Ma'şuk-nâme yıllar sonra yeniden incelendi: Dr. Fecri Yavi eseri QHA'ya anlattı
Ma'şuk-nâme yıllar sonra yeniden incelendi: Dr. Fecri Yavi eseri QHA'ya anlattı
Kazan Tatar halk edebiyatı eserlerinden biri olan Ma'şuk-nâme'yi yeniden ele alan Türkolog, Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Fecri Yavi, Kırım Haber Ajansına değerlendirmelerde bulundu.
Haber Giriş Tarihi: 11.02.2025 10:10
Haber Güncellenme Tarihi: 11.02.2025 11:02
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Yağmur Filiz Şahin/QHA Ankara
Kazan Tatar halk edebiyatının eşsiz örneklerinden biri olan, Bibigölcemal tarafından yazılan Ma’şuk-nâme eseri yeniden ele alındı. Türkolog ve Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Fecri Yavi, “Geçiş Dönemi Kazan Tatar Türkçesiyle Yazılmış Bir Aşk Hikâyesi Ma’şuk-nâme İnceleme/Transkripsiyonlu Metin/Dizin/Tıpkı Basım” başlığıyla eseri, kapsamlı bir şekilde inceledi.
Dr. Öğretim Üyesi Fecri Yavi, eser ile ilgili gerçekleştirdiği çalışmalarını, yazar Bibigölcemal ve kitap hakkındaki merak edilenleri Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi. Bir Türkolog olarak Türkçenin bütün lehçelerinin çalışılmasının son derece elzem olduğunu vurgulayan Yavi, “Türk dilinin bugününü anlayabilmeniz için dilin geçmişine bakmanız gerekir” dedi.
Doktora tezinde “Kıpçak Grubu Türk Lehçelerinde Çekim Eklerinin Kalıplaşması” konusunda çalışma yaptığını aktaran Yavi, Kıpçak grubunda Kazan Tatar Türkçesi üzerine çalışma yapmak istediğini kaydetti. Tatar Türkçesinin köklü, zengin ve eski bir edebiyata sahip olduğunun altını çizen Yavi, eser hakkında kapsamlı bir bilgilendirme yaptı.
YAZIŞMA DİLİ ESERİN DÖNEMİNE İŞARET EDİYOR
Yavi, yazarın kendi aşk hikâyesini anlattığı eserde birçok tarihî lehçenin özelliklerinin yer aldığını ifade etti. 19. yüzyılın sonlarında kaleme alındığı düşünülen aşk konulu eserin içeriğinde mektuplaşmaların ve manilerin yer aldığını belirten Yavi, dönemin yazışma kültüründen de örnekler verdiğini söyledi.
Elde edilen bilgilere göre kitabın 23 nüshası olduğunu belirten Yavi, “Eserin kaydedilen ilk nüshası 1880 yılında, son nüshasının ise 1916 yılında ortaya koyulduğunu tespit ettik. Bu dönem Çağatay Türkçesinden çağdaş Türk lehçelerine geçiş sürecidir. Bu döneme kadar Doğu ve Kuzey Türk Dünyasında Çağatay Türkçesine bağlı yazılı bir edebiyat gelişmişti. 20. yüzyıldan itibaren ise Türk lehçeleri kendi edebiyatlarını oluşturmaya başladı. Tam da bu dönemde yazıldığı için bu eser karışık dilli bir eser olarak karşımıza çıkıyor” yorumunu yaptı.
"O DÖNEM ÇAĞATAY TÜRKÇESİ ORTAK BİR EDEBİYAT DİLİYDİ"
Yavi, nüshalardan birinin 1911 yılında Kazak Türkçesine çevrildiğini vurguladı. Yavi, “Bu bize yalnızca Tatar Türkleri arasında rağbet görmediğini, aynı zamanda diğer Türk lehçelerinde de ilgi duyulduğunu gösteriyor.” diyerek; söz konusu dönemde doğu ve kuzeyde yaşayan Türklerin Çağatay Türkçesine bağlı bir edebiyat dili geliştirdiklerinden bahsetti. Dolayısıyla Tatar Türkçesinde yazılmış olan bir metnin, örneğin Kırgızlar tarafından rahatlıkla anlaşılabildiğinin altını çizdi.
"TÜRK LEHÇELERİ AYNI TOPRAKTA BÜYÜYÜP AYNI GÖKYÜZÜNE YÜKSELİYOR"
Dr. Öğretim Üyesi Yavi, zamanla coğrafî sınırların çizilmesi ve yeni alfabe nedeniyle Türk lehçelerinin edebiyat alanında birbirinden uzak kaldığını ifade etti. Yavi, “Bizim için değişen bir şey yok, çünkü Türk dili zengin ve köklü bir edebiyata sahip. Sadece şartlar ve şekil değişiyor. İnsanlarda Türkçeyi sadece Türkiye Türkçesinden ibaret sayma yönünde yanlış bir düşünce var. Bu durum, bir ağacın sadece bir dalını görmeye benziyor. Halbuki o ağacın bambaşka dalları, rengarenk yaprakları, çiçekleri var. Hepsi aynı toprakta büyüyüp aynı gökyüzüne yükseliyor.” dedi.
Eserin Tahir ile Zühre hikâyesine benzediğini aktaran Yavi, “Okuyucular eseri okurken hiç yabancılık çekmeyecek. Sanki bu eseri yaşamış gibi okuyacaklar. Çünkü bizim içimizden bir eser. Türk lehçelerinin ortak konularından beslenen bir eser.” ifadelerini kullandı.
"ÖZÜMÜZE DÖNELİM"
QHA aracılığıyla okuyuculara ve Türk dünyasına mesaj bırakan Yavi şu ifadelere yer verdi:
İsteyeceğim şey şu: Kendi özümüze dönelim! İçimizde öyle güzel konular ve eserler var ki… Bir Türk dilleri araştırmacısı olarak demeliyim ki, bizim edebiyatımız özenmeye çalıştığımız başka milletlerin edebiyatından çok daha köklü. Bizi besleyebilecek bir edebiyat, bu sofrada hepimize bir yer var. Bu araştırmaların biraz daha okunması lazım. Gölgede kalmış, tanınmayan ancak tanınmaya layık sanatçıların eserlerini ele almamız gerektiğini unutmasınlar.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ma'şuk-nâme yıllar sonra yeniden incelendi: Dr. Fecri Yavi eseri QHA'ya anlattı
Kazan Tatar halk edebiyatı eserlerinden biri olan Ma'şuk-nâme'yi yeniden ele alan Türkolog, Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Fecri Yavi, Kırım Haber Ajansına değerlendirmelerde bulundu.
Yağmur Filiz Şahin/QHA Ankara
Kazan Tatar halk edebiyatının eşsiz örneklerinden biri olan, Bibigölcemal tarafından yazılan Ma’şuk-nâme eseri yeniden ele alındı. Türkolog ve Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Fecri Yavi, “Geçiş Dönemi Kazan Tatar Türkçesiyle Yazılmış Bir Aşk Hikâyesi Ma’şuk-nâme İnceleme/Transkripsiyonlu Metin/Dizin/Tıpkı Basım” başlığıyla eseri, kapsamlı bir şekilde inceledi.
"TÜRK DİLİNİN BUGÜNÜNÜ ANLAYABİLMEMİZ İÇİN DİLİN GEÇMİŞİNE BAKMALI"
Dr. Öğretim Üyesi Fecri Yavi, eser ile ilgili gerçekleştirdiği çalışmalarını, yazar Bibigölcemal ve kitap hakkındaki merak edilenleri Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi. Bir Türkolog olarak Türkçenin bütün lehçelerinin çalışılmasının son derece elzem olduğunu vurgulayan Yavi, “Türk dilinin bugününü anlayabilmeniz için dilin geçmişine bakmanız gerekir” dedi.
Doktora tezinde “Kıpçak Grubu Türk Lehçelerinde Çekim Eklerinin Kalıplaşması” konusunda çalışma yaptığını aktaran Yavi, Kıpçak grubunda Kazan Tatar Türkçesi üzerine çalışma yapmak istediğini kaydetti. Tatar Türkçesinin köklü, zengin ve eski bir edebiyata sahip olduğunun altını çizen Yavi, eser hakkında kapsamlı bir bilgilendirme yaptı.
YAZIŞMA DİLİ ESERİN DÖNEMİNE İŞARET EDİYOR
Yavi, yazarın kendi aşk hikâyesini anlattığı eserde birçok tarihî lehçenin özelliklerinin yer aldığını ifade etti. 19. yüzyılın sonlarında kaleme alındığı düşünülen aşk konulu eserin içeriğinde mektuplaşmaların ve manilerin yer aldığını belirten Yavi, dönemin yazışma kültüründen de örnekler verdiğini söyledi.
Elde edilen bilgilere göre kitabın 23 nüshası olduğunu belirten Yavi, “Eserin kaydedilen ilk nüshası 1880 yılında, son nüshasının ise 1916 yılında ortaya koyulduğunu tespit ettik. Bu dönem Çağatay Türkçesinden çağdaş Türk lehçelerine geçiş sürecidir. Bu döneme kadar Doğu ve Kuzey Türk Dünyasında Çağatay Türkçesine bağlı yazılı bir edebiyat gelişmişti. 20. yüzyıldan itibaren ise Türk lehçeleri kendi edebiyatlarını oluşturmaya başladı. Tam da bu dönemde yazıldığı için bu eser karışık dilli bir eser olarak karşımıza çıkıyor” yorumunu yaptı.
"O DÖNEM ÇAĞATAY TÜRKÇESİ ORTAK BİR EDEBİYAT DİLİYDİ"
Yavi, nüshalardan birinin 1911 yılında Kazak Türkçesine çevrildiğini vurguladı. Yavi, “Bu bize yalnızca Tatar Türkleri arasında rağbet görmediğini, aynı zamanda diğer Türk lehçelerinde de ilgi duyulduğunu gösteriyor.” diyerek; söz konusu dönemde doğu ve kuzeyde yaşayan Türklerin Çağatay Türkçesine bağlı bir edebiyat dili geliştirdiklerinden bahsetti. Dolayısıyla Tatar Türkçesinde yazılmış olan bir metnin, örneğin Kırgızlar tarafından rahatlıkla anlaşılabildiğinin altını çizdi.
"TÜRK LEHÇELERİ AYNI TOPRAKTA BÜYÜYÜP AYNI GÖKYÜZÜNE YÜKSELİYOR"
Dr. Öğretim Üyesi Yavi, zamanla coğrafî sınırların çizilmesi ve yeni alfabe nedeniyle Türk lehçelerinin edebiyat alanında birbirinden uzak kaldığını ifade etti. Yavi, “Bizim için değişen bir şey yok, çünkü Türk dili zengin ve köklü bir edebiyata sahip. Sadece şartlar ve şekil değişiyor. İnsanlarda Türkçeyi sadece Türkiye Türkçesinden ibaret sayma yönünde yanlış bir düşünce var. Bu durum, bir ağacın sadece bir dalını görmeye benziyor. Halbuki o ağacın bambaşka dalları, rengarenk yaprakları, çiçekleri var. Hepsi aynı toprakta büyüyüp aynı gökyüzüne yükseliyor.” dedi.
Eserin Tahir ile Zühre hikâyesine benzediğini aktaran Yavi, “Okuyucular eseri okurken hiç yabancılık çekmeyecek. Sanki bu eseri yaşamış gibi okuyacaklar. Çünkü bizim içimizden bir eser. Türk lehçelerinin ortak konularından beslenen bir eser.” ifadelerini kullandı.
"ÖZÜMÜZE DÖNELİM"
QHA aracılığıyla okuyuculara ve Türk dünyasına mesaj bırakan Yavi şu ifadelere yer verdi:
Paradigma Akademi Yayınları tarafından basılan Ma’şuk-nâme satışta.
Son Haberler