SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Ömer Cihad Kaya

QHA - Kırım Haber Ajansı - Ömer Cihad Kaya haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Ömer Cihad Kaya haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu: Kırım, kendi medeniyet havzasını oluşturmuş bir merkezdi Haber

Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu: Kırım, kendi medeniyet havzasını oluşturmuş bir merkezdi

Ömer Cihad KAYA QHA Ankara Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Kuzey Kafkasya'dan Kırım'a, Balkanlardan Türkistan'a tarihten günümüze tehcir ve sürgünle yüz yüze kalan halkların yaşadığı acıları, Kuzey Kafkasya ve Kırım'ın Çarlık Rusyası'ndan günümüze geçirdiği merhaleleri, Kırım Tatar halkının yıllardır devam eden milli mücadele hareketini, Türk dünyasının birliği ve bütünlüğü için atılması gereken adımlar ile fırsatlar ve tehditleri ve Balıkesir Üniversitesi bünyesinde Türk Dünyası Hareketliliği hususunda hayata geçirilen faaliyetleri Kırım Haber Ajansına anlattı. Prof. Dr. Oğurlu; Anadolu’nun tarih boyunca göçlerle şekillenen çok katmanlı bir medeniyetin beşiği olduğuna, Kuzey Kafkasya ve Kırım’da yaşanan sürgün ve tehcirlerin sistematik olarak halkları yerinden etme, asimilasyon ve insansızlaştırmaya zorladığına, Kırım’ın dönemin Türk dünyasının entelektüel bir merkezi olduğuna, İsmail Bey Gaspıralı gibi sembol şahsiyetlerin bu bağlamda önemli bir görevi ifa ettiğine ve Türk dünyasında iş birliği faaliyetlerinin büyük bir potansiyel barındırdığına dikkat çekti. Alanı olan İdare Hukuku'nun yanında pek çok dil ve lehçeye olan hakimiyeti ve bu yöndeki çalışmaları, Balkanlardan Türkistan'a Türk ve İslam dünyasına dair meselelerdeki entelektüel birikimi ve Türk akademisine hizmetleriyle tanınan Balıkesir Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Yücel Oğurlu, bu hususlardaki kıymetli değerlendirmelerini Kırım Haber Ajansı Başeditörü Ömer Cihad Kaya ile yaptığı kapsamlı söyleşide dile getirdi. "ANADOLU HER ZAMAN MEDENİYETLERİN BEŞİĞİ OLDU" Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Anadolu topraklarının geçmişten bugüne geçirdiği tarihi süreci ele aldığı değerlendirmesinde, “Anadolu coğrafyası, tarih boyunca sürekli göç almış, medeniyetlerin beşiği olmuş bir yer. Sümerlerden Akatlara ve Elamlara kadar birçok halkla bağlantılı, sürekli bir hercümerç yaşamış bir coğrafyadan bahsediyoruz. Hititlerden Urartulara kadar birçok kavim bu topraklarda yaşadı. Kimileri başka halkları kendi içinde eritti, kimileri zamanla farklı formlarda yeniden ortaya çıktı. Anadolu, insanlık tarihî boyunca hep bir merkez oldu.” ifadelerini kullandı. Bununla birlikte Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinin bilinen tarihten önce gerçekleştiğini ve bölgeyle temasının daha erken tarihlere tekabül ettiğini ifade eden Oğurlu, “1071 tarihinden önce Peçenekler, Uzlar ve Kumanların bugünkü Marmara’dan Doğu Karadeniz’e kadar birçok bölgeye yerleştiğini biliyoruz. Bugün de izlerini Doğu Avrupa’dan Anadolu’ya kadar takip edebiliyoruz. Türklerin Anadolu'yu vatan tutmasından sonra resmî tarih olarak 1071 diye başlatacak olursak o zamandan bu yana yaklaşık bin yıllık dönem içerisinde bu coğrafyaya sığmayan Osmanlı-Türk varlığı, bütün Balkanlara ve bütün Orta Doğu'ya, Afrika'ya kadar geniş bir sahaya hükmetmiş. Geniş bir coğrafyada hâkim olan ve adaletle yöneten bir kavim olarak coğrafyada hükmünü sürmüş. İhtişamlı dönemleri olmuş. Ancak iç çekişmelerin arttığı, bilimin terk edildiği dönemlerde hem kültürel hem ekonomik olarak çöküş yaşanmış. Bütün iktisat tarihçileri de benzer şeyleri söylüyor. Bilim tarihi de bize bunu gösteriyor”  dedi. “TEHCİRLER, SÜRGÜNLER VE KATLİAMLAR BİRBİRİNDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ” Rektör Prof. Dr. Oğurlu, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı’nın çeşitli bölgelerinde yaşanan savaşların ardından Anadolu’ya büyük zorunlu göçlerin yaşandığını hatırlatarak, "1850’lerden itibaren, özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) döneminde Balkanlardan, Kırım’dan ve Kafkasya’dan Anadolu’ya ciddi bir göç dalgası yaşandı. Bu göçler, Anadolu’nun hem kültürel hem demografik yapısını yeniden şekillendirdi. Bu süreç, bir anlamda medeniyet döngüsünün bir parçasıydı. Tabii bu göç büyük bir kuşağı ilgilendiriyor. Müslüman Türklerin hinterlandını oluşturan, hem kültür anlamında hem de insani anlamda çok verimli olan coğrafyadan tehcir yani zoraki bir göçle Anadolu'ya çekilmek zorunda kalıyorlar. Balkanlardan Türklerin çekilmesi, aslında Osmanlı Devleti'nin ciğerlerinin sökülmesi gibi bir şey. Yani bu derecede vahim bir tablo” şeklinde konuştu. Kırım, Kafkasya ve Balkanlardan yaşanan büyük göçlerin tarihsel boyutuna dikkat çekerek, bu olayları birbirinden bağımsız düşünmenin mümkün olmadığını ifade eden Oğurlu, “Tarihî olarak Kırım’daki tehciri, Kafkasya’daki sürgünü anlamadan Bosna Hersek’te neden böyle bir zulme maruz kalındığını anlayamazsınız. Avrupa’nın göbeğinde 250 bin insanın öldürüldüğü, 50 bin kadının tecavüze uğradığı bir vahşetin kökenlerini ancak tarihî bulmacanın tüm parçalarını yerine koyarsanız çözebilirsiniz” şeklinde ifade etti. “ZULMÜN MİLLETİ OLMAZ” Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Oğurlu, Rus ve Osmanlı arşivlerine dayanan verilerle birlikte bakıldığında; Kuzey Kafkasya’dan 1,5 milyon, Balkanlardan en az 1,5 milyon ve Kırım’dan da yaklaşık 1,5 milyon insanın tehcire zorlandığına ulaşıldığını söyledi. Bununla birlikte Mora İsyanı sırasında bir anda 30-40 bin kişinin katledildiğini anımsatan Oğurlu, insanlık tarihinin hülasasının; acı, kan ve gözyaşı olduğunu ifade etti. Özellikle, Kafkasya bölgesindeki Rus Çarlığının ortaya koyduğu sürgün ve soykırıma dikkat çeken Oğurlu, “Bu çok üzüntü verici bir gerçek. İnsan olarak baktığınızda acı, yalnızca Türklerin, Müslümanların değil; kim olursa olsun, hangi halk olursa olsun, aynı şekilde üzüntü duymamız gerekir. Zulmün milleti olmaz. Kimin başına gelirse gelsin, bu hepimizin ortak acısıdır. Kafkasya bölgesindeki tehcir, o coğrafyaya büyük bir kayıp yaşattı. Mesela Kuzeybatı Kafkasya bölgesinde tek amaç vardı o da; insansızlaştırmaydı. Adigelerin, Karaçayların köyleri tamamen boşaltıldı ve az sayıda da olsa Çeçen, Oset ve Dağıstanlıların boşalttığı yerlere, Hristiyan Slav Kozaklar yerleştirildi" dedi. “Bu bir yerleşim hareketi değil bir koloni hareketiydi" diyen Oğurlu, Çarlık Rusyası’nın 1864 sonrası Kafkasya’ya bir daha çıkmamak üzere yerleşme hedefiyle hareket ettiğini söyledi. Çarlık ordularının bölgeye yaklaşık 200 yılda tamamen hâkim olduğunu ifade eden Oğurlu, özellikle dağlık bölgede İmam Şamil'in direnişinin son bulmasıyla sürecin hızlandığını vurguladı. “RUSYA, İNSANLARI KİMLİKSİZLEŞTİRMEYE ÇALIŞTI” Oğurlu, Çarlık ve Sovyet dönemlerinde uygulanan dil ve göç politikalarının halkları kimliklerinden koparmayı amaçladığını ifade etti. Oğurlu, Sovyetler Birliği'nin Türkçeyi sistemli olarak geri plana ittiğini, yerine Rusçayı baskın dil hâline getirdiğini belirtti. Oğurlu, “Rusça bugün bölgede lingua franca olmuşsa, bu tamamen bilinçli ve resmî bir politikanın sonucudur ” şeklinde vurgu yaptı. Çeçenistan ve Dağıstan başta olmak üzere Kuzey Kafkasya’da sadece dış tehcirin değil iç göçün de yaşandığını aktaran Oğurlu, “Biz tabi Kuzey Kafkasya bölgesinden tehciri biliyoruz. Ama bir de Kuzey Kafkasya'nın içinde iç göç yaşatılmıştır. Mesela Çeçenistan ve Dağıstan bölgesinin hemen hemen tamamında köylerin yerleri değiştirilmiştir. Bölgelerin yerleri değiştirilmiştir. Halklar, kendi öz topraklarından farklı gerekçelerle (sel, deprem, vs.) gönderilmiştir. İnsanlar, aynı Kırım Tatarlarında olduğu gibi gecenin bir yarısı başka yerlere götürülüp bırakılmıştır. Bunun örnekleri çok fazla. Özellikle Dağıstan'da bu çok yaşanmış... Bu bir karıştırma ve asimilasyonu kolaylaştırma veya direnci kırmanın yollarından birisi. Bir psikolojik savaş yöntemiydi” ifadelerini kullandı. “KIRIM, TÜRK DÜNYASININ ENTELEKTÜEL MERKEZİYDİ” Kırım’ın tarihsel süreçte yaşadıklarının “apayrı bir facia” olarak görülmesi gerektiğini vurgulayan Oğurlu, bölgenin hem tarihî hem kültürel açıdan Türk-İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden birisi olduğunu ifade etti. Oğurlu, “Kırım, en fazla işgale maruz kalan bölgedir. 1552 yılı Altın Ordu'nun yıkılmasından itibaren Tatarların, kuzeyde Kazan Tatarlarının güneyde Kırım Hanlığının yine Kafkasya bölgesinde Astrahan Tatarlarının yaşadığı zulüm birbirine çok benzer. Çok hızlı bir şekilde toprakları işgal edilmeye çalışılıyor. Ve o işgal sonrasında da yok edilmeye çalışılıyor. Mesela Nogay Türkleri üzerinde İngiliz topları deneniyor. Çarlık döneminde günde 4 bin kişinin öldürüldüğünden bahsediyorlar. Bu korkunç bir şey... Henüz silahla tanışmamış olan, belki hâlâ ok ve kılıç düzeninde olan insanlara karşı siz ateşli silahları deniyorsunuz. Çoluk çocuk yok ediyorsunuz. Bunlar yaşandı” dedi. “KIRIM, KENDİ MEDENİYET HAVZASINI OLUŞTURMAYI BAŞARMIŞ” "Bildiğiniz üzere, Kafkasyalılar dışında Türkiye’ye gelen herkese Tatar demişler. Yani Türkiye'ye bir Özbek de gelse bir Uygur da gelse Tatar diyecekler. Tatarları biliyorlar sadece. Ve Tatarları neden bu kadar iyi biliyorlar? Çünkü Kırım bölgesi kendi medeniyet havzasını oluşturmayı başarmış. Yani bir taraftan güneyden İstanbul'dan fikir olarak beslenmiş. Diğer taraftan kuzeyden yani Kazan'daki ilmî ortamdan beslenmiş” diyen Oğurlu, Kırım Hanlığı topraklarının bölgenin entelektüel merkezi olarak yükseldiğini söyledi.  Prof. Dr. Oğurlu, Kırım Türklerinin İstanbul’la entelektüel ve siyasî ilişkilerini canlı tuttuğunu ve döneminin en iyi eğitim merkezlerine öğrenci olarak gittiğini kaydederek, “Bütün Türk dünyasında en fazla eserin basıldığı yerler bakıyorsunuz. İstanbul, bir dönem Kahire, bu tarafta ise, Tiflis. Daha sonra kuzeyde Bahçesaray ve tabii ki Kazan. Yani Kazan'da basılan eserler, bütün Türk dünyasına hitap ediyor. Ve Kazan'da basılan eser İstanbul'da; İstanbul'da basılan ise Kazan'da, Bahçesaray'da ve Akmescit'te okunuyor” ifadelerini kullandı. "İSMAİL BEY GASPIRALI ÖMRÜNÜ KIRIM’A VE TÜRK DÜNYASINA VAKFETTİ" Kırım’ın Türk dünyası için özel bir önemi olduğuna vurgu yapan Oğurlu, Tercüman gazetesinin kurucusu ve Kırım Tatar aydını İsmail Bey Gaspıralı’nın çabalarının özellikle altını çizerek, “Gaspıralı ve onun arkadaşlarının yapmış olduğu mücadele, gerçekten bu işin zirvesi. Ortak Türkçe konusunda verdikleri mücadele, ailesinin tamamının bu uğurda harcadığı emek, çıkardıkları dergiler, bültenler… O ömrünü, Kırım’a ve Türk dünyasına vakfetti” değerlendirmesini yaptı. "MAYIS AYI BİR SÜRGÜN AYIDIR" 1944 yılının özellikle Türk halkları açısından bir kara dönem olduğunu vurgulayan Oğurlu, “Kırım Tatarları, Karaçay Türkleri, Ahıska Türkleri, Çeçenler… Bu halkların hepsi aynı yıl, aynı dönemde, hiçbir ayrım yapılmadan topraklarından sürüldü. Mayıs ayı tam anlamıyla bir sürgün ayı olarak düşünülebilir. Kırım Tatarlarına da aynısı yapılıyor ve arkada tek bir aile bile kalmayacak şekilde, ayrım yapılmaksızın bütün bir halk hain ilan edilerek kendi topraklarından binlerce kilometre uzağa, günler süren tren yolculuklarıyla Türkistan'nın farklı yerlerine ve Sibirya'nın farklı bölgelerine tehcir ediliyor. 'Bir insan için üç göç bir yangına bedel' denilir. Bir millet için tehcir ise korkunç bir travmadır. Kültürel hafızanın yarısının kopmasıdır. Göçmenin her zaman bir tarafı kırık kalır...” cümlelerini kullandı. "BİR TUHUM TAMAMEN YOK EDİLDİ" Aynı zamanda bir millet için tehcirin nesiller boyu sürecek bir travma olduğunu vurguladı ve “Biz bunu yaşayan halklarız. Benim büyüklerim bugün Azerbaycan ve Dağıstan'ın sınırında olan bir bölgeden gelmişler. Biz yaklaşık olarak diyebilirim ki 60-70 sene o göçün, orada arkada bıraktıklarımızın, akrabalarımızın acısını hep hissettik. Ama bizden çok daha yoğun bunu yaşayan aileler var. Mesela bütün sülale olarak bir klan ki tuhum (soy) da denir, tamamen yok oluyor” ifadelerini kullandı. Kafkasyalılar, Kırım Tatarları ve Balkan muhacirlerinin Türkiye’yi bir vatan olarak gördüğünü belirten Prof. Dr. Oğurlu şu ifadeleri kullandı: "Türkiye'deki Kafkasyalılarda, Balkan muhacirlerinde ve Kırım Tatarlarında geçmişe dair hafızayı aktarma ve anlatma isteği yoktur özellikle büyüklerde. Onlar burayı zaten yabancı bir yer olarak görmediler. Burayı ana yurt olarak gördüler. Sığınılacak asıl yer olarak gördüler, vatan olarak gördüler. Muhacirler için geçerli olan bir söz var: Vatan kaybeden, vatanın ne olduğunu, vatanın kıymetini iyi bilir. Bana bir Boşnak şunu söylemişti: Biz Boşnaklar olarak başımıza bir şey gelirse hemen Türkiye'ye gitmeyi düşünüyoruz. Sizin başınıza bir hal gelirse ne olacak? Bizim bir yerimiz yok. Bilmem farkında mısınız? Bizim Türkiye Türkleri olarak burayı savunmaktan başka bir çaremiz yok." Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Kuzey Kafkasya'dan Kırım'a, Balkanlardan Türkistan'a tarihten bu yana tehcir ve sürgünle yüz yüze kalan halkların yaşadığı acıları, Kuzey Kafkasya ve Kırım'ın Çarlık Rusyası'ndan günümüze geçirdiği merhaleleri, Gaspıralı’dan… pic.twitter.com/Aa6oxJRO3p — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) April 27, 2025 "MUSTAFA AGA BİR EFSANEDİR, ONUNLA UĞRAŞAN REJİM YIKILDI AMA O DİMDİK AYAKTA KALDI" Prof. Dr. Oğurlu, Kırım Tatar halkının millî lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu ilk defa çocukluk yıllarda dönemin gazete ve dergilerinde gördüğünü belirterek şöyle konuştu: "Mustafa Aga’nın zihnimizde önemli bir yeri var. O gerçekten efsanevi bir lider. Bir kahraman. Açlık grevi sırasında 30 kiloya kadar düşmüştü. '30 kiloluk bir ölü' diye bahsediyorlardı. Onun için gıyabi cenaze namazları kılındı. Ama o gerçekten bir efsane olarak yaşadı. Ve onunla uğraşan rejim yıkıldı; ama o yıkılmadı. O hâlâ fikirleriyle burada. Ve bana göre az konuşan, öz konuşan bir entelektüel ve hayat mücadelesinin içerisinden büyük bir tecrübe aktararak günümüze kadar taşımayı başarmış olan bir örnek şahsiyet. Onun mücadelesini iyi öğrenmek gerekir. Kafkasya için bunu söylüyoruz bence Kırım Tatarları da bunu slogan haline getirmeli: Kırım, henüz son sözünü söylemedi." Türk dünyasının, 21. yüzyılda yeniden tanımlanmakta olan küresel güç dengeleri içerisinde jeopolitik bir alan değil aynı zamanda kültürel, ekonomik ve nüfus potansiyeliyle başlı başına bir merkez hâline geldiğini bildiren Oğurlu, bu merkezin uzun yıllar boyunca üzerinde dış güçlerce kültürel, demografik ve linguistik birçok deney yapılan bir "yapboz tahtası" gibi değerlendirildiğini vurguladı.  "TÜRK DÜNYASI İÇİN BEKLEME DEĞİL HAREKET ETME ZAMANI" Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Türk dünyasının en az 200 milyon nüfusa sahip olduğunu belirterek; coğrafi olarak Türkiye'nin 20 katı büyüklüğünde olduğunu ifade etti. Öte yandan; Türk dünyasına sadece siyasî açıdan bakılmaması gerektiğini kaydeden Oğurlu, ortada gerçek bir irade olursa ekonomiden kültüre birçok iş birliği imkanı olabileceğini vurguladı. Aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) Ekonomik Topluluğu gibi bir kuruluşun da hayal olmadığını kaydeden Oğurlu, bahsedilen coğrafyanın sadece nüfus olarak değil fiziksel ve ekonomik kapasite olarak da devasa boyutta olduğunu söyledi. Bunlara ek olarak Türk dünyasında aceleyle atılması gereken pek çok adımın olduğunu vurgulayan Oğurlu, “Ortak alfabe, ortak dil politikaları, kültürel yakınlaşma, ortak filmlerin çevrilmesi, bütün Türk dünyası okullarında Türk lehçelerinden birkaç tanesinin seçimlik dersi olarak okutulması gibi acilen atılması gereken çok sayıda adım var. Bunlar, 'hadi şimdi yapamadık, önümüzdeki 20 yılda yapalım' diyebileceğimiz işler değil. Çünkü dünya anbean değişiyor. Şu anda başka fırsatlar var ama başka imkânsızlıklar da var. Onun için her yılın, kendine göre getirmiş olduğu fırsat ve imkânlar dâhilinde değerlendirilmesi gerekir” dedi. BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ VE TÜRK DÜNYASI HAREKETLİLİĞİ Bunlara ek olarak Oğurlu röportajında, Balıkesir Üniversitesinin Türk dünyası hedefli ulusal ve uluslararası projeleri hakkında da bilgi verdi. Bu bağlamda; üniversitenin kültürel entegrasyona değer verdiğinin altını çizen Oğurlu, Balıkesir Üniversitesinin Türk dünyasından ve akraba toplulukların olduğu bölgelerden üniversitelerle çalışmalar yaptığını kaydetti. Bu amaçla kendi imkanları ile ve bağlantılı üniversitelerin imkanlarıyla bir fon oluşturulduğunu ve ortak protokoller kapsamında bir faaliyet yürütüldüğünü vurguladı.  Rektör Oğurlu, üniversitenin oluşturduğu bu model çerçevesinde, bugüne kadar 280 kişilik bir öğrenci ve akademisyen hareketliliği sağlandığını bildirdi. Oğurlu, “Öğrencilerimiz sadece uçak biletini alıyor. Geri kalan tüm ihtiyaçları; yemek, barınma, ders, kültürel gezi, ev sahibi üniversite tarafından karşılanıyor. Gelen misafir öğrencileri de biz üniversite içindeki özel yurtlarımızda ücretsiz ağırlıyoruz” şeklinde ekledi. Şu ana kadar; Özbekistan, Bosna Hersek, Moldova, Kuzey Makedonya gibi ülkelerden protokol imzalanan üniversiteler ile hareketliliğin devam ettiğini dile getirdi. Prof. Dr. Oğurlu, “Biz bu hareketliliği hızlandırmaya çalışıyoruz ve model oluşturduk ve bu modeli, diğer üniversitelerimize de aktararak bütün bu gönül coğrafyamızda her yere ulaşabileceğimiz, Türkiye'yi sevgisi olan, Türkiye'yi seven bütün coğrafyayla küçük de olsa temaslarla, iş birliğimizi büyütmeye çalışıyoruz” değerlendirmesini yaptı. Rektör cümlelerini, "Seyahat konusunu esnetecek politikalar üretmeliyiz. Mesela uzun mesafeli tren hatları geliştirebiliriz. Bugün sadece kimliğinizle Azerbaycan’a giriş yapabiliyorsunuz, Bosna Hersek ve Makedonya için de benzer uygulamalar var. Bunlar çok kıymetli adımlar. Ancak ulaşımın daha da ucuzlaması, iletişimi güçlendirecektir" ifadelerini kullandı.

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmıtro Kuleba: Görüşmelerde, Kırım Platformu'nu ele alacağız Haber

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmıtro Kuleba: Görüşmelerde, Kırım Platformu'nu ele alacağız

Antalya, 18-20 Haziran 2021 tarihleri arasında Antalya Diplomasi Forumu'na ev sahipliği yapıyor. Forumda, Afrika'dan Balkanlara, Avrupa'dan Asya'ya kadar Türkiye'nin dış politikada iş birliği sürecinde olduğu ülkelerden gelen yetkililer, küresel ve bölgesel sorunlara yönelik görüşlerini ifade ediyor. Türkiye'nin öncü olduğu forumda, uluslararası sorunlara yenilikçi çözümler ve küresel yönetişim konuları ele alınıyor. Forum kapsamında; Kırım Haber Ajansı Editörü Ömer Cihad Kaya'ya özel demeç veren Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmıtro Kuleba, mevkidaşları ile görüşmelerinde Kırım Platformu'nu ele alacaklarını dile getirdi. Antalya Belek'teki NEST Kongre Merkezi’nde düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) bugün başladı. "Yenilikçi Diplomasi: Yeni Dönem, Yeni Yaklaşımlar" temasıyla düzenlenen etkinlik, 10 devlet ve hükumet başkanı ile 42 dışişleri bakanının katılımıyla gerçekleşiyor. 18-20 Haziran 2021 tarihleri arasında gerçekleşen forumun ilk gününde, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun açılış konuşmalarıyla başladı. Ardından, devlet başkanlarının ve dışişleri bakanlarının katıldığı panel ve oturumlarla tamamlandı. Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmıtro Kuleba, forum çerçevesinde Hırvatistan, Malta, Nijer ve Kırgızistan dışişleri bakanları ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Dmıtro Kuleba, yarın ise Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile bir araya gelecek. Bakan Kuleba, Antalya Diplomasi Forumu kapsamındaki görüşlerini Kırım Haber Ajansına değerlendirdi. Kuleba, Kırım'ın işgalden kurtarılması için planlanan uluslararası Kırım Platformu ve Ukrayna'nın NATO'ya üyeliğine yönelik süreç hakkında konuştu. KULEBA: KIRIM PLATFORMU'NA KATILIM KONUSUNU ELE ALACAĞIZ Forum çerçevesindeki görüşmelerinde Kırım Platformu'nu öne çıkardığını ifade eden Bakan Kuleba, "Antalya Diplomasi Forumu, gerek Avrupa gerek Afrika gerekse de Asya ülkelerinin devlet başkanları ve dışişleri bakanları ile bir araya gelmek için benzeri olmayan bir fırsattır. Ben bu bağlamda, yaklaşık 20 görüşme yapacağım ve tüm bu görüşmelerde Kırım Platformu'na katılım konusunu ele alacağız." ifadelerini kullandı. "UKRAYNA MUTLAKA NATO ÜYESİ OLACAK" Ukrayna'nın NATO Üyelik Eylem Planı konusunun da önemli olduğunu dile getiren Bakan Kuleba şunları ifade etti: "Gerçekten NATO Zirvesi öncesinde özellikle Ukrayna'ya NATO'ya Üyelik Eylem Planı Statüsü'nün verilmesi konusunda bir çok yorum yapıldı. Ukrayna'nın üyeliği noktasında bir çok tartışma gerçekleşti. Ukrayna'nın gerçek dostu olan NATO üyeleriyle birlikte, verimli çalışmaları hayata geçirdik. Zirvede, imzalanan ortak bildiri net bir şekilde ortaya koydu ki, Ukrayna mutlaka NATO üyesi olacak. Aynı zamanda, bu üyelik eylem planını da ele alacaktır. Bu konuda, güvenilir ortağımız olan Türkiye'ye, ortak bildirideki desteği için minnettarız. Söz konusu bildirinin hayata geçirilmesi için biz de çalışmalarımıza yoğun bir şekilde devam edeceğiz. Ukrayna'nın NATO üyesi olması için elimizden geleni yapacağız" ANTALYA DİPLOMASİ FORUMU 19-20 HAZİRAN'DA OTURUMLARLA DEVAM EDECEK Antalya Diplomasi Forumu, 19-20 Haziran 2021 tarihlerinde, devlet ve hükümet yetkilileri, akademisyenler ve uzmanların katılacağı panellerle devam edecek. Foruma, Kırım Tatar Halkının Milli Lideri, Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcısı Emine Ceppar, Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) Başkanı Refat Çubarov, Ukrayna Milletvekili, KTMM Başkan yardımcısı Ahtem Çiygöz ve Ukrayna Milletvekili, Kırım Tatar Milli Kurultayı Delegesi Rüstem Umerov katılım gösteriyor.

Çin medyası, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan'ın toprak bütünlüğüne göz dikti! Haber

Çin medyası, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan'ın toprak bütünlüğüne göz dikti!

Ömer Cihad KAYA Çin Komünist Partisi idaresindeki Çin Halk Cumhuriyeti'nin bölge ülkelerine yönelik yayılmacı politikaları dönem dönem dünya kamuoyunun gündemine geliyor. Kazakistan'ın ve Kırgızistan'ın toprak bütünlüğüne yönelik Çin kamuoyu ve medyasının girişimleri ciddi tepkilere neden oluyor. Son olarak, Çin devletinin kontrolündeki medya kuruluşları, sosyal medya platformu TikTok'ta paylaşılan videoda, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan'ın eskiden Çin'e ait olduğuna yönelik propagandayı hayata geçirdi. Uygur Türkü akademisyen Doç. Dr. Erkin Emet, konunun Çin yönetimi tarafından sürekli gündemde tutulduğunu belirterek, "Çin, gelecekteki birtakım planlarına yönelik şimdiden nabız yokluyor" ifadelerini kullandı. Doğu Türkistan'da sistematik baskı ve asimilasyon uygulamaları ile dünya kamuoyunun gündeminden düşmeyen Pekin yönetimi, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan başta olmak üzere bölge ülkelerinin toprak bütünlüğüne yönelik saldırıları dönem dönem hayata geçiriyor. Geçen yıl, Çin’deki bir haber sitesinde yayımlanan "Kazakistan neden Çin’e geri dönmek istiyor?" isimli makale yüzünden Kazakistan, Çin yönetimine protesto notası vermişti. Benzer şekilde, Kırgızistan'da da halk sokağa dökülerek olaya tepki göstermişti. Konuyu QHA'ya değerlendiren Ankara Üniversitesi DTCF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erkin Emet, Çin devletinin 19. yüzyıldan kalma bazı haritalar eliyle ülkelerin toprak bütünlüğüne saldırı niteliğinde propaganda yürüttüğünü bildirdi. "ÇİN, KAZAKİSTAN, KIRGIZİSTAN VE ÖZBEKİSTAN'IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNE GÖZ DİKTİ" Çin medyasından yayımlanan ve Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan'ın toprak bütünlüğüne göz dikilerek, önceden Çin'e ait olduğunu ileri süren propaganda videosu şu şekilde: "ÇİN BU OLAYLARLA NABIZ YOKLUYOR VE YAVAŞ YAVAŞ ALIŞTIRMA YAPIYOR" Uygur Türkü akademisyen Erkin Emet, Çin'in yayılmacı politikalarının tehlikesine işaret ederek şöyle konuştu: "Çin'in devlet haritalarında Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Afganistan'ın bir kısmı Çin toprağı olarak gösteriliyor. Dolayısıyla gelecekte yapacağı birtakım planları şimdiden itibaren nabız yoklama yavaş yavaş alıştırmak için bunu dillendirmeye başladı. Bunu uzmanlar da söylüyor. 18. ve 19. yüzyılda çizilmiş bu tür haritalar mevcut. Bu doğru bir haberdir ve Çin'in nasıl bir emperyalist tehlike olduğunun açık delilidir. Eskiden dağıtılan o haritalar devletin. Bu türden devletin kontrolündeki uzmanların, milliyetçi Çinlilerin devletle ilintili olanların ortaya attığı iddialardır. Çin'de devletin haberi olmadan hiçbir şey olmaz." ÇİN YÖNETİMİNİN YAYILMACI POLİTİKALARININ SONUCU! Mayıs 2020'de Çin’in en büyük mobil içerik platformlarından, 750 milyonun üzerinde kullanıcıya sahip olan Pekin merkezli Toutiao.com isimli internet sitesinde, “Kırgızistan Bağımsızlık kazandıktan sonra neden Çin’e geri dönmedi?” başlığını taşıyan bir makale yayımlandı. Makalede, Kırgizistan’ın, Han Hanedanlığı döneminde Çin’in bir parçası olduğu ancak bölgenin sonradan Çarlık Rusyası’nın hakimiyetine geçtiği aktarılıyor. KAZAKİSTAN ÇİN’E NOTA VERMİŞTİ Çin merkezli internet sitelerinin sabıkaları, bununla da sınırlı değil. 15 Nisan 2020 tarihinde, Kazakistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Çin’in Astana Büyükelçisi Zhang Xiao”yu bakanlığa çağırarak, kendisine protesto notası vermişti. Verilen notanın nedeni, Çin merkezli bir internet sitesinde yayımlanan “Kazakistan neden Çin’e geri dönmek istiyor?” isimli skandal bir makaleydi. (Kırgızistan'daki Çin protestolarından bir görüntü) KIRGIZİSTAN’DA RUS VE ÇİN YAYILMACILIĞI HALKTAN BÜYÜK TEPKİ TOPLUYOR! 17 Ocak 2019’da Bişkek merkez meydanında toplanan kalabalık, Çin vatandaşlarının ülkeye yasa dışı girişine karşı miting düzenlenmişti. Göstericiler, Çinlilerin Kırgızistan’da vatandaşlık alması ve Çinli şirketlerin ülkeye kaçak Çinli işçi taşımasına tepki göstermişti. Ayrıca, aynı dönemde, Kırgızistan’ın Narın şehrinin Atbaşı ilçesinde yer alan Çinli firmaya ait lojistik merkezinin kurulmasına yerel halktan tepki yağmıştı.

Mustafa Kemal'in Çanakkale'de "İşte kazandığımız an, bu andır!" dediği hatırası Haber

Mustafa Kemal'in Çanakkale'de "İşte kazandığımız an, bu andır!" dediği hatırası

Ömer Cihad KAYA Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı Devleti ile İtilaf devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. Çanakkale, Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından birisidir. Türk’ün tarihin akışına “dur” dediği topraklardır. Çanakkale, dünyanın en yenilmez denilen, en güçlü donanmaları karşısında kahraman Türk askerinin yazdığı destansı zaferin adıdır. Türk askeri, Çanakkale’nin herhangi bir cephe olmadığını biliyordu. O cephe düşerse İstanbul düşecek ve Türk yurdunun bağımsızlığı tehlikeye girecekti. Bu yüzden Çanakkale geçilmemeliydi ve geçilmedi. Çanakkale’yi geçilmez kılan irade, yüz yıllar süren emperyalizme, sömürgeciliğe ve mandacı zihniyete karşı Türk'ün vatan mücadelesidir. Çanakkale, Bir milletin çoluk çocuk, genç yaşlı demeden topyekûn işgale karşı cepheye koştuğu, canını hiçe sayarak istiklal ve bağımsızlık için kan döktüğü yerdir. Gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olacak olan “Anafartalar Kahramanı” Kurmay Albay Mustafa Kemal, bir milletinin kaderini değiştiren bu savaşta en ön cephedeydi. Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı’nda "Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum" sözleriyle tarihe adını altın harfler ile kazımıştır. Türk ordusu, Çanakkale’de kendinden katbekat fazla olan düşman kuvvetlerine karşı denizde ve karada 200 binin üzerinde şehit verdi. Çanakkale Savaşı’nda, dönemin Osmanlı Devleti sınırları içerisinden ve Türk dünyasından binlerce asker şehadet şerbetini içti. Çanakkale Boğazı'ndan kolayca geçerek Türk yurdunu işgal etmeyi düşünen dünyanın en güçlü donanmaları, Türkün çelik iradesi ile karşılaştı. Düşman güçleri, karşılarında göğsünü siper ederek, canını vatanına sorgusuz sualsiz feda etmek için hazır Mehmetçikleri buldular. 18 Mart 1915 düşman gemilerinin Çanakkale'nin serin sularına gömüldüğü gündür. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE ÇANAKKALE SAVAŞLARI Mustafa Kemal, yaklaşık 11 ay süre boyunca Çanakkale Cephesi’nde bulunmuştur. 20 Ocak 1915’te 19’uncu Tümen Komutanı olarak cephede göreve atanmış, 10 Aralık 1915’te cepheden ayrılmıştır. Çanakkale Savaşları’na Yarbay rütbesi ile katılmış, 1 Haziran 1915’te Albaylığa terfi etmiştir. Cephede 19’uncu Tümen Komutanı, Maydos Mıntıka Komutanı, Arıburnu Kuvvetleri Komutanı ve Anafartalar Grup Komutanı görevlerinde bulunmuştur. Yararlı hizmetlerinden dolayı 30 Nisan’da Gümüş İmtiyaz Harp Madalyası’na, 17 Mayıs’ta ise Altın Liyakat Madalyası’na layık görülmüştür. Tekirdağ/Yarçeşme’den sonra Eceabat, Bigalı, Düztepe Güneyi, 180 Rakımlı Tepe Güneyi ve Çamlıtekke’yi karargâh olarak kullanmıştır. Mustafa Kemal, Arıburnu, Anafarta ve Kireçtepe bölgelerindeki üç önemli kritik askerî müdahalesi ile Çanakkale Savaşları’nın kaderini tayin etmiştir. Bunlardan Arıburnu müdahalesi, 25 Nisan 1915 tarihinde İngilizlerin ilk çıkarma teşebbüsleri olan Arıburnu çıkarmasına karşı yapılmıştır. Conkbayırı-Anafarta müdahalesi, 6 Ağustos 1915 tarihinde ikinci çıkarma teşebbüsleri olan ve Conkbayırı-Anafarta hattını ele geçirmek teşebbüsüne karşı 9 ve 10 Ağustos 1915 tarihlerinde; Kireçtepe müdahalesi ise, Anafarta çıkarması sonrası kuşatma manevrası amacıyla yapılan Kireçtepe sırtlarını ele geçirme hedefli İngiliz girişimine karşı 16 Ağustos 1915’te gerçekleşmiştir. Arıburnu müdahalesi, 25 Nisan 1915 tarihinde saat 04.30’dan itibaren Kabatepe açıklarından çıkarma yapan, birçoğu Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinden oluşan İngiliz birliklerine karşı yapılmıştır. 27’nci Alay’a bağlı kıyı gözetleme postalarıyla karşılaşan İngiliz birlikleri kısa sürede Conkbayırı sırtlarına hızlıca ilerlemişlerdir. Kocaçimen-Conkbayırı hattı tüm yarımadanın en yüksek mevkii olup burada tutunacak birliklerin, savaşın neticesini belirleyecek nitelikte olduğu muhakkak iken Bigalı’da ihtiyat tümeni olarak konuşlanmış olan 19’uncu Tümen, 25 Nisan çıkarmasının haberini saat 05.30’da almıştır; fakat düşmanın tam olarak nereye çıktığı ve miktarının ne olduğu hakkında henüz yeterli bir bilgi yoktur. Mustafa Kemal, sabahın erken saatlerinden itibaren birliklerini harekete hazır bir hale getirerek çıkarma hakkında detaylı bilgi almaya çalışmıştır. Nitekim kolordudan kesin bir emir almaksızın harekete geçme kararı vermiş ve 57’nci Alay ile bir dağ bataryasını yanına alarak Kocaçimen istikametine yürüyüşe başlamıştır. Bigalı’dan Kocaçimen’e doğru gitmek için kullanılabilecek tek yol, Kocadere’den geçmekle mümkün olabilirdi; fakat burası geniş bir düzlüğe sahip olduğu için düşman gözetleme birlikleri, bu yürüyüşü fark edebilir ve donanma ya da uçak bombardımanına maruz kalınabilir, endişesi ile Mustafa Kemal, emrindeki birlikleri Bigalı-Matikderesi-Kocaçimen istikametinde fundalık, dere ve kayalıklar arasından yürütmüştür. Kocaçimen sırtlarına gelindiğinde birliklerine 10 dakikalık bir istirahat verip Abdalbayırı-Conkbayırı istikametine gelmelerini söylemiştir. Kendisi de yanına yaverini alarak durumu yakından görmek üzere Conkbayırı’na doğru yol almış; bu esnada düşmanın çıkarma teşebbüsüne karşı koyan 27’nci Alay’a ait gözetleme postasının bazı askerlerinin Düztepe bölgesinden Kocaçimen’e doğru kaçıştıklarını görmüştür. Bizzat bu askerlerin önüne geçerek onları durdurmuş ve mevzi almalarını sağlamıştır. Mustafa Kemal, hazırladığı raporunda bunu şöyle anlatır: – Niçin kaçıyorsunuz, dedim.   – Efendim, düşman, dediler   – Nerede, dedim.   – İşte! Diye 261 Rakımlı tepeyi gösterdiler.   – Düşmandan kaçılmaz, dedim.   – Cephanemiz kalmadı, dediler.   – Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim ve bağırarak süngü taktırdım ve yere yatırdım. Bunun üzerine düşman askeri de yere yatmış ve kazanılan kısa bir müddetten sonra 57’nci Alay ve dağ bataryası bölgeye yetişmiştir. Mustafa Kemal, Ruşen Eşref’e verdiği mülakatta içinde bulunulan bu durumu, Çanakkale Savaşları’nın en önemli anı olarak değerlendirir ve İşte, kazandığımız an, bu andı der. Gerçekten de saat 10.00’da taarruza başlayan 57’nci Alay birlikleri kısa sürede Conkbayırı-Kocaçimen hattının güvenliğini sağlamıştır. Yarımadanın en yüksek tepesi olan Kocaçimen’in elde tutulması, Mustafa Kemal’in öngörüsü sayesinde olmuştur. Bu hat, neredeyse tahliyenin yapıldığı 19/20 Aralık 1915 gecesine kadar değişikliğe uğramadan Türk birliklerinin elinde kalmıştır. Kaynakça:  Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Komutanı Mustafa Kemal ile Mülakat, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2001., akt: Çanakkale Cephesinde Mustafa Kemal (ATATÜRK)

Tuğrul Türkeş, Ukrayna Dostluk Grubu'nun TBMM ziyaretini değerlendirdi Haber

Tuğrul Türkeş, Ukrayna Dostluk Grubu'nun TBMM ziyaretini değerlendirdi

Ömer Cihad KAYA   Türkiye-Ukrayna Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Eşbaşkanı, Ak Parti Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş, Ukrayna heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisine çalışma ziyareti gerçekleştiren Ukrayna heyeti ile dostluk grubu toplantısında bir araya geldi. Tuğrul Türkeş, TBMM'de Dostluk Grubu heyetinin ziyareti, Kırım Platformu ve Türkiye-Ukrayna ilişkilerini Kırım Haber Ajansına değerlendirdi. Türkiye-Ukrayna Dostluk Grubu Eşbaşkanı, Ak Parti Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş, Ukrayna heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi ziyaretinde Kırım Haber Ajansına değerlendirmelerde bulundu. Kırım Tatar halkının milli lideri Kırımoğlu'nun da yer aldığı Türkiye-Ukrayna Parlamentolar Arası Dostluk Grubu'nun meclisteki temaslarının olumlu neticeler vermesini temenni eden Türkeş, Türkiye'nin de dahil olduğu Kırım'daki Rus işgaline son vermek üzere uluslararası çabaları birleştirmeyi amaç edinen Kırım Platformu hakkında QHA'ya açıklama yaptı. "KIRIM'IN İŞGALİNİ BAŞINDAN BERİ TANIMADIĞIMIZI BELİRTTİK" Türkiye-Ukrayna Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Eşbaşkanı, Ak Parti Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş'in açıklamaları şöyle: "Kırım Platformu konusunda birçok program hazırlığı var. Hazırlandıkça gündeme gelecektir. Ukrayna Dostluk Grubu heyeti içinde Kırım Tatarı arkadaşlarımız var. Öncelikle, iki dostluk grubu üyeleri hem kendilerini tanıttılar, hem de ilgi alanlarını bildirdiler. Mevcut durumu değerlendirdik. Biz Türk tarafı olarak, Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Kırım'ın işgalini başından beri tanımadığımızı, kabul etmediğimizi belirttik. Mevcut durum üzerinde, bugün karşılaşılan meseleleri ve problemleri de değerlendirdik." Ukrayna-Türkiye Parlamentolar Arası Dostluk Grubu heyeti, 12 Ocak 2021 tarihinde Ankara'da çalışma ziyareti gerçekleştirdi. Türkiye Büyük Milli Meclisinde yapılan Ukrayna-Türkiye Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Toplantısında, Ukrayna ve Türkiye milletvekillerini bir araya getirdi. Ukrayna heyetinde; Kırım Tatar halkının milli lideri, Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) ve Dünya Kırım Tatar Kongresi (DQTK) Başkanı Refat Çubarov, Ukrayna Milletvekili, Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) Başkan Yardımcısı Ahtem Çiygöz ve diğer Ukraynalı milletvekilleri yer aldı. Türkiye Dostluk Grubu'na ise Türkiye-Ukrayna Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Eşbaşkanı, Ak Parti Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş başkanlık yaptı.

"Pelijesac Köprüsü, Bosna Hersek'in tüm egemenlik haklarını yok sayıyor" Haber

"Pelijesac Köprüsü, Bosna Hersek'in tüm egemenlik haklarını yok sayıyor"

Ömer Cihad KAYA Denizlerdeki uluslararası hukuk ihlalleri, ülkeleri önemli güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya bırakıyor. Türkiye'nin çevresindeki güvenlik sorunlarından birisi olarak Doğu Akdeniz'deki üzere gelişen olaylar, bu durumun en bariz örneğiydi ve denizlerdeki hakimiyetin önemini gün yüzüne çıkardı. Adriyatik'te ise Bosna Hersek, benzer bir meydan okumayla karşı karşıya. Hırvatistan'ın yapımına Nisan 2018'de başladığı 300 milyon avroluk köprü projesi, Bosna Hersek'in açık denize tek çıkış kapısını kapatıyor ve açık bir uluslararası hukuk ihlali içeriyor. Köprünün, 2022'de inşasının tamamlanacağı düşünüldüğünde, durumun bölge ülkelerini de ilgilendirecek bir krize yol açması an meselesi. Konunun önemine dikkat çekmek ve Türkiye kamuoyunun gündemine getirmek adına Bosna Hersek'in bağımsızlığından bu yana bölgeyi takip eden akademisyenlerden Doktor Öğretim Üyesi Galip Çağ ile yaşanan son süreci konuştuk. Çağ, "Pelijesac Köprüsü'nün Bosna Hersek'in tüm egemenlik haklarını yok sayıyor" değerlendirmesinde bulundu. Hırvatistan'ın, güneydeki ve kuzeydeki topraklarını birbirine bağlamak amacıyla yapılan Pelijesac Köprüsü, bir uluslararası hukuk ihlali ve Bosna Hersek'in açık denize çıkışını kapatıyor. Hırvatistan'ın 2018'de Çinli bir şirkete yaptırdığı köprünün 2022'de bitmesi bekleniyor. Köprü tamamlandığında, Bosna Hersek'e Dayton Anlaşmasıyla bırakılan tek deniz çıkışı olan Neum'un da etkisinin ortadan kalkması, Bosna Hersek'te endişeyle karşılanıyor. Türkiye'de müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye'nin bu konuda acilen bir adım atması gerektiğini ifade etti ve Hırvatistan'ın yaptığının açık bir uluslararası hukuk ihlali olduğunu dile getirdi. (14 Aralık 1995: Bosna Savaşı'nı bitiren Dayton Anlaşması imzalanıyor) Bosna Hersek'in Adriyatik Denizi'ne tek çıkışı olan Neum kasabası, stratejik bir öneme sahip. Hırvatistan, Dayton Anlaşması sırasında bu bölgeyi Bosna Hersek'e bırakmamak için yoğun çaba sarf etmişti. Ancak, Bosna Hersek'in merhum lideri Aliya İzetbegoviç'in ısrarlı direnişleri sonrasında bölge, Bosna-Hersek sınırlarında kalmıştı. Hırvatistan, o gün yapamadığını bugün Pelijesac Köprüsü sayesinde yapmaya çalışıyor. Deniz yetki alanları bakımından Bosna'nın egemenliğini ihlal eden Hırvatistan'a karşı bir yaptırımın gelip gelmeyeceği ise merak konusu. Bosna Hersek'teki kritik süreci, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tarih Bölümü Dr. Öğretim Üyesi, Balkan Uzmanı Galip Çağ, Kırım Haber Ajansına değerlendirdi. Çağ'ın açıklamaları şöyle: "KÖPRÜ, BOSNA HERSEK'İN TÜM EGEMENLİK HAKLARINI YOK SAYIYOR" Pelijesac Köprüsü sorunu aslında Dayton Anlaşması sonrası sözde barışı kurgulayan egemen güçlerin bölgede yeni bir çatışma ve kaos için oluşturdukları ve bugün halen çözülemeyen Bosna Hersek idari düzeninin başka bir noktası. Dayton sonrasında tüm Adriyatik kıyılarının haksız şekilde Hırvatistan’a bırakıldığını ama ülkeyi kuzey ve güney olarak ikiye ayıran Neum şehrinin (12 kilometrelik kıyı şeridi), Bosna Hersek’e bağlı kaldığını alanın uzmanları muhakkak ki hatırlayacaklardır. Bu adaletsiz paylaşıma rağmen Neum şehrinin Bosna için açık denizlere bir çıkış kapısı olması sebebi ile belirli bir süre bahse konu düzen devam etmiş idi. 2007 yılında Pelijesac Yarımadası üzerinden kuzeyde Komarna, güneyde Brijesta ile bağlanarak Neum’u by-pass eden 2,5 kilometrelik Pelijesac Köprüsü projesi Bosna’nın tüm egemenlik haklarını yok sayarak devreye sokulduğunda konunun artık bir diplomatik krize gebe olacağı aşikar oldu. Ancak neyse ki o vakitler bu çapta büyük bir proje için gerekli maddi imkan bulunamayınca projeye askıya alınmıştı. (Yapımı devam eden Pelijesac Köprüsü'nün konumu) HIRVATLAR, KÖPRÜYÜ ÇİNLİ ŞİRKETE YAPTIRIYOR 2013 yılında Hırvatistan’ın AB’ye dahil edilmesi ile bir anda elde ettiği ayrıcalık, konunun AB’nin dev desteği ile (370 milyon avro) yeniden gündeme gelmesini sağladı. 2017 yılında konuya dair tepkisini açıkça ifade eden Bakir İzzetbegoviç, Bosna’nın açık denizlere inme hakkının iade edilmemesi durumunda projenin gerçekleşemeyeceğini belirtmiş lakin bir yıl sonra bu tepkiyi yok sayan Hırvatlar adına Hırvatistan Karayolları Müdürü Josip Skoric ile China Road and Bridge Corporation (CRBD) firması adına Zhang Xiaoyuan köprünün inşasına ilişkin anlaşmayı 2018 yılında imzalamışlardı. Pelijesac Köprüsü'nün inşaatından görüntüler "KÖPRÜ, BOSNA HERSEK İÇİN BARİYER ETKİSİ YAPACAK" Tüm bunlar olurken konuya dair değerlendirmeler yapan birçok stratejist, olası bir savaş ya da diplomatik kriz durumunda sadece köprünün ayakları vesilesi ile dahi Bosna’nın açık denize çıkışının engellenebileceğinin farkında. Köprü, bir anlamda Bosna için bir bariyer etkisi de yapacak. Bu durumda ya köprünün biçimsel dizaynının, ki yüksekliği 55 metre civarında olacak gibi duruyor, savaş ya da ticaret gemilerinin geçişine uygun hale getirilmesi, belki Bosna’nın kullanımına açılması hatta Bosna için yeni bir sınırın teşkil edilmesi düşünülmeli gibi duruyor. Projenin tahmini tamamlanma sürecinin de 2022 olduğu düşünülürse bu konunun daha uzunca bir süre tartışılacağı da açık. Neum/Bosna Hersek

Belarus'ta neler oluyor: Protestoların asıl nedeni ne? Haber

Belarus'ta neler oluyor: Protestoların asıl nedeni ne?

Ömer Cihad KAYA Belarus Halk Cumhuriyeti, son bir haftadır devam eden protestolarla çalkalanıyor. 26 yıldır ülkenin başında olan Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko'nun rakibi Svyatlana Tsihanouskaya’nın Belarus’tan "kaçmak zorunda kalması" ve Litvanya’ya gitmesi ülkedeki muhalefeti hareketlendirdi. Belarus’ta cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Merkez Seçim Komisyonunun açıkladığı kesin olmayan sonuçlara göre, mevcut Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko yüzde 80 oy alarak seçimin galibi olmuştu. Ülkede yükselen tansiyonun nedenlerini, yerleşik siyasi dengeleri ve Rusya'nın bölgeye yönelik politikalarını Doç. Dr. Sezai Özçelik değerlendirdi. PROTESTOLARDA DÖRDÜNCÜ GÜNE GİRİLDİ Kesin olmayan sonuçlara göre yeniden başkan seçilen Lukaşenko'ya karşı protesto gösterilerinde 4. güne girildi. Ülkenin pek çok şehrinde gerçekleştirilen eylemlerde kapsamında başkent Minsk’te yaklaşık 200 sağlık çalışanı da sokaklara çıktı. Bu tarz eylem Brest, Vitebsk, Gomel ve Grodno şehirlerinde de yayıldı. GÖZALTINA ALINANLARIN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU RUS VATANDAŞI! Güvenlik güçleri, ülkedeki pek çok şehirde sıkı önlem aldı. Bazı göstericiler caddelerde trafiğin akışını engellemeye çalıştı. Zaman zaman güvenlik güçleri ile karşı karşıya gelen bazı protestocular gözaltına alındı. Yapılan son açıklamada, gözaltına alınan göstericilerin yarısının Rus vatandaşı olduğu bazılarının ise Ukrayna vatandaşı olduğu ileri sürüldü. Belarus basını, gözaltına alınan vatandaşların sayısının 7 bine yaklaştığını bildirdi. QHA yazarı, Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sezai Özçelik, Belarus'ta siyasi gerilimi hızlandıran eylemler ve güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. "BELARUS'U KIRIM GİBİ TOPRAKLARINA KATMAK İSTEYEN RUSYA İLE BATI ARASINDAKİ TANSİYONUN YANSIMASIDIR" "Son günlerde yaşanan sokak gösterileri bir anlamda Belarus’u Kırım gibi topraklarına katmak isteyen Rusya ile demokrasi, özgürlük ve piyasa ekonomisi vadeden Batı arasındaki tansiyonun yansımasıdır. Halkın istekleri ve ihtiyaçlarına artık cevap veremeyen Minsk yönetimi, 26 yıl boyunca iktidarda olan Belarus liderini destekleyen iki liderin otoriter yönetime sahip olması rastlantı değil. Eğitilmiş ucuz iş gücü bulunan Belarus’ta büyük yatırımlar yapan Çin’in lideri Xi ile gümrük birliği bulunan ve askeri alanda işbirliği yapan Rusya’nın Belarus’u AB ve NATO’nun yörüngesinden çıkarmak istemelerine şaşırmamak gerekir. Putin son yapılan anayasa değişikliği ile 2036 yılına kadar iktidarda kalmayı garantiledi. Çin Komünist Partisi ise Çin lideri Xi’nin sonsuza kadar ülkeyi yönetmesi için Anayasa değişikliği sürecini başlattı. Bu iki liderin Belarus diktötörünün yanında yer almasının bir diğer nedeni, Rusya’nın ülkedeki muhalifinin canlanmasını önlemek istemesi ile Çin’in Hong Kong’da başlayan demokratik gösterileri demir yumruk ile ezme isteğini tüm dünyaya gösterirken Belarus’un başarılı olmamasını istememesidir. Rusya ve Belarus daha önce 2014 Maidan Gösterileri’nde olduğu gibi Belarus halkının haklı taleplerini görmezden gelip olayı Batı’nın gizli ellerinin ülkenin içişlerine karıştığı tezini savunmaktadır. Batı ve Amerikan gizli servislerinin Belarus’taki sokak gösterilerinin arkasındaki güç olduğu Rus basını yanında Rusya BM Daimi İkinci Temsilcisi Dmitri Polyanskiy tarafından belirtilmiştir. "KIRIM TATARLARININ BELARUS HALKININ YANINDA OLMASI GEREKİR" Rusya ve Çin’in tüm bu ayak oyunlarına rağmen Belarus halkı bazı tahminlere göre öğretmen ve anne olan kadın aday Sviatlana Tsikhanouskaya’ya yüzde 80’e yakın oy vererek rakibi Lukasenko’nun 4-5 katı destek vermiştir. Her zaman şiddetsizliği savunan, demokrasi ve insan hakları konusunda hiçbir zaman geri adım atmayan ve 2014 Maidan Devrimi’nde Ukrayna halkının yanında yer alan Kırım Tatarlarının Belarus halkının yanında olması gerekir. Şu anda Litvanya’da bulunan Belarus seçimlerinin galibi Sviatlana’nın Litvanya’da bulunan Kırım Tatarları tarafından desteklenmesi yerinde olacaktır. Ayrıca sosyal medyada Kırım Tatarlarının Belaruslular ile omuz omuza Avrupa’nın ikinci diktatörüne karşı mücadele vermesi zorunludur. Sasha yüzde 3’ün yakında Vlad yüzde 3’e dönüşmesi yakındır. Rus halkı da Belarus ve Ukrain halkı gibi otoriter diktatörlere karşı ayaklanacak ve Rusya’ya demokratik serbest ve adil seçimlerin gelmesini sağlayacaktır. (Putin’in ilk ismi olan Vladimir’in kısaltılmış hali Vlad’dır). Doç. Dr. Sezai Özçelik'in Belarus'taki güncel gelişmelere ilişkin analizinin yer aldığı yazısının tamamını okumak için; https://qha.com.tr/opinion/avrupa-nin-ikinci-diktatorunun-sonu-mu-geliyor-minsk-devrimi/

Türkiye'nin Libya'daki artan etkisi, ABD-Rusya hattını hareketlendirdi: Libya'da neler oluyor? Haber

Türkiye'nin Libya'daki artan etkisi, ABD-Rusya hattını hareketlendirdi: Libya'da neler oluyor?

Ömer Cihad KAYA Siyasi istikrarsızlığın hakim olduğu Libya'da Ulusal Mutabakat Hükumeti ile Hafter güçleri arasındaki çatışma devam ediyor. Rusya'nın desteklediği Hafter güçleri, Trablus hükumeti güçlerine karşı, elindeki cepheleri bir bir kaybediyor. Türkiye'nin de krizin başından beri açıktan destek verdiği meşru hükumet zafere ilerlerken; Libya'da köşeye sıkışan Moskova yönetimi, Amerika Birleşik Devletlerine bir çağrı yaparak; müzakere masasına oturmasını istiyor. Yıldız Teknik Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akif Okur ve gazeteci Yılmaz Bilgen; Libya'daki krizin tarafları, Rusya'nın dikkat çeken bir çağrı yaparak ABD'yi ateşkes masasına çağırması ve Libya'daki satranç masasında Türkiye'nin konumuna dair Kırım Haber Ajansının sorularını yanıtladı. RUSYA'DAN ABD'YE MÜZAKERE ÇAĞRISI Libya'da Ulusal Mutabakat Hükumetinin Hafter güçlerine karşı üstünlük kazanması, Rusya'yı endişeye sevk etti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 17 Haziran 2020 tarihinde yaptığı basın açıklamasında, ABD'nin Libya'daki krize ve "barış sürecine" katkıda bulunabileceğini kaydetti. Lavrov'un, ABD'ye üstü kapalı olarak Libya'ya müdahil olması çağrısı hakkında Gazeteci-yazar Yılmaz Bilgen, "Rusya, Libya müzakerelerine ABD’yi dahil ederek Türkiye’yi saf dışı bırakmaya çalışıyor. Bu hamlenin amacının böyle olduğunu düşünüyorum" değerlendirmesini yaptı. Prof. Dr. Mehmet Akif Okur, Moskova yönetiminin ABD'nin Libya'ya müdahil olmasına yönelik yaptığı çağrıyı şöyle değerlendirdi: "Moskova yönetimi, ABD'ye çağrıda bulunarak, Libya'da bir ateşkese aracılık yapmasını istedi. Dolayısıyla, gelecek süreçte Türkiye ile Trablus arasındaki ilişkilerin, daha da sıkılaştığını görebiliriz. Rusya'nın ABD'ye yaptığı çağrının mantığı ne? Bir taraftan,yeri geldiğinde anti-emperyalizm söylemiyle, ABD'ye karşı varlığını meşrulaştırmaya çalışan Rusya'nın, ABD'yi Libya'ya davet etmesi Rus pragmatizmini anlamak bakımından önemli. Bu durumu, Suriye sürecine bakarak anlamak mümkün. Suriye krizine önce ABD'nin angaje olduğunu biliyoruz. Rusya, 2015'te bu angajman gevşemeye başladığında, DAEŞ'i de bahane ederek, Suriye'ye girdi. Sonuçta fiilen Suriye ile ABD arasında nüfuz bölünmesine uğramış bir Suriye var. Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Akif Okur "ABD, LİBYA'YA GİRERSE TÜRKİYE'Yİ SIKIŞTIRACAK BİR MANZARA OLUŞABİLİR" Rusya'nın ABD ile müzakere masasına oturarak, Türkiye'nin bölgede artan etkisini kırmak isteyebileceği yönündeki soruya Prof. Dr. Okur şöyle cevap verdi: "Rusya, aslında muhataplarını deniyor. ABD'nin Libya'ya müdahale edip etmeyeceğini anlamaya çalışıyor. Rusya'nın, bu süreçte, Libya'ya olan dolaylı müdahalesini açık bir hale getirmeyi amaçladığını söylemek mümkün. Bu yüzden, ABD'nin denkleme dahil olmasını istiyor. ABD, Libya'ya girerse bu sefer Türkiye'yi sıkıştıracak bir manzara oluşabilir... Rusya'nın bölgede merak ettiği bir konu da, Türkiye ile ABD arasında bir iletişimin olup olmadığı konusudur. Rusya, ABD'nin verdiği reaksiyona göre kendisini konumlandıracaktır. Suriye deneyimi bize şunu gösteriyor; mesele bu kadar karmaşık hale geldiğinde, sahada kim etkinse kazançlı çıkan o oluyor." LİBYA'DAKİ SATRANÇ MASASINDA RUSYA'NIN ROLÜ  Gazeteci Yılmaz Bilgen, Libya'da Hafter güçlerini destekleyen Rusya'nın bölgede ne gibi bir tutum sergilediğine dair sorumuzu şöyle yanıtladı: "RUSYA LİBYA'DA TAMAMEN ACİZ DURUMDA KALDI" "ABD ve İngiltere Libya’daki iç karışıklarla ilgili durumun içerisine çok fazla girmedi. İtalya, Ulusal Mutabakat Hükumetinin (UMH) yanında yer aldı. Ortamdaki kaos, Rusya’yı yenilgiye mahkum etti. Rusya Libya’da tamamen aciz durumda kaldı. Şimdi ise uluslararası diplomasi hamlesiyle Türkiye’yi tanımıyorum demeye çalışıyor." ÖNCE SURİYE ŞİMDİ DE LİBYA: RUSYA'NIN BÖLGESEL HEDEFLERİ NELER? Yıldız Teknik Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akif Okur da, Rusya'nın bölgede bir dönüm noktasında olduğunun altını çizdi. Prof.Dr. Okur, Libya'daki krize yönelik, tam anlamıyla köşeye sıkışan ve ABD'yi ateşkes masasına çağırarak yeni bir çıkış yolu arayan Rusya'nın bölgesel hedeflerini şu şekilde değerlendirdi: "Rusya'nın bölgeye dolaylı müdahalesiyle bir dönüm noktasına gelmiş vaziyette. Libya'da, ya sahadaki temsilciyi kabul edecek böylece de Türkiye ve Trablus hükumetiyle makul bir uzlaşıya varacak ve bölgeden çekilecek. Ya da bölgedeki varlığını devam ettirecek. Zira Rusya'nın, Sirte'de bir deniz üssü, Curfa'da da bir hava üssü istediğine dair haberler var. Şu anda, Sirte'ye yönelik de hükumet güçlerinin bir harekatı mevcut." Prof. Dr. Okur, Libya'daki güncel durumda Türkiye'nin konumuna geçmeden önce, Libya'daki krize, Türkiye'nin nasıl müdahil olduğunu özetledi. Okur'un değerlendirmesi şu şekilde: LİBYA'DAKİ KRİZİN PERDE ARKASI: TÜRKİYE SÜRECE NASIL MÜDAHİL OLDU? Libya'da aylardır devam eden bir çatışma süreci var. Bir tarafta 2015'ten bu tarafa uluslararası toplumun meşru Libya hükumeti olarak kabul ettiği Trablus'taki hükumet (Ulusal Mutabakat Hükumeti) yer alıyor. Diğer tarafta da, parlamentonun yer aldığı Bingazi bölgesinden başlayarak belirli unsurları, uluslararası bir koalisyonun da desteğiyle (Rusya, Fransa, BAE) silahlanan ve hükumete başkaldıran Hafter güçleri var. Birleşmiş Milletler nezdinde her ne kadar Trablus hükumeti tarafı tanınıyor olsa da, uluslararası toplumdan bu hükumeti ayakta tutmak için anlamlı bir adım görmedik. Türkiye işte tam bu sırada, Trablus hükumetine ciddi olarak destek vermeye başladı. Ve gelinen noktada, Hafter'in önce taarruz gücü kırıldı ardından da ele geçirdiği önemli şehirler bir bir Ulusal Mutabakat Hükumetinin eline geçti. LİBYA'DA TÜRKİYE'NİN ARTAN ETKİSİNE KARŞI ABD-RUSYA HATTI Libya'da Türkiye'nin de krizin başından beri açıktan destek verdiği meşru hükumet, zafere ilerlerken; Libya'da köşeye sıkışan Moskova yönetimi, Amerika Birleşik Devletlerine bir çağrı yaparak; müzakere masasına oturmasını istiyor. Rusya'nın ve ABD'nin Türkiye'ye ilişkin tutumları ise temkinli. "RUSYA, KENDİNCE TÜRKİYE'NİN BÖLGEDEKİ ASKERİ GÜCÜNÜ KÜÇÜK DÜŞÜRMEYE ÇALIŞIYOR" Gazeteci Yılmaz Bilgen, Libya denkleminde Türkiye'nin durumu hakkında, "Rusya, Türkiye’nin Libya müzakereleri ile ilgili gösterdiği çabaları ABD üzerinden bozabileceğine inanıyor. Rusya’nın bu hareketi çok çirkin bir hamle… Böylelikle Türkiye’yi dolaylı yoldan aşağılamaya çalışıyor. Rusya kendince Türkiye’nin bölgedeki varlığını, diplomasisini, askeri gücünü küçük düşürmeye çalışıyor. Rusya’nın ısrarla ABD’yi müzakereler davet etmesinden çıkarılacak tek mesaj budur. Rusya’nın Türkiye ile değil ABD ile anlaşmaya çalışma çabasının sahada neden başarısız olduğunu kanıtlıyor." değerlendirmesini yaptı. "BÖLGEDEKİ GÜÇLER, TÜRKİYE'NİN LİBYA'DA GÜÇLENMESİNDEN RAHATSIZ" Prof. Dr. Okur, Libya'daki krizde etkisini artıran Türkiye'ye karşı bölgesel güçlerin tutumları hakkında şunları söyledi: "Libya'da krizin ciddi sonuçları olacağını görmek mümkün. Trablus hükumetinin harekatı devam edecek mi? Bu harekatın durdurulmasını isteyenler, Kahire üzerinden bir ateşkes teklifi ortaya attı. Rusya da bunu destekliyor. Bölgedeki diğer güçler de, Türkiye'nin Libya'da güçlenmesinden rahatsız. Fransa, işi Türk gemilerine müdahaleye kadar götürmeye çalıştı. Avrupalılar, Trablus hükumetinin önünü kesecek tarzda bir silah ablukası uygulamak istiyor. NATO içinde bir tartışma var. İsrail, ABD'nin Libya'ya müdahil olmasını arzu ediyor. Bunun dışında, Yunanistan ve Rum Kesimi de Türkiye'nin Libya'da ve dolayısıyla Doğu Akdeniz'deki artan etkisinden rahatsız." LİBYA'DA KADDAFİ SONRASI SİYASİ KRİZ Libya'da yönetimi uzun yıllardır elinde bulunduran Muammer Kaddafi’nin devrilmesinin ardından 2011’den beri siyasi istikrarsızlık ve çatışmalar yaşanıyor. Libya, Birleşmiş Milletler’in de tanıdığı Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile ülkenin doğusunda Halife Hafter komutanlığındaki Libya Ulusal Ordusu desteğiyle kontrolü elinde bulunduran Tobruk merkezli hükümet arasında siyasi krizlerle boğuşuyor. Ülkenin doğusundaki Hafter güçleri, Rusya, Fransa, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenirken İtalya, Türkiye ve Katar gibi ülkeler Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek veriyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.