmayan bir kuruluş teşekkül etti. Bunu Emel Grubu olarak adlandırıyoruz. Emel Grubu, Emel Dergisi etrafında örgütlenen, Kırım Tatar Milli Hareketi'nin ana çekirdeği olan grubu teşkil ediyor. Emelciler, İkinci Dünya Savaşı’nda en faal dönemini yaşadı. 1944'te sadece Kırım Tatarlarının fiziki yok oluşu değil bir etnisite olarak da yok oluşu amaçlanmıştır. Ronanya'da komünist iktidarı olduğu için Kırım Tatar milli hareketi de yasaklanmıştır. 1989'da Romanya demokratik bir siyasi yapıya dönünce azınlıklara kendi kimliklerini koruma imkanı tanınmış, bu çerçevede Romen siyaset adamları, Romanya'da yaşayan 19 tarihi azınlık tanınarak bunlara belli haklar verilmiştir. Her azınlığı temsil eden bir dernek kuruldu ve bu azınlığa belirli bir bütçe tanınıyor. Örneğin Romanya Müslüman Türk Tatar Demokrat Birliği, her sene belirli bir bütçe alıyor ayrıca meclise katılma hakkı var. Adayları temsil hakkı kazanabiliyor. Sonuç olarak, her ne kadar 1990'lardan sonra kurumsal yapı açısında Romanya'daki Kırım Tatarları için en elverişli dönem yaşansa da iki dünya savaşı arasındaki faaliyetlerle kıyaslayacak olursak daha fazla işler yapılması gerektiği çok açıktır."
"UKRAYNA-RUSYA SAVAŞI VE TÜRK DEVLETLERİNİN BÖLGESEL GÜVENLİK RİSKLERİNE KARŞI POLİTİKA BELİRLEMESİNİN ZORUNLULUĞU VE ÖNERİLER"
Kırım panelinin son bildirisini araştırmacı Ömer Cihad Kaya sundu. Kaya, konuşmasına 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı'nı anarak başladı ve sürgün çerçevesinde hayatını kaybeden masumlara Allah'tan rahmet diledi. Kaya, sürgünün uluslararası hukuk açısından da kelimenin tam manasıyla bir soykırım olduğuna dikkat çekti. 2015 yılında Ukrayna'nın, Kırım Tatar halkının Sovyet zulmüne uğrayarak soykırıma uğradığını kabul ettiğini hatırlatan Kaya, hâlen 7 ülkenin soykırım kararını kabul ettiğini ifade etti. Ukrayna'nın ülke parlamentolarına bu yönde çağrı yaptığını belirten Kaya, Türkiye Cumhuriyeti de dahil olmak üzere ülkelerin bu çağrıya kulak vermesi gerektiğini vurguladı. Kaya, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne taraf olduğunu vurgulayan Kaya, soykırım suçlarının zamanaşımına uğramadığını kaydetti. Kırım Tatarlarına karşı soykırım suçu işleyenlerin aradan geçen 81 yıla rağmen cezalandırılmadığına vurgu yapan Kaya, günümüzde Putin Rusyası’nın da bu mirası sahiplendiğini ifade etti. Kaya, "Kırım Tatarlarının sürgünü bitmedi... Devam eden işgal ve savaş nedeniyle halen sürüyor. Unutulan soykırım tekrarlanır. Ve failleri cezası kalan her suç, faili daha fazla azgınlaştırıyor" değerlendirmesini yaptı. Ardından "Türk Devletleri Teşkilatı Üyesi Ülkelerin Ukrayna-Rusya Savaşı’na Bakışı: Bölgesel Güvenlik Risklerine Karşı Politika Belirlenmesinin Zorunluluğu ve Öneriler" başlıklı tebliğinin sunan Kaya, Rusya'nın başlattığı topyekûn savaşın yarattığı küresel ve bölgesel risklere dikkat çekti. Ömer Cihad Kaya şunları ifade etti:
"Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş ve işgal girişimi, Avrupa'da ve yakın coğrafyasında bir güvenlik sorunu, bir tehdit unsurudur. Çünkü, 21. yüzyılda sınırların değişmezliği ilkesini sorgulatır hale getiren bu savaş, dünyada yaşayan herkes için endişe vericidir. Sadece bölgesel değil küresel de bir meydan okumadır. Rusya’nın Kırım ve Donbas’ı işgali ve 24 Şubat 2022’de Ukrayna-Rusya Savaşı’nı başlatmasındaki en temel motivasyon, Yakın Çevre Doktrini’dir. Kremlin müesses nizamının, Rus dış politikasını tanımlamak ve saldırganlıklarına kılıf bulmak için ortaya attığı doktrin, dengeleri Kremlin’in lehine dönüştürmek ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kurulan ülkeleri etki altına almak için kurgulanmıştır. Bu doktrin, Ukrayna’ya özel önem vermektedir. Çünkü, Rusya Federasyonu'nun yeniden süper güç olması için Ukrayna’ya ihtiyacı vardır. Peki Türk Devletleri Teşkilatı, dünyada yaşanan bu güvenlik risklerine karşı ne yapabilir? 2021 yılındaki İstanbul zirvesinde, Türk Dünyası 2040 Vizyonu’nun hazırlanması ve ilanı, bu yönde bir beklenti ve hazırlığın olduğuna işarettir. Bu vizyon belgesi tesadüfi değildir, dünyada barışın ve istikrarın tehlikede olmaya başladığı bir dönemde kabul edilmiştir. Ortak güvenlik kaygıları ve ortak risklere karşı birliktelik fikrini beslemektedir. Bu nedenle, Türk Devletleri Teşkilatına üye ülkelerin, bundan sonrada hem 2040 vizyonu hem de TDT 2022-2026 Stratejisi ve gelecek 5 yıl için 2026-2030 Stratejisi ışığında ortak tehdit algısını geliştirmesi bir jeopolitik zorunluluktur."
Türk Devletleri Teşkilatı üyesi ülkelerin savaşın taraflarıyla askeri, mali, insani ve siyasi ilişkilerini değerlendiren Kaya, Teşkilat'ın uluslararası bir kuruluş olarak ortak bir duruş sergilemesi ve aktör konumunda olması için bazı adımları kısa ve uzun vadede hayata geçirmesi gerektiğini vurguladı.
Panel, Kırım'ın ve Kırım Tatar halkının tarihindeki acı olaylar, Kırım'ın 2014'teki işgali ve Ukrayna'daki topyekun savaşın getirdiği sonuçların tartışıldığı soru cevap kısmı ile sona erdi.