Halkların dostluğu mu, kültürel dayatma mı? Resmî bayramların arkasındaki sessiz gerçekler
Yazının Giriş Tarihi: 07.11.2025 17:36
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.11.2025 12:17
Rusya’da 2005 yılından itibaren her yıl 4 Kasım’da kutlanan "Ulusal Birlik Günü", resmî söylemlerde “halkların dostluğu”, “toplumsal dayanışma” ve “ülkenin birliği”ni temsil eden bir gün olarak anlatılır. Fakat bu bayramın derinlerinde, tarihî gerçeklerden çok, günümüz siyasetinin şekillendirdiği ideolojik bir anlatı vardır. Çünkü bu “birlik” anlayışı, farklı halkların gönüllü dayanışmasına değil; Rus kültürünün, dilinin ve Hristiyan-Ortodoks kimliğinin tüm topluma hâkim kılınmasına dayalıdır.
BİR TARİH UYDURMAK: 1612’DEN 2005’E UZANAN YOL
Ulusal Birlik Günü’nün kökeni, 1612 yılında Moskova’nın Polonya-Litvanya işgalinden kurtarılması olayına dayanır. O dönem, Rusya tarihinde “Çalkantılı Zamanlar” olarak bilinen, iç savaşların ve taht kavgalarının yaşandığı bir dönemdi. Halkın ayaklanmasıyla Moskova kurtarılmış, devlet yeniden toparlanmıştır. Ancak o olay, yalnızca Rusların kendi içindeki bir direnişi temsil eder; yani bugünkü anlamda “çok uluslu bir birlik” değil, etnik olarak Rus kimliğinin güçlenmesiyle ilgilidir. Tam da bu nedenle, 2005 yılında bu tarih yeniden resmî tatil ilan edildiğinde, asıl amaç bir tarihsel olayı anmak değil; Sovyet sonrası dönemde yeni bir ulusal kimlik inşa etmekti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra oluşan kimlik boşluğunu doldurmak için, geçmişe dönük semboller yeniden keşfedildi. “Ulusal Birlik Günü” de bunlardan biridir. Bu değişiklik, aynı zamanda 7 Kasım Ekim Devrimi Günü’nün takvimden çıkarılması anlamına da geliyordu. 7 Kasım, uzun yıllar boyunca işçi sınıfının dayanışma ve eşitlik bayramı olarak kutlanmıştır. Onun yerine 4 Kasım’ın getirilmesi yalnızca bir tarih değişikliği değil; bir dünya görüşünün değişimidir. “Sınıfsal dayanışma” fikrinin yerini “devlete sadakat” ve “ulusal birlik” kavramları almış, halkın özne olduğu bir bayram, devletin ve kilisenin merkezde olduğu bir kutlamaya dönüşmüştür.
190’DAN FAZLA MİLLET, TEK KİMLİK BASKISI
Bugün Rusya sınırları içinde 190’dan fazla millet yaşamaktadır. Bu milletler, Tatar’dan Buryat’a, Çeçen’den Yakut’a kadar geniş bir kültürel yelpazeyi oluşturmaktadır. Farklı diller, dinler ve gelenekler bu coğrafyanın gerçek zenginliğidir. Fakat “birlik” adı altında yapılan kutlamalar, bu çeşitliliği yüceltmek yerine, tek merkezli bir kimlik anlayışını güçlendiriyor. Devletin “halklar dostluğu” sloganı, ilk bakışta kapsayıcı görünse de, uygulamada çoğu zaman asimilasyon politikalarının örtüsüne dönüşüyor. Dil yasaları, eğitim müfredatları ve kültürel temsil alanlarında Rus dili ve kültürü belirleyici konuma getirilirken, yerel kimlikler giderek görünmez hâle geliyor.
Rusya’da asimilasyon siyaseti yeni değildir; kökleri yüzyıllar öncesine uzanır. Çarlık Rusyası döneminde, Müslüman ve yerli halkları “Hıristiyanlaştırma” yoluyla Ruslaştırma politikaları yürütülmüştür. Sovyetler Birliği döneminde ise bu yöntem biçim değiştirmiş, ideolojik temelde “tek dilli, tek tip Sovyet insanı” yaratma hedefi öne çıkmıştır. Günümüzde de aynı süreç farklı araçlarla sürmektedir: Çıkarılan yasalar, eğitim politikaları ve kültürel kısıtlamalar yoluyla toplum sistemli biçimde Ruslaştırılmaya devam edilmektedir. Bu durum, özellikle yerli halklar ve Müslüman topluluklar açısından ciddi bir kültürel baskı anlamına geliyor. “Birlik” adına yürütülen bu süreçte, farklı kimliklerin korunması değil, tek tip bir vatandaşlık bilinci inşa edilmeye çalışılıyor.
BİRLİK Mİ, BENZEŞTİRME Mİ?
2006 yılında Türkiye’den Tataristan’a geldiğimde beni en çok şaşırtan şeylerden biri, 1552 yılında Kazan Hanlığı’nın işgali sırasında “şehit düşen askerler” için yapılan anıttı. Eskiden Kazan Nehri’nin ortasında bir adada yer alan bu anıta sonradan bir köprü yapılmıştı. Üniversitedeki hocama, “Bu köprü neden yapıldı?” diye sorduğumda, hocam gülümseyerek sadece şu cevabı verdi: “Artık bizde halklar dostluğu.” O anda anladım ki, bu köprü yalnızca bir adaya değil, tarihin üzerini örten bir sembole uzanıyordu. Gerçek dostluk, farklılıkların bastırılmasıyla değil, onların yaşamasına alan tanımakla mümkündür. Bugünkü resmî anlayış ise farklı sesleri aynı kalıba sokmaya çalışıyor. “Birlik” kavramı, tıpkı bir propaganda dili gibi, çeşitliliği tehlike olarak gören bir zihniyetin süsü hâline getiriliyor.
GERÇEK BİRLİK NEYE BENZER?
Gerçek birlik, halkların kendi kimlikleriyle onurlu biçimde yaşayabildiği bir düzende mümkündür. Bir dilin, bir dinin ya da bir kültürün diğerlerine üstün kılınmadığı, karşılıklı saygının esas olduğu bir anlayışta dostluk doğar. Bugün “Ulusal Birlik Günü”nün kutlanması yerine, belki de şu sorunun sorulması gerekir: Bu birlik kimin birliği? Kültürel çeşitliliğin korunduğu, halkların eşit haklara sahip olduğu bir Rusya mı; yoksa tek kimlikli, tek inançlı bir devlet mi? Cevap, tarihin değil, bugünün vicdanında gizli; ama Kremlin’in inşa ettiği duvarlar, bu vicdanın sesini susturuyor. Özgürlük olmadan birlikten, baskı altında dostluktan söz etmek sadece bir masaldır.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Roza Kurban
Halkların dostluğu mu, kültürel dayatma mı? Resmî bayramların arkasındaki sessiz gerçekler
Rusya’da 2005 yılından itibaren her yıl 4 Kasım’da kutlanan "Ulusal Birlik Günü", resmî söylemlerde “halkların dostluğu”, “toplumsal dayanışma” ve “ülkenin birliği”ni temsil eden bir gün olarak anlatılır. Fakat bu bayramın derinlerinde, tarihî gerçeklerden çok, günümüz siyasetinin şekillendirdiği ideolojik bir anlatı vardır. Çünkü bu “birlik” anlayışı, farklı halkların gönüllü dayanışmasına değil; Rus kültürünün, dilinin ve Hristiyan-Ortodoks kimliğinin tüm topluma hâkim kılınmasına dayalıdır.
BİR TARİH UYDURMAK: 1612’DEN 2005’E UZANAN YOL
Ulusal Birlik Günü’nün kökeni, 1612 yılında Moskova’nın Polonya-Litvanya işgalinden kurtarılması olayına dayanır. O dönem, Rusya tarihinde “Çalkantılı Zamanlar” olarak bilinen, iç savaşların ve taht kavgalarının yaşandığı bir dönemdi. Halkın ayaklanmasıyla Moskova kurtarılmış, devlet yeniden toparlanmıştır. Ancak o olay, yalnızca Rusların kendi içindeki bir direnişi temsil eder; yani bugünkü anlamda “çok uluslu bir birlik” değil, etnik olarak Rus kimliğinin güçlenmesiyle ilgilidir. Tam da bu nedenle, 2005 yılında bu tarih yeniden resmî tatil ilan edildiğinde, asıl amaç bir tarihsel olayı anmak değil; Sovyet sonrası dönemde yeni bir ulusal kimlik inşa etmekti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra oluşan kimlik boşluğunu doldurmak için, geçmişe dönük semboller yeniden keşfedildi. “Ulusal Birlik Günü” de bunlardan biridir. Bu değişiklik, aynı zamanda 7 Kasım Ekim Devrimi Günü’nün takvimden çıkarılması anlamına da geliyordu. 7 Kasım, uzun yıllar boyunca işçi sınıfının dayanışma ve eşitlik bayramı olarak kutlanmıştır. Onun yerine 4 Kasım’ın getirilmesi yalnızca bir tarih değişikliği değil; bir dünya görüşünün değişimidir. “Sınıfsal dayanışma” fikrinin yerini “devlete sadakat” ve “ulusal birlik” kavramları almış, halkın özne olduğu bir bayram, devletin ve kilisenin merkezde olduğu bir kutlamaya dönüşmüştür.
190’DAN FAZLA MİLLET, TEK KİMLİK BASKISI
Bugün Rusya sınırları içinde 190’dan fazla millet yaşamaktadır. Bu milletler, Tatar’dan Buryat’a, Çeçen’den Yakut’a kadar geniş bir kültürel yelpazeyi oluşturmaktadır. Farklı diller, dinler ve gelenekler bu coğrafyanın gerçek zenginliğidir. Fakat “birlik” adı altında yapılan kutlamalar, bu çeşitliliği yüceltmek yerine, tek merkezli bir kimlik anlayışını güçlendiriyor. Devletin “halklar dostluğu” sloganı, ilk bakışta kapsayıcı görünse de, uygulamada çoğu zaman asimilasyon politikalarının örtüsüne dönüşüyor. Dil yasaları, eğitim müfredatları ve kültürel temsil alanlarında Rus dili ve kültürü belirleyici konuma getirilirken, yerel kimlikler giderek görünmez hâle geliyor.
Rusya’da asimilasyon siyaseti yeni değildir; kökleri yüzyıllar öncesine uzanır. Çarlık Rusyası döneminde, Müslüman ve yerli halkları “Hıristiyanlaştırma” yoluyla Ruslaştırma politikaları yürütülmüştür. Sovyetler Birliği döneminde ise bu yöntem biçim değiştirmiş, ideolojik temelde “tek dilli, tek tip Sovyet insanı” yaratma hedefi öne çıkmıştır. Günümüzde de aynı süreç farklı araçlarla sürmektedir: Çıkarılan yasalar, eğitim politikaları ve kültürel kısıtlamalar yoluyla toplum sistemli biçimde Ruslaştırılmaya devam edilmektedir. Bu durum, özellikle yerli halklar ve Müslüman topluluklar açısından ciddi bir kültürel baskı anlamına geliyor. “Birlik” adına yürütülen bu süreçte, farklı kimliklerin korunması değil, tek tip bir vatandaşlık bilinci inşa edilmeye çalışılıyor.
BİRLİK Mİ, BENZEŞTİRME Mİ?
2006 yılında Türkiye’den Tataristan’a geldiğimde beni en çok şaşırtan şeylerden biri, 1552 yılında Kazan Hanlığı’nın işgali sırasında “şehit düşen askerler” için yapılan anıttı. Eskiden Kazan Nehri’nin ortasında bir adada yer alan bu anıta sonradan bir köprü yapılmıştı. Üniversitedeki hocama, “Bu köprü neden yapıldı?” diye sorduğumda, hocam gülümseyerek sadece şu cevabı verdi: “Artık bizde halklar dostluğu.” O anda anladım ki, bu köprü yalnızca bir adaya değil, tarihin üzerini örten bir sembole uzanıyordu. Gerçek dostluk, farklılıkların bastırılmasıyla değil, onların yaşamasına alan tanımakla mümkündür. Bugünkü resmî anlayış ise farklı sesleri aynı kalıba sokmaya çalışıyor. “Birlik” kavramı, tıpkı bir propaganda dili gibi, çeşitliliği tehlike olarak gören bir zihniyetin süsü hâline getiriliyor.
GERÇEK BİRLİK NEYE BENZER?
Gerçek birlik, halkların kendi kimlikleriyle onurlu biçimde yaşayabildiği bir düzende mümkündür. Bir dilin, bir dinin ya da bir kültürün diğerlerine üstün kılınmadığı, karşılıklı saygının esas olduğu bir anlayışta dostluk doğar. Bugün “Ulusal Birlik Günü”nün kutlanması yerine, belki de şu sorunun sorulması gerekir: Bu birlik kimin birliği? Kültürel çeşitliliğin korunduğu, halkların eşit haklara sahip olduğu bir Rusya mı; yoksa tek kimlikli, tek inançlı bir devlet mi? Cevap, tarihin değil, bugünün vicdanında gizli; ama Kremlin’in inşa ettiği duvarlar, bu vicdanın sesini susturuyor. Özgürlük olmadan birlikten, baskı altında dostluktan söz etmek sadece bir masaldır.