SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Türk Ocakları

QHA - Kırım Haber Ajansı - Türk Ocakları haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Türk Ocakları haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Ziya Gökalp vefatının 100. yılında Diyarbakır’da anıldı Haber

Ziya Gökalp vefatının 100. yılında Diyarbakır’da anıldı

Türk Ocakları Genel Merkezi, Türk düşünce hayatının önemli isimlerinden Ziya Gökalp’in vefatının 100. yılı dolayısıyla Diyarbakır’da anlamlı bir program düzenledi. "Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp Anısına Dünden Bugüne Kültür ve Medeniyet" başlığıyla gerçekleştirilen sempozyum, akademisyenler ve araştırmacıların katılımıyla büyük ilgi gördü. Dicle Üniversitesinde 24 Aralık 2024’te düzenlenen etkinliğin açılışında Diyarbakır Vali Yardımcısı Murat Yıldız, Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz, Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı (TÜRKSOY) Genel Sekreter Yardımcısı Sayit Yusuf, Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kamuran Eronat ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan birer konuşma yaparak Ziya Gökalp’in Türk düşüncesindeki önemine vurgu yaptı. Konuşmalarda, Gökalp’in kültürel mirası, medeniyet anlayışı ve toplumsal düşünceleri derinlemesine ele alındı. ZİYA GÖKALP’İN DÜŞÜNCESİNE YENİ BİR BAKIŞ Programda yer alan panelde ise, Prof. Dr. Nevin Güngör Ergan, Doç. Dr. Fahri Atasoy ve Ayşegül Büşra Paksoy, Gökalp’in sosyolojik düşünce dünyasındaki yerini anlatan sunumlar gerçekleştirdi. Gökalp’in kadın, aile ve toplum üzerine olan görüşleri, Türk sosyolojisine kattıkları ve modern Türkiye'nin inşasındaki rolü üzerine derinlemesine bir tartışma ortamı oluşturuldu. ZİYA GÖKALP SERGİSİ BEĞENİ TOPLADI Sempozyum kapsamında, Ziya Gökalp ile ilgili hazırlanan sergi büyük ilgi gördü. Katılımcılar, Gökalp’in yaşamı ve fikirlerinin anlatıldığı sergiyi gezerek, ünlü düşünürün mirasına dair bilgi sahibi oldu. Sempozyumun sonunda, katılımcılar Diyarbakır’ı keşfetme fırsatı buldu. Ziya Gökalp’in mirasına odaklanan etkinlik, şehrin tarihi dokusu ile birleşerek katılımcılara kültürel bir yolculuk sundu.

Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz: Türkiye, Kırım Türklüğünün sorunlarına sahip çıkmalıdır Haber

Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz: Türkiye, Kırım Türklüğünün sorunlarına sahip çıkmalıdır

Ömer Cihad KAYA Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Bölüm Başkanı, Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz, Türk Ocağının kuruluş döneminden bugüne geçirdiği merhaleler, günümüzde Türk Ocakları Genel Merkezi ve şubelerinin meydana getirdiği faaliyetler, Türk dünyası ile ilişkilerin seyri ve gelecek dönemde Türkiye'yi bekleyen jeopolitik zorunluluklar ekseninde gündemdeki hususlar, Kırım, Doğu Türkistan ve Kerkük gibi Türk dünyasının kanayan yarası olan coğrafyalardaki durum ve Ukrayna'da 3. yılını tamamlayacak olan topyekun savaşın seyri hakkında Kırım Haber Ajansına demeç verdi. Türk Ocağı Esas Nizamnamesi'nde de geçtiği üzere temel gaye olarak eğitim ve kültürü öncelediklerini ifade eden Prof. Dr. Öz, bunun yanında Türkiye Cumhuriyeti'nde ve Türk dünyasındaki meselelere dair görüş ve önerileri, kamuoyu ile paylaştıklarının altını çizdi. Ayrıca, Türk Ocaklarının imkanlar ölçüsünde mazlum ve mağdur Türk yurtlarına dönük yardım kampanyaları yürüttüğünü ifade etti. Kırım Haber Ajansı Başeditörü Ömer Cihad Kaya ile yapılan mülakatta, Genel Başkan Mehmet Öz, "Türkiye olarak, bizim sadece Türk devletleri için değil mazlum kardeşlerimiz için de çok güçlü olma zorunluluğumuz vardır"  değerlendirmesini yaptı. Bir sivil toplum kuruluşu olarak Kırım, Doğu Türkistan ve dünya Türklüğüne dair meselelerde Türk Ocaklarının inisiyatif alması gereken, üzerine düşen görevleri yapmaya gayret ettiğini vurgulayan Prof. Dr. Öz, İsmail Bey Gaspıralı’nın ünlü ifadesiyle "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" idealinin her alana yayılması gerektiğini dile getirdi. Prof. Dr. Mehmet Öz: Kırım, tekrar asli sahiplerine iade edilmelidir @Mehmetoztarih ▶️ Röportajın tamamı için: https://t.co/v8j5Z3SZBX ???? https://t.co/wW60BdhUnL pic.twitter.com/d9FEiZFUGp — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) December 27, 2024 Türkiye’nin en köklü sivil toplum kuruluşu ve Türk milliyetçiliğinin asırlık çınarı olan Türk Ocaklarının kuruluş felsefesini anlatabilir misiniz? II. Meşrutiyet’in ilânıyla başlayan süreçte pek çok fikir akımı gibi Türkçülük de çeşitli dernek ve dergiler aracılığı ile fikir hayatındaki yerini aldı. Önceki dönemde gizli olarak veya yurt dışında faaliyet sürdüren Türkçüler dernekler kurmuşlardı. Ancak bunların yetersiz olduğunu düşünen ve bir yandan hekimlik öğrenimi görürken bir yandan da yurt ve millet sorunları ile ilgilenen 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi, Türk milletinin karşı karşıya olduğu sorunların çözümü ile uğraşacak bir "gönüllüler kuruluşu" oluşturulmasına yönelik görüş alış verişini sağlamak için bir toplantı düzenleme girişiminde bulundu. Bir gece Karacaahmet Mezarlığı’nda toplanıp seher vakti bir mektup kaleme alıp o zamanki vatanperver yazar, şair, fikir adamı ve ediplere gönderdiler. 24 Mayıs 1911’de bu mektubu yazan gençler Dr. Fuat Sabit (Ağacık) başkanlığındaki 21 kişilik bir girişimciler grubu oluşturdular ve ile ünlü Türkçülerden Mehmed Emin (Yurdakul), Akçuraoğlu Yusuf, M. Ali Tevfik (Yükselen), Emin Bülend (Serdaroğlu) ve Ağaoğlu Ahmed Beylerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Türkçülük düşüncesini yayacak ve yaşatacak bir derneğin kurulması ve adının da "Türk Ocağı" olması, 3 Temmuz 1911'de yapılan bu toplantıda kararlaştırıldı. 190 Tıbbiyelinin Türkçü büyüklerine yazdıkları mektuptaki şu ifadeler o dönemdeki kuruluş amacını ve felsefesini yansıtır: Türk kavmi, hayat-ı inkıraz yaşamaktadır. Buna seleflerimiz gibi lâkayt kalamayız. Hayat ebedî bir mücadeledir ve bu mücadelede muvaffakiyetin en büyük şartı, maarif ve mekteplerin galebesidir. Bizler; kanun-ı tekâmüle riayet fikrinde musırr, ziraat, ticaret ve sanayi ile kazanılmış bir hâkimiyet-i içtimaiyeyi, kuru bir hâkimiyet-i siyasiyeye  tercih etmekteyiz. Nesl-i müstakbel temiz olsun; meskeneti günah, faaliyeti ibadet bilsin. Müteşebbis, kavi  ve zî-servet olsun. 1912'de yayımlanan Türk Ocağı Esas Nizamnamesi'ne göre, Ocağın amacı, "Akvam-ı İslamiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve i'lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak" idi. Dernek, amacını gerçekleştirmek için Türk Ocağı adı ile kulüpler açarak dersler, konferanslar, müsamereler tertip, kitaplar ve risaleler neşir edecek, mektepler açmaya çalışacaktı. Türk Ocağının amacına ulaşmağa çalışırken, "sırf milli ve içtimai bir vaziyette" kalacağı belirtilmekte, "Asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim bulunmayacaktır" denilmekte idi. Bu da Türk Ocaklarının temel gayesi ve faaliyet alanı bakımından eğitim-öğretim ve kültür alanlarının odak noktası olarak tespit edildiğini göstermektedir. Bu felsefe ile hareket eden Türk Ocakları günümüzde hangi çalışmaları yürütmektedir? Ne gibi faaliyetler ortaya koymaktadır? Aradan geçen 112 yılda elbette şartlar çok değişti ama Türkiye’nin ve bütün Türklük aleminin çok önemli ve hayati meseleleri var. Türk milletini yükseltmek iddiasındaki Ocaklılar parti siyasetine karışmadan Türklüğün her yönden güçlenmesi için çalışmaktadır. Bu kapsamda ülkemizde şube ve temsilciliklerde düzenlenen konferans, panel, sempozyum vb. etkinliklerle Türk dünyasının meseleleri hakkındaki farkındalığı canlı tutmağa ve güçlendirmeğe çalışıyoruz. Gençliğe yönelik eğitim faaliyetlerine önem veriyoruz. Genel Merkezde ve bazı şubelerde yapılandırılmış akademi programlarının yanında kitap okuma, tartışma ve benzeri faaliyetler yapılmaktadır. Son dönemde gençliğimizde meydana gelen ümitsiz ruh haline dikkat etmemiz, gençlerimize sahip çıkmamız, onlara her türlü platformda yer vermemiz gerekiyor. Biz bu manada, her ayki haftalık programlarımızdan birinde kürsüyü tamamen gençlere bırakıyoruz. Önemli konularda Türk Yurdu dergimiz özel sayılar çıkarmakta, çalıştay ve raporlar hazırlamaktayız. Örnek vermek gerekirse Cumhuriyet'imizin 100. yılına ithafen 4 özel sayı çıkardık. Ayrıca Türkiye’nin 12 temel meselesi hakkında uzmanlara hazırlattığımız raporları bir kitap halinde yayınlayıp Cumhurbaşkanı başta olmak üzere devlet ve hükümet yetkililerine, siyasi parti genel başlanlarına gönderdik. Kitap piyasada da var. Ankara’nın başkent oluşunun 100 ve 101. yılı vesilesiyle iki önemli Ankara kitabı yayımladık. Şubelerimiz de bu kapsamda önemli çalışmalar yapmaktadır. Türk Ocakları Akademisi 2. hafta programı Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Şahingöz’ün “Atatürk ve Millî Mücadele” başlıklı dersiyle tamamlandı. pic.twitter.com/swFrS3d3RU — Türk Ocakları ???????? (@turkocaklari) December 1, 2024 Bir yardım kuruluşu değiliz ancak mütevazı imkanlarla ve gönüldaşlarımızın katkılarıyla Türk dünyasına, bilhassa mazlum ve mağdur Türk yurtlarına dönük yardım kampanyaları yürütüyoruz. Bu çerçevede; Suriye ve Iraklı Türkmen kardeşlerimizin, Kırım Tatar kardeşlerimizin zor günlerinde yanlarında olmaya çalıştık. Çin’in baskı politikasına karşı ülke sathındaki şubelerimizde faaliyetler yaptığımız gibi Doğu Türkistan’dan gelen kardeşlerimize el uzattık. Particilik yapmıyoruz ancak Türk milliyetçisi olmamızın icabı, Türkiye’nin ve Türk yurtlarının her türlü sorunu hakkındaki görüşlerimizi kamuoyu ile basın açıklamaları ve sosyal medya paylaşımları şeklinde paylaşıyoruz. Bu manada, uyarı görevimizi bize yakışan bir üslupla yapmaya da özen gösteriyoruz. Türk Ocakları olarak sadece Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili değil Türk dünyasıyla da ilgili faaliyetler yürütüyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk dünyasına bakışı sizce nasıl olmalıdır? Türkiye’nin giderek çok kutuplu hâl almaya başlayan küresel siyaset şekillenmesinde Türk devletleri ve toplulukları ile olan ilişkileri, temkinli ama istikrarlı bir şekilde güçlendirmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bugünkü dünya konjonktüründe hem Türkiye hem de Türk dünyası için büyük fırsat ve imkanlar kadar çok önemli risk ve tehditler de vardır. Eski deyişle havf ile reca yani kaygı ile ümit arasındayız. Elbette, küresel siyasette büyük güç olmanın şartları var. Türk devletlerinin Çarlık ve Sovyet Rusya geçmişinden olduğu kadar jeostratejik konumlarından da kaynaklanan bir takım özellikleri var. Türkiye’nin de aynı şekilde hem geçmişinden hem bulunduğu coğrafyadan hem de halihazırda karşı karşıya olduğu etnikçi, bölücü terör tehdidinden dolayı bazı handikapları mevcut. Bununla birlikte Türk devletlerinin 30 yılı aşkın bir sürede aldıkları mesafeyi, Türk Konseyinin Türk Devletleri Teşkilatına dönüşmesini, Türkmenistan ve Macaristan’ın gözlemci üyeliğini, iş birliği alanlarının genişletilip derinleştirilmesini önemli ve kıymetli bulduğumu ifade etmek isterim. Dünyamızın nükleer silahların da işin içine gireceği bir vahim savaşın eşiğinde dolaştığını, küresel savaşta ABD ve Batı karşısında bulunan Rusya ve Çin’in kendilerine ait gerekçelerle Türk dünyası üzerindeki emellerine ulaşmak veya buradaki çıkarlarından vazgeçmemek için neleri yapabileceğini aklımızda tutarak Türk devletleri arasındaki birliği, kültürel ve iktisadi alanlardan askeri alana da taşıyabilecek bir stratejiyi inşa etmemiz gerekir. Azerbaycan’ın Vatan Muharebesinde Türkiye Cumhuriyeti ile iş birliği bu sahada bir başlangıç olabilir. Burada dikkat etmemiz gereken can alıcı nokta şudur: Türk devletleri ile Türkiye’nin ilişkisi kardeşler arası bir iş birliğidir. Elbette her ülkenin kendi öz çıkarları önemlidir, başka devletlerle ilişkilerde bazı farklılıklar olabilir ancak bunları ilişkilerimizi germesine asla izin vermemeliyiz. Türkiye olarak, bizim sadece Türk devletleri için değil mazlum kardeşlerimiz için de çok güçlü olma zorunluluğumuz vardır. Maalesef enerjimizin önemli bir bölümünü gereksiz ve faydasız iç kavgalarla tüketiyoruz. Tarihin ve mevcut konjonktürün bizi adeta mecbur ettiği Türk birliği istikametinde daha ileri adımlar da atabilirdik. Türklük bilinci yüksek, adanmış am aynı zamanda akıl ve tedbiri elden bırakmayan kadrolarla Türk devlet ve toplulukları ile ilişkilerimizi çok daha ileri noktalara taşımalıyız. Sözün özü Türkiye, uluslararası arenada bundan sonraki siyasetini Türk dünyasını odağa alarak geliştirmelidir. Türk dünyasında günümüzde pek çok meydan okumalara şahit oluyoruz. Kırım, Kerkük, Doğu Türkistan günümüzde en problemli ve acil çözüm bekleyen coğrafyalar. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Maalesef başta saydığınız bölgeler olmak üzere Türklük aleminde sıkıntı, baskı ve zulüm altında yaşayan kardeşlerimiz çok. 1944’te komünist Çar Stalin’in gadrine uğrayan Kırım Türkleri ve Ahıska Türkleri başta olmak üzere kardeşlerimizin sıkıntıları süreç içinde hafifleme eğilimi gösteriyorken; Stalin siyasetinin çağdaş temsilcisi Putin, Kırım Tatar Türklerini bir kez daha yurtlarından etti. Kırım’ın yasa dışı ilhakı, Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanımadı. Türkiye Türkleri olarak bu konuda asla geri adım atmamalıyız. Kırım Tatarlarının vatanının Ruslaştırılması ve Türklerin vatanlarından edilmeleri çok üzücü ama Mustafa Aga (Kırımoğlu) gibi hiç yılmayan, yıkılmayan büyük bir lidere sahip olan kardeşlerimizin mücadeleyi bırakmadan er geç Vatan Kırım’da hür ve bağımsız yaşayacağı günleri görmek nasip olur inşallah. Doğu Türkistan’a gelince, 1880’lerdeki işgalden 1949’a kadar büyük mücadelelerle yurtlarında bağımsızlık savaşı veren ve 1933 ve 1944’te iki kez Cumhuriyet kuran kardeşlerimiz, Komünist Parti altında katliamlara ve yurtlarının Çinlileştirilmesine maruz kaldı. Son 8 yıldır da eşi görülmemiş post-modern bir soykırım uygulamasına maruz bırakıldı. Türkiye, zaman zaman bu konuda cılız açıklamalar yaptı ancak Çin’in ekonomik gücü dolayısıyla maalesef Türk devletleri, Doğu Türkistan meselesinde kardeşlerimizin acılarını dindirecek bir şey yapamadı. Biz bir sivil toplum kuruluşu olarak bu konuda üzerimizi düşeni yapmaya çalıştık, çalışıyoruz ve çalışacağız. Kerkük başta olmak üzere Türkmeneli coğrafyasında da maalesef kardeşlerimiz içinde yaşadıkları devletin kurallarına uygun davranmakla adeta cezalandırılmaktadır. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde oluşan/oluşturulan yapılar buradaki demografiyi değiştirip Türkmenleri asli yurtlarında azınlık konumuna düşürmektedir. Türk devletini yönetenler bilmelidir ki; Irak Türklüğüne, Suriye Türklüğüne sahip çıkmak bizim için sadece kardeşliğin değil aynı zamanda Türkiye’nin beka meselesinin de vazgeçilmez bir icabıdır. Rusya’nın Kırım’daki işgali 11. senesine yaklaşıyor. Kırım’da her gün alıkoymalar, zorla askere almalar ve çeşitli baskılar yaşanıyor. Rus zulmünün en büyük odağı da Kırım Tatar halkı oluyor. Kırım’daki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye bu noktada hangi adımları atmalıdır? Türkiye, Kırım’ın ilhakını tanımama politikasını devam ettirmekle kalmamalı, Kırım Türklüğünün her türlü sorununa sahip çıkmalıdır. Bu bizim için tarihî, millî ve insanî bir vazifedir. Kırım Tatar kardeşlerimizin uğradığı zulümler, habersiz gözaltılar, işkenceler hakkında başta ajansınız olmak üzere Türk dünyasından haber veren mecralarda pek çok haber okuyoruz. Devlet yetkilileri, uluslararası hukuk ve insan hakları çerçevesinde bunlarla ilgilenmelidir. Devletimizin bu konuda, eksikler olsa da çalıştığını söyleyebiliriz. Kırım’ın tekrar eski statüsüne kavuşması tabii şu sırada devam eden savaş dolayısıyla masada konuşulacak bir durumda değil ama ileriye dönük olarak bu konuda yapılabilecekleri şimdiden planlamak, hazırlık yapmak zorundayız. Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu başta olmak üzere Kırım Türklerinin önderleri, Türk devlet yetkilileri tarafından sadece sembolik ziyaretlerle ağırlanmamalı, onlara konumlarının gereği yüksek itibar gösterilerek Rusya’ya gerekli mesaj verilmelidir. Dünya politikası dengesinde Türkiye’nin Çin gibi Rusya Federasyonu ile de belirli alanlarda ilişkileri elbette olur ancak bunların gerçekten mütekabiliyet esasına müstenit olması icap eder. Bunun  yanında Kırım Tatarları ve Rusya Federasyonu içindeki diğer Türk halklarının meselelerini de sahiplenmek bizim tabii görevimizdir. Türkiye bu manada, Kırım’da işgalin sonlanması perpektifini korumalı, halen Kırım’da yaşayan kardeşlerimizin sorunlarıyla yakından ilgilenmeli, Ukrayna’da yaşayanlara da her açıdan yardımcı olmalıdır. Biz Türk Ocakları olarak, sembolik de olsa gerek yardım gerekse kurban kampanyalarımızda kardeşlerimizi asla unutmuyoruz. Ukrayna’da 24 Şubat 2022’den bu yana Rusya'nın başlattığı topyekun bir savaş yaşanıyor. Başta soydaşlarımız olmak üzere pek çok sivil bu durumdan zarar gördü. Ukrayna’da savaşın 1000. günü geride kaldı. Savaşın seyri hakkında neler düşünüyorsunuz? Savaş patlak verdiğinde bazı uzmanlar, Rusya’nın kısa sürede işi bitireceğini söylüyordu. Ukrayna’nın üç yıla yaklaşan direncini sadece Batılı ülkelerin silah ve mühimmat desteği, Batılıların Rusya’yı uğraştırmak için Ukrayna’yı kullandığı şeklinde izah etmek mümkün değil. Ukrayna hem kendi milli bağımsızlığına sahip çıkma azmini hem de Rusya’nın nükleer silah kullanmadan yapabileceklerinin sınırını göstermiş oldu. Temennim, savaşın nükleer boyuta varmamasıdır. ABD başkanlık seçimlerini Trump’ın kazanması ile yapılan değerlendirmelerde, kısa sürede değilse de belirli bir süreç içinde atılacak adımlar ve yapılacak hamlelerle hem Ukrayna’nın hem de Rusya’nın yenilgisi olarak yorumlanamayacak bir orta yolla barış yapılabileceği konuşuluyor ancak şartların ne getireceğini kestirmek kolay değil. Trump yönetiminin muhtemel savaşı bitirme ısrarı, Ukrayna halkının savaşa dair algısı, ülkenin özellikle doğu bölgelerinde artan savaş yorgunluğu ve barış talebi, kış aylarının getireceği zorlu koşullar Ukrayna hükumetini barışa zorlayabilecek faktörler. Putin’in ileri sürdüğü şartların büyük kısmının kabul edilmesi ABD açısından mümkün değil. Küresel egemenlik mücadelesinin önemli bir sahnesi olan Ukrayna’da savaşın geleceğini dünya çapındaki çatışma ve ihtilaf konularında meydana gelebilecek ani patlamalar da etkileyebilir. Türkiye Cumhuriyeti, Türk dünyasının lokomotifi, itici gücü konumunda. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece dışarda değil içerde de çözüm bekleyen sorunları var. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölge jeopolitiği anlamında riskleri ve tehditleri sizce nelerdir? Türkiye, tarihi, maddi ve manevi güç kaynakları, yetişmiş insan gücü ile önemli bir bölge gücüdür. Tarihsel hafızamızda duran cihan devleti olma özelliğimiz, Batı ittifakının kurumlarındaki pozisyonlarımız, Rusya ve Çin ile ilişkilerimiz, İslam ülkeleri ve Türk devletleri ile bağlarımız bizim için hem büyük imkanları barındırıyor hem de riskleri içeriyor. Türkiye’nin büyük bir güç olmasını ne Batılı sözde müttefikleri ne de Rusya ve Çin gibi küresel güç savaşçısı devletler ister. Arap devletlerinin büyük kısmı ve İran da Türkiye’nin kendilerini kontrol edebilecek ya da yönlendirecek güce sahip olmasını arzu etmez. Bunlar tabiidir. Asıl mesele bizim kendi üzerimize düşeni yapmamızdır. Kırk yıldır fiilen karşı karşıya olduğumuz bölücü terör büyük ölçüde içimizdeki sıkıntıları, tabir caizse yumuşak karnımızı istismar eden dış odaklarca sürekli destekleniyor. Dünün Marksist PKK’sı bugün ABD başta olmak üzere kapitalist Batılı güçlerin desteği ile Suriye’nin kuzeyinde devlet kurmaya çalışıyor. Suriye’de tamamen farklı pozisyonda görünseler de ABD ve Rusya’nın Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü Suriye PKK’sı PYD’nin kontrol ettiği alanın gelecek statüsü hakkında örtük bir mutabakat içinde oldukları anlaşılmaktadır. Bir başka önemli risk unsuru sığınmacı ve düzensiz göçmen meselesidir. Yanlış Suriye politikasının üzerine, Geri Kabul Anlaşması, kevgire dönen sınırlardan düzensiz göçmenlerin istilası sadece demografik yapıya bir tehdit değil aynı zamanda ülke güvenliği açısından da büyük bir risk unsurudur. Türkiye’nin sığınmacı ve göçmen meselesinden bağımsız olarak ciddi bir nüfus meselesi de vardır. Aile kurumunda yaşananlar, doğurganlık oranının nüfusu yenileme eşiğinin çok altına düşmesi, eğitimli insanların başka ülkelerde iş bulup yaşama eğiliminde olması vb. hususlar da ülkenin beka meselesinin çok önemli unsurları olarak ele alınmak ve bu konularda acil eylem planları yapılmak zorundadır. Bilindiği üzere, son dönemde Türk Devletleri Teşkilatına üye ülkeler arasındaki iş birliği ve ortaklık gelişim göstermektedir. Bu gelişimi nasıl yorumlarsınız? Türk Devletleri Teşkilatı, kültür ve medeniyet dünyamızda devleti olmasa da varlık mücadelesi veren Türk topluluklarının yaşadığı sorunlara da  temas etmesi ve inisiyatif alması gerekmez mi? Kesinlikle evet. Esasen daha önce de bunlara değindim. Türk Devletleri arasındaki ilişkilerin giderek hem genişlediğini hem de derinleştiğini görmekteyiz. Dünya konjonktürüne ve ülkeler arasındaki hassasiyetlere özen göstererek bunu daha da ileri taşımak İsmail Bey Gaspıralı’nın ifadesiyle "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" idealini her alana yaymak zorundayız. Türk devletlerinin varlık mücadelesi veren kardeşlerimizin sorunlarıyla ilgilenmesi de şarttır. Uluslararası örgütler içinde giderek önem kazanan Teşkilat, TÜRKSOY gibi kuruluşların bu topluluklarla ilgili faaliyetlerini daha fazla desteklemek durumundadır. Tabii bunu layıkıyla yapabilmemiz için Türk devletleri olarak ekonomik ve askeri açılardan kaale alınması gereken bir güce erişmemiz şart. Türk devletlerinin doğal kaynak zenginlikleri hep birlikte büyük bir sıçrama yapmamız için bir imkan olarak var. Birlik olmak, kardeşlik şuurunu gerektirir. Kardeşlik şuuru da mazlum ve mağdur kardeşe sahip çıkmayı.

Vefatının 100. yılında Ziya Gökalp paneli Haber

Vefatının 100. yılında Ziya Gökalp paneli

Sebilürreşad Kültür ve Sanat Merkezi, Türk Ocakları Genel Merkezi iş birliği ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığının destekleriyle Türkçülük düşüncesinin fikir babası, toplum bilimci Ziya Gökalp, 14 Aralık 2024 tarihinde düzenlenecek olan panel ile anılacak VEFATININ 100. YILINDA ZİYA GÖKALP Sebilürreşad Cumartesi Konferansları kapsamında, "Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp" başlıklı panelde; Türk Ocakları Genel Başkanı, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Öz, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (AHBVÜ) Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Doğan ve Ankara HBVÜ Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları (ÇTLE) Bölümü Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Atabey konuşmacı olarak yer alacak.  AHBVÜ Edebiyat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tayfun Haykır'ın oturum başkanlığını üstlendiği panel, Sebilürreşad Kültür ve Sanat Merkezinde saat 14.00'te gerçekleşecek.  TÜRK DÜNYASININ ORTAK KİMLİĞİNİ GÜÇLENDİREN FİKİRLERİN ÖNCÜSÜ ZİYA GÖKALP 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğan ve tam adı Mehmet Ziya olan büyük düşünür, 1911 yılı sonrasında Gökalp ismini Ziya ile birlikte kullanmaya başladı ve bu isimle tanındı. Gökalp’in babası, Diyarbakır Vilâyet Evrak Müdürlüğü ve Nüfus Nâzırlığında memur olarak çalışan Tevfik Efendi, annesi Zeliha Hanım’dır. Tevfik Efendi’nin dedesi Hacı Hüseyin Sâbir’in Diyarbakır’da müftülük görevinde bulunmasından dolayı aile "Müftüzâdeler" olarak da anılmaktadır. Ziya Gökalp, Diyarbakır’da bulunduğu dönemde otorite boşluğundan kaynaklanan ve halkı huzursuz eden zorbalar ile bu gruplara destek olan yöneticilerle mücadele etti. 1905 ve 1907 yıllarında iki kez arkadaşlarıyla birlikte Diyarbakır Telgrafhanesini basarak seslerini duyurmak istediler. Daha sonra bu olayları 1924’de bastırdığı "Şaki İbrahim Destanı" eserinde anlattı. Meşrutiyet’in ilânından sonra, 22 Ekim 1908 tarihinde geçmişten beri taraftarı olduğu İttihat ve Terakkî’nin Diyarbakır şubesini kuran Gökalp; “hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik” gibi kavramları bir yandan etrafına topladığı gençlere anlatırken diğer yandan "Peyman" gazetesinde siyasî yazılar kaleme aldı. Aynı yıl İttihat ve Terakkî’nin bölge müfettişi oldu ve Diyarbakır, Van ve Bitlis teşkilatlarının denetlenmesi görevini üstlendi. 18 Eylül 1909’da Selânik’te toplanan kongreye Diyarbakır delegesi olarak katılarak merkez heyeti üyeliğine seçildi. Selanik’te bulunduğu dönemde değişik imzalarla "Genç Kalemler", "Rumeli", "Yeni Felsefe" gibi gazete ve dergilerde yazılar yayımladı. Aynı yıl kaleme aldığı “Altun Destan” isimli çalışmasını "Gökalp" mahlasıyla yazdı ve bu tarihten sonraki yazılarında genelde günümüzde tanındığı şekliyle Ziya Gökalp imzasını kullandı. İttihat ve Terakkî’nin merkez heyeti içerisinde yer alması sonrasında ailesiyle birlikte Selânik’e giden Gökalp, burada yeni açılan Selânik İttihat ve Terakkî Mekteb-i Sultânîsinde kendi teklif ettiği programa göre 1911’de Türkiye’de ilk defa sosyoloji dersleri vermeye başladı. Sosyolojiyi, bilimsel bir disiplin haline getiren Emile Durkheim’ın görüşlerini tercüme eden, Türkiye’nin koşullarına uyarlayarak yeniden yorumlayan ve bunun yanında özgün görüşleri de olan Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojinin kurucusu kabul edilmektedir. Gökalp, 1914 yılında Durkheim’ın sosyoloji görüşlerini temel alan bir sosyoloji kürsüsü kurmuştur. ZİYA GÖKALP’IN İSTANBUL YILLARI 1912’de İttihat ve Terakki Partisinin genel merkezi İstanbul’a taşınınca Ziya Gökalp da ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Aynı yıl Ergani Madeni’nden milletvekili seçildi. İstanbul’da bulunduğu dönemde Türk Yurdu'nda yazılar neşretti. Burada kaleme aldığı yazıları, 1918 yılında "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adıyla kitaplaştırdı. Edebiyat Fakültesindeki hocalığı esnasında verdiği derslerin notlarını "İlm-i İçtima" adıyla bastırdı. İlk şiir kitabı olan "Kızıl Elma" da yine bu görevi sırasında neşredildi. Ayrıca 1917'de yayın hayatına başlayan İçtimaiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua'nın da kurucuları arasında yer aldı. İSTANBUL'UN İŞGALİ SONRASINDA MALTA’YA SÜRÜLDÜ Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle işgal edilen İstanbul'da bulunan Ziya Gökalp, 30 Ocak 1919 tarihinde tutuklanarak birçok İttihatçı ile birlikte sürgüne gönderildi. 29 Mayıs'tan 18 Eylül 1919 tarihine kadar Limni Adası'nda tutulan Gökalp sonra Malta'ya gönderildi ve 29 Mayıs 1919'dan 30 Nisan 1921'e kadar sürgün hayatı yaşadı. Malta'da Polverista ve Verdala karargâhlarındaki esir kamplarında tutulan usta kalem, buralarda zamanını okuyarak, notlar alarak, şiir, makale, hatıra ve mektup yazarak geçirdi. Sürgünde bulunduğu süre içinde eşi ve kızlarına gönderdiği mektuplar, 1965 yılında "Limni ve Malta Mektupları" adıyla neşredildi.

Doğu Türkistan'ın dünü, bugünü ve yarını Ankara’da konuşuldu Haber

Doğu Türkistan'ın dünü, bugünü ve yarını Ankara’da konuşuldu

Türkiye'nin başkenti Ankara’da “Doğu Türkistan’da Kurulan İki Cumhuriyetin Kuruluş Yıldönümünde Geçmişten Günümüze Doğu Türkistan Sempozyumu” tertip edildi. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümleri çerçevesinde düzenlenen sempozyumda, Doğu Türkistan’ın dünü, bugünü ve geleceği ele alındı. Türk Ocakları Genel Merkezi, Uygur Akademisi Vakfı, Dünya Uygur Kurultayı Vakfı, Uygur Akademisi ve Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı iş birliğiyle düzenlenen sempozyuma siyasiler, akademisyenler, araştırmacılar, STK temsilcileri ve gazeteciler başta olmak üzere çok sayıda Türk dünyası sevdalısı katıldı. Sempozyumun açılış konuşmalarını, Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz, Yeniden Refah Partisi İstanbul Milletvekili Doğan Bekin, Dünya Uygur Kurultayı Başkan Yardımcısı Abdurreşit Abdulhamit, Uygur Akademisi Vakfı Başkanı Abdulhamit Karahan ve Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı Başkan Vekili Prof. Dr. Erkin Emet yaptı. Mehmet Öz, “Doğu Türkistan’ı çok derin bir tarihi var. Türk tarihinin en önemli siyasi teşekküllerinin bulunduğu coğrafyanın bir parçasıdır. Bu coğrafyanın adı Türkistan’dır. Bugün oraları işgal eden Çinlilerin ve Türkiye’deki muhiplerinin iddia ettiğinin aksine burası tarihin en eski zamanlarından beri bir Türk yurdudur. Türklerin vatanıdır. Maalesef Çin egemenliğinin başlamasıyla Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz ve orada ağırlıklı olarak Uygurlar olmak üzere Türk kardeşlerimiz kimliklerindeki iki temel unsur yüzünden maalesef ayrımcılığa, baskılara zulümlere maruz kalmaktadır. Onlar Türk ve Müslümanlar. Bu iki unsur özellikle bugünkü Çin yönetimi tarafından çeşitli dönemlerde onların baskılara maruz kalmasının en önemli sebeplerinden birisidir.” ifadelerini kullandı. Doğu Türkistan’ın stratejik önemi ve Türk dünyasıyla olan bağlantısının öneminin altını çizen Prof. Dr. Öz, özellikle 2017’den sonra Doğu Türkistanlılara karşı Çin rejiminin pek çok katliamlarının olduğunu söyledi. Milletvekili Doğan Bekin ise konuşmasında “1933 ve 1944’te kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ne yazık ki 1949’da yeni Çin hükûmeti tarafından işgal edilmiş ve bu işgalden sonra büyük zulümlere maruz bırakılmışlardır. Bu zulümler 2015’e kadar devam etmiştir. 2015’ten itibaren ise yeni bir evreye girmiş. Ve sistematik bir soykırıma dönüşmüştür.” dedi. Açılış konuşmaları sonrasında sempozyum iki oturum halinde gerçekleşti. Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun başkanlığında gerçekleşen ilk oturumda, Prof. Dr. Saadettin Yağmur Gömec “Tarihselden Bugüne Uygur Türkleri” konusunda, Prof. Dr. Konuralp Ercilasun “Doğu Türkistan Cumhuriyetleri” konusunda ve Prof. Dr. Erkin Emet “Doğu Türkistan Diasporası” konusunda sunum yaptı. Prof. Dr. Mehmet Şahingöz’ün başkanlığını yaptığı ikinci oturumda, Doç. Dr. Erkin Ekrem “Doğu Türkistan Davasının Geleceği”, Prof. Dr. Alimcan İnayet “İki Cumhuriyet Dönemindeki Basın Dili”, Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz ise “Doğu Türkistan İzlenimlerim” konularında sunum gerçekleştirdi.

Türk Ocaklarından Kırım Tatar Sürgünü'nün 80. yıl dönümü hakkında açıklama Haber

Türk Ocaklarından Kırım Tatar Sürgünü'nün 80. yıl dönümü hakkında açıklama

Türk Ocakları, 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı'nın 80. yıl dönümü münasebetiyle resmî sosyal medya hesabı aracılığıyla 17 Mayıs 2024 tarihinde bir paylaşımda bulundu. Sürgün şehitlerinin anıldığı mesajda vatan Kırım'da devam eden Rus işgali kınandı. Kırım Tatar Sürgünü'nde hayatını kaybeden soydaşlarımızı rahmetle anıyor, halihazırda Kırım’da var olan Rus işgalini kınıyoruz. pic.twitter.com/vu9QDGNcsb — Türk Ocakları ???????? (@turkocaklari) May 17, 2024 Türk Ocaklarının 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı kurbanlarını andığı mesajında şu ifadelere yer verildi: "Kırım Tatar Sürgünü'nde hayatını kaybeden soydaşlarımızı rahmetle anıyor, halihazırda Kırım’da var olan Rus işgalini kınıyoruz." ???? 80 yıldır dinmeyen acı: 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgün ve Soykırımı pic.twitter.com/YcZoYflQPH — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) May 16, 2024 18 MAYIS 1944 KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI Sovyet hükûmeti, Stalin’in emriyle 18 Mayıs 1944’te Kırım’daki tüm Kırım Tatarlarını sürgün etti. Sürgün sırasında Kırım Tatar erkeklerin büyük bir çoğunluğu Kızılordu’da Alman Nazi ordusuna karşı savaşıyordu. Çoğunlukla kadınlar, çocuklar, yaşlılar olmak üzere hayvan vagonlarına doldurulan Kırım Tatarları; Türkistan, Urallar ve Sibirya’ya sürgün edildi. Kırım’dan sürgün edilen 420 bini aşkın Kırım Tatarının yüzde 46’sı sürgün yolunda veya gittikleri yerlerde açlık, susuzluk ve hastalık gibi çeşitli sebeplerden dolayı hayatını kaybetti. Sovyet yönetimi, sürgünden sonra Kırım’da, Kırım Tatarlarının varlığına işaret eden her şeyi ortadan kaldırmaya başladı. Adeta bir kültürel soykırım dalgası başladı. Köy, kasaba, ilçe ve şehirler başta olmak üzere Yarımada'daki binden fazla yerleşim yerinin Kırım Tatarca olan adları değiştirildi.  Sovyet yönetimi, Vatan Kırım’ın demografik yapısını değiştirmeyi amaçladı. Ancak Kırım Tatarları, bağrından koparıldıkları o aziz Vatanı, Kırım’ı hiçbir zaman unutmadı. Sürgünlük yollarında, sürgün edildikleri yerlerde vatana dönmek için çaba gösterdi. Nihayet, yıl 1989’u gösterdiğinde Kırım Tatarları, yavaş yavaş ata topraklarına dönmeye başladı. O tarihten itibaren Kırım Tatarları yaşadıkları yokluklara rağmen vatanda kalma mücadelesini sürdürdü. Kırım Tatarları, 1989’un sonuna kadar sürgün yerlerinde zorla tutuluyordu. Anavatan Kırım’a geri dönme teşebbüsleri, hapisle ve yeni sürgünle cezalandırılıyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Kırım Tatarları vatana dönmeye başladı. Ancak yaklaşık 150 bin Kırım Tatarı maddi yetersizlik ve yasal engeller nedeniyle Türkistan'da kaldı. 2015 yılında Ukrayna Parlamentosu, Kırım Tatar Sürgünü’nü soykırım olarak kabul etti ve 18 Mayıs tarihini “Kırım Tatar Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” olarak ilan etti. 2019 yılında Letonya ve Litvanya meclisleri, 2022’de ise Kanada parlamentosunun alt kanadı olan avam kamarası 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü'nü soykırım olarak tanıdı.

Zafer Karatay'dan "Sürgünün 80. Yılında Kırım" başlıklı konferans Haber

Zafer Karatay'dan "Sürgünün 80. Yılında Kırım" başlıklı konferans

Bu sene Kırım Tatar halkının 18 Mayıs 1944'te eli kanlı SSCB lideri Josef Stalin'in emriyle vatan topraklarından sürgün edilişinin 80. yıl dönümü kaydediliyor. Bu kapsamda Türk Ocakları Samsun Şubesi tarafından sürgün konulu anma etkinliği düzenlenecek.  SÜRGÜNÜN 80. YILINDA KIRIM  Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) Türkiye Temsilcisi, Emel Kırım Vakfı Başkanı Zafer Karatay'ın konuşmacı olarak katılacağı etkinlik 11 Mayıs 2024 tarihinde saat 14.00'te icra edilecek. Karatay, "Sürgünün 80. Yılında Kırım" başlıklı konferansını Cerrahi El Aletleri ve Sağlık Müzesi'nde gerçekleştirecek.  18 MAYIS 1944 KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) diktatör lideri Josef Stalin'in emriyle 18 Mayıs 1944 tarihinde gece yarısı binlerce Kırım Tatarı yurtlarından zorla koparıldı. Dönemin Rus askerleri Kırım Tatarlarına 15 dakika süre vererek vatan topraklarını terk etmeleri istendi. O gece çocuk, bebek, kadın, yaşlı, hasta demeden binlerce Kırım Tatarı hayvan vagonlarına bindirildi. Özbekistan, Sibirya ve pek çok yere götürülmek suretiyle yola çıkarılan Kırım Tatarları hayvan vagonlarında ayakta haftalarca yolculuk yaptı. Havasızlık, bulaşıcı hastalık ve olumsuz koşullar nedeniyle binlerce Kırım Tatarı hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden Kırım Tatarlarının naaşları Rus askerler tarafından yol kenarlarına atıldı. O sürgüne gönderilen 420 bin Kırım Tatarının yüzde 46'sı can verdi.  Yıllarca vatana dönüş mücadelesi veren Kırım Tatarları SSCB dağıldıktan sonra vatan topraklarında özgürce yaşasa da 2014 yılında Vladimir Putin yönetimindeki Rusya Federasyonu tarafından işgale uğradı. Kırım Tatar halkı, Akmescit'teki 18 Mayıs anma etkinliklerini bugün Özbekistan Kanada'ya kadar yayıldığı her coğrafyada acıyla yad ediyor.  

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.