SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Sempozyum

QHA - Kırım Haber Ajansı - Sempozyum haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sempozyum haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

TBMM’de ceditçilik hareketi ele alındı: Kapsamlı sempozyumun açılış töreni bugün yapıldı Haber

TBMM’de ceditçilik hareketi ele alındı: Kapsamlı sempozyumun açılış töreni bugün yapıldı

Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) 22-23 Mayıs 2025 tarihleri arasında icra edilecek olan “Türk Devletleri Yüzyılında Ceditçiliğin Ufukları” başlıklı sempozyumun açılışı bugün gerçekleştirildi. PPROGRAM SAYGI DURUŞU VE İSTİKLÂL MARŞI İLE BAŞLADI TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un himayelerinde, Üsküdar Üniversitesi ile iş birliğiyle düzenlenen sempozyum, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman şehitlerin ruhuna 1 dakikalık saygı duruşu ve akabinde İstiklâl Marşı'nın okunması ile başladı. Saat 12.00’de TBMM Tören Salonu’nda başlayan açılışta; Üsküdar Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü, Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Havva Kök Arslan, Özbekistan Ulusal Kitle İletişim Araçlarını Destekleme ve Geliştirme Kamu Fonu Mütevelli Heyeti Başkanı Akramjon Fazilov, Michigan Eyalet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Timur Kocaoğlu ve TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş konuşma yaptı. "CEDİTÇİLİK HAREKETİ KİMLİK İNŞASI SÜRECİNDE ÖNEM ARZ ETMİŞTİR" Açılış konuşmaları kapsamında Prof. Dr. Arslan, ceditçiliğin önemine değindiği konuşmasında, bugün gerçekleştirilen sempozyumun yalnızca akademik bir toplantı olmadığını entelektüel ve sosyo-politik bağlamda yeniden değerlendirmek üzere toplandıklarını ifade etti. Arslan, “Türk dünyasının yakın tarihinde bir uyanış hareketi olarak öne çıkan ceditçiliğin gelenek ve modernlik arasında nasıl kültür köprüsü oluşturabileceğini tartışmaya açmaktır. Bu toplantı, geçmişi anlama çabası ötesinde günümüzün karmaşık sorunlarına entelektüel bir çözüm arayışı ve ortak bir gelecek inşa etme iradesi taşımaktadır. Ceditçilik hepimizin bildiği gibi 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış, kriz dönemlerindeki Türk toplumlarında bir aydınlanma ve kimlik inşası süreci olagelmiştir.” değerlendirmesinde bulundu. Protokol konuşmaları Akramjon Fazilov’un konuşmasıyla devam etti. Katılımcıları, milletvekilerini ve Meclis Başkanı'nı Türkçe selamlayan Fazilov konuşmasına İngilizce devam etti. "CEDİT HAREKETİ ULUSAL KİMLİĞİMİZİN GELİŞTİRİLMESİNDE ÖNEMLİ BİR KAYNAK OLMAYA DEVAM ETMEKTE" Fazilov, sempozyumun cedit tarihi anlayışını derinleştirmeye ve cedit fikirlerinin devamlılığını değerlendirme açısından önemli olduğunu belirttiği konuşmasında şunları söyledi: “Neden bir asırdan fazla bir süre sonra Ceditçiliği yeniden gözden geçirmeye devam ediyoruz? Ceditçiler tarafından savunulan vizyoner ilkeler neden bugün de son derece geçerli ve yankı uyandırıcı? Öncelikle, sağlam ve dirençli bir millî kimlik olmadan gerçek bir bağımsızlığın mümkün olamayacağı açıktır. Tarihsel olarak Ceditler, Türkistan milleti, milli tarih ve milli dil kavramlarını ilk kez ortaya atarak bölgemizde milli devletin temellerini atmışlardır. Sonuç olarak, Cedit mirası çağdaş ulusal kimliğimizin geliştirilmesinde önemli bir kaynak olmaya devam etmektedir.” "CEDİTÇİLİK BİR UYANIŞ HAREKETİDİR" Prof. Dr. Kocaoğlu ise ceditçilik ile alakalı bir sempozyumun Meclis çatısı altında yapılmasının devlet düzeyindeki öneminin işareti olduğunu vurguladı. Ceditçiliğin bir uyanış hareketi olduğunu ifade eden Kocaoğlu, ceditçi yazar ve şairlerin “Uyan/Uyanış” kitapları olduğunu aktardı. Kocaoğlu, “Uyan sözü önemliydi. Çünkü karanlıktan aydınlığa, ezilmekten söz sahibi olmaya ve bu dünyada yer edinmeye, bilimi, her şeyi sağlamaya, en önemlisi Kutadgu Bilig’ten gelmiş olan bizim geleneksel cemiyette adalet duygusunu ortaya çıkarmasında ceditçilik hareketinde baş aktör olarak rol almıştır.” değerlendirmesinde bulundu. Eli kanlı Stalin döneminde 1929-1940 yılları arasında binlerce ceditçinin şehit edildiğini anımsatan Kocaoğlu, bu fikrin ölmediğini, hâlâ yaşatıldığını belirtti. Kırım Tatar aydını İsmail Bey Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarının bugün güncel olduğunu ifade eden Kocaoğlu, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) bünyesinde ortak çalışmaların yapıldığını da söyleyerek, Türk dünyasının ilerlemeye ihtiyacı olduğunu belirtti. Ardından TBMM Başkanı Kurtulmuş kürsü konuşması gerçekleştirdi. Kurtulmuş, toplantının zaman ve içerik bakımından son derece önemli olduğunun altını çizdi. "TÜRK DÜNYASI SADECE SİYASİ BAĞIMSIZLIĞINI DEĞİL, MEDENİYET DEĞERLERİNİ TANIDI" Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla Türk dünyasının kimliğine kavuştuğunu belirten Kurtulmuş, “Sadece siyasi bağımsızlık değil, arkasından ekonomik bağımsızlık sürecine girmiş ve kendi milli kimliklerini de sahip oldukları medeniyet değerleri üzerinden tanımlamaya başlamıştır. Bunu Özbekistan'da, Kazakistan’da, Azerbaycan'da ve diğer bütün Türk ülkelerinde görüyoruz.” şeklinde konuştu. Kocaoğlu’nun ifadesine işaret eden Kurtulmuş, ceditçilik hareketinin “uyan” mesajı olduğunu yineledi. Kurtulmuş, söz konusu fikrin aynı zamanda yeni bir anlayışla ortaya çıkma mesajı olduğunu da sözlerine ekledi. KURTULMUŞ SEMPOZYUMUN HER SENE BAŞKA ÜLKELERDE TERTİP EDİLMESİNİ ÖNERDİ Kurtulmuş bundan sonraki süreçte bahsi geçen sempozyumun her sene bir başka Türk dünyası ülkesinde tertip edilmesi için öneride bulundu. Ceditçilik hareketinin mutlak bir siyasi ufka sahip olduğunun altını çizen Kurtulmuş, “Şiir yazan bile sadece şiir olsun diye değil bir siyasi ufkun argümanı olsun diye kaleme almıştır.” değerlendirmesinde bulundu. "DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİĞİ SAĞLAYALIM" Öte yandan Kurtulmuş sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk dünyası yeni bir dönemin başlangıcındadır. Çift kutuplu dünyanın artık tarihe karıştığı tek kutuplu dünya da Amerika'nın Afganistan'dan çekilmesiyle birlikte tarihe karıştı. Yeni bir dönemin tam başındayız. Bu dönem çok kıymetli bir dönemdir. Çok merkezli, çok kültürlü bir dönemdir. Tam da bu döneme denk gelen önemli bir gelişmenin Türk dünyasının önüne serildiğini de gerçekten takdirle karşılıyoruz. Orta Asya'dan Kafkasya’ya Türkiye'ye ve Avrupa'ya kadar yaklaşık üç yüz milyonluk bir Türk dünyası tek tek bağımsızlıklarını kazanarak, kendi milli kimliği üzerinde ayağa kalkmışlardır. Bunun önemli bir tarihi başlangıç olduğunun altını çizmek isterim. İnşallah dilde, fikirde, işte birliği sağlayalım. Saflarımızı sıklaştırarak, kendi köklerimizle yeniden çalışarak ve köklerimiz üzerinde ürettiklerimizi bütün insanlığın ortak değeri haline dönüştürerek bu dönemde ortaya çıkan bu büyük imkândan istifade edelim.” Konuşmaların ardından katılımcılarla birlikte hatıra fotoğrafı çekildi. SEMPOZYUM İKİ GÜN BOYUNCA DEVAM EDECEK Açılış töreni sona erdikten “Çok Merkezli Dünyada Türk Devletleri” başlıklı ilk oturum başladı. İki gün boyunca sürecek olan sempozyum kapsamında ceditçilik hareketinin farklı yönleri ele alınacak.

Ankara’da Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz Sempozyumu düzenlendi Haber

Ankara’da Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz Sempozyumu düzenlendi

Gençlik ve Spor Bakanlığının desteği, ASBÜ Küresel Politika Topluluğunun organizasyonuyla 10 Mayıs 2025 tarihinde “Rusya-Ukrayna Savaşı: "Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum Ankara'da düzenlendi. Ankara’daki Yunus Emre Kültür Merkezi’nde saat 10.00’da başlayan sempozyumun açılış konuşması ASBÜ Küresel Politika Topluluğu (SSUA) Başkanı Huzeyfe Soylu tarafından yapıldı. Soylu konuşmasında, sempozyumun amacının Ukrayna-Rusya Savaşı’nı sadece askerî ve siyasi yönleriyle değil, aynı zamanda insani, hukuki ve tarihsel boyutlarıyla ele alabilmek olduğunu söyledi. Soylu cümlelerine, “Bu savaş; uluslararası hukuk, egemenlik, mülteci hakları, enerji güvenliği ve bölgesel dengeler gibi pek çok alanda etkilerini hissettiren, sınırların ötesine taşan bir krizdir.” şeklinde devam etti. 1944 KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI’NA VURGU Soylu konuşmasında 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı’nın 81. yıl dönümünü anarak, “Ayrıca bugünkü sempozyumun tarihsel bir duyarlılık açısından da anlamlı bir zamana denk geldiğini vurgulamak isterim. Önümüzdeki hafta 18 Mayıs Kırım Tatar halkının 1944 yılında Sovyetler Birliği tarafından anavatanlarından zorla sürgün edilişinin yıl dönümü. Bu vesileyle sürgün sırasında hayatını kaybeden tüm soydaşlarımızı rahmetle anıyoruz.” ifadelerini kullandı. RUSYA’NIN SÖZDE GEREKÇELERİ Sempozyumun ilk oturumunun moderasyonu ASBÜ Arş. Gör. Dr. Ömer Naim Küçük tarafından gerçekleştirildi. 1. oturumda; ASBÜ Öğr. Üyesi Doç. Dr. Resul Yalçın "Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Siyasî Altyapısı" isimli bildirisini sundu. Yalçın sunumunda, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yalnızca bir askerî kriz değil, aynı zamanda çok boyutlu bir siyasi altyapıya dayandığını belirtti.  Yalçın, “Bu çatışmanın temelinde yalnızca Ukrayna’nın NATO’ya üyelik arzusu değil; aynı zamanda Rusya’nın süper güç imajı, Kırım meselesi, Rus diasporası ve Ukrayna’daki aile bağları gibi dinamikler de bulunuyor.” ifadelerini kullandı.  Kırım’ın 2024 yılında Rusya tarafından yasa dışı olarak işgal edilmesine atıf yapan Yalçın, “Putin bu süreçte Batı destekli gösterilerin ardından etnik Rusların tehdit altında kaldığını ileri sürdü.” şeklinde konuştu. “BU SAVAŞ KÜRESEL BİR SAVAŞTIR” Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Öğr. Üyesi Prof. Dr. Oktay Fırat Tanrısever “Ukrayna-Rusya Savaşı'nın Bölgesel ve Küresel Enerji Jeopolitiği Üzerindeki Etkileri" başlıklı tebliğini sundu. Tanrısever, savaşın yalnızca iki ülke arasında yaşanan bir çatışma olmadığını, etkilerinin sınırları aşarak tüm dünyayı etkilediğini vurguladı. Bu bağlamda Tanrısever, “Bu savaş, dünya tarihini önce ve sonra olarak ikiye ayırabileceğimiz bir olaydır. Küresel dengeleri etkileyen bir krizle karşı karşıyayız.” dedi. Ayrıca savaşın yalnızca Rusya ve Ukrayna arasında değil, aynı zamanda Avrupa’dan Türkistan coğrafyasına kadar birçok ülkeyi ilgilendiren jeopolitik bir mesele olduğuna dikkat çekti. Kırım Tatarlarının bu süreçteki mağduriyetine de değinen Tanrısever, “Kırım’ın yerli halkı olan Tatarlar, hem Sovyetler döneminde hem de sonrasında büyük acılar yaşadı.” dedi. Türkiye’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklediğini vurgulayan Tanrısever, “Bir ülkenin işgal edilmesi kabul edilemez. Bu, sadece Ukrayna için değil, tüm bölge için endişe verici. Çünkü Rusya’nın bu şekilde güç kazanması, eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerde tedirginliğe yol açıyor.” diye konuştu. “ENERJİ SEKTÖRÜ ÇOK KIRILGAN BİR SEKTÖR” Savaşın enerji politikaları üzerindeki etkilerine de dikkat çeken Tanrısever, Rusya’nın artık Avrupa için güvenilir bir enerji tedarikçisi olmadığını, bu durumun enerji güvenliği tartışmalarını hızlandırdığını ifade etti. “Enerji çok kırılgan bir sektör. En küçük kriz bile büyük sarsıntılara yol açabiliyor. Ukrayna Savaşı’yla birlikte Avrupa, Rusya’dan enerji almaktan vazgeçti. Rusya ise bu açığı Çin gibi pazarlara yönelerek kapatmaya çalıştı.” değerlendirmesini yaptı. Tanrısever, enerji güvenliğinin çok daha önce, 2004 Turuncu Devrimi’nden sonra Avrupa’nın gündemine girdiğini, 2006 yılında NATO’nun ilk kez enerji güvenliği doktrini yayımladığını hatırlattı. Bu süreçte Rusya’nın dost olmayan ve riskli bir tedarikçi olarak sınıflandırıldığını belirten Tanrısever, “Rusya’nın askerî gücünü kullanması, sadece komşularını değil, Avrupa’nın tamamını tedirgin etti. Enerji de bu tedirginliğin doğrudan etkilendiği alanlardan biri oldu.” dedi. “SAVAŞIN BİTMESİNE ODAKLANMALIYIZ” Savaşın çıkış sürecine ilişkin belirsizliklerin ve tarihi arka planın da iyi analiz edilmesi gerektiğini vurgulayan Tanrısever, “Bazı olayların hâlâ perde arkası karanlık. Bu savaşın engellenip engellenemeyeceği konusu tarihçilerin ilgi alanına giriyor ama bizim odaklanmamız gereken, bu savaşın nasıl sonlandırılabileceği ve etkilerinin nasıl kontrol altına alınabileceğidir.” ifadelerini kullandı. 1944’TEN 2022’YE KIRIM TATARLARI 2. oturumda; ASBÜ Dr. Öğr. Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu "1944 Sürgünü'nden Rusya-Ukrayna Savaşı'na Kırım ve Kırım Tatarları" isimli bildirisini sundu. Bezikoğlu sunumunun başında, kuzeyde devam eden savaşın sadece jeopolitik düzlemde değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve tarihsel katmanlarda da Türkiye’yi doğrudan etkilediğini vurguladı. “Göçten ekonomiye, Karadeniz’deki mayın tehdidinden askerî söylentilere kadar pek çok açıdan bu savaşın içindeyiz.” diyen Bezikoğlu, Ukrayna’daki gelişmelerin Türk kamuoyunda daha fazla karşılık bulması gerektiğini ifade etti. Bezikoğlu, kendi ailesinin hikâyesini de anlatarak sürgün ve göç olgusunun Kırım Tatarları için çok önceden başladığını belirtti. Bezikoğlu, “Ben yüzde 100 Kırım Tatarıyım. 1783’teki Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası Kırım Hanlığı önce on yıl kadar bağımsız kaldı, ardından Rusya tarafından işgal edildi. Bu tarihten itibaren Kırım Tatarları Müslüman bir halk olarak Hristiyan bir çarın yönetiminde yaşamaya zorlandı. Orduya alınmak, domuz eti yemek gibi dinî inançlarına aykırı uygulamalara maruz kaldılar. Mallarına el konuldu, toprakları Rus asilzadelerine dağıtıldı. Halk köle, hizmetçi, ırgat konumuna düşürüldü.” ifadelerini kullandı. Kırım Savaşı’ndan sonra 300 bin Kırım Tatarının Kırım’ı terk ettiğini belirten Bezikoğlu, “Gemi ve arabalarla Osmanlı topraklarına göç ettiler. Bazı gemiciler para toplayıp insanları Karadeniz’in ortasında bırakıyordu. Bu yaşananlar bugün televizyonda izlediğimiz manzaralardan farklı değildi. Osmanlı bu göçmenler için ‘Ak Topraklar’ dediğimiz bölgelere iskân sağladı. Ak, eski Türkçede hem ‘güney’ hem de ‘hak’ anlamına gelir. Bir kısmı Anadolu’ya, bir kısmı ise o dönem boş olan Romanya’nın Dobruca bölgesine yerleşti. Benim atalarım da Dobruca’ya yerleşti. Anneannem 2. Dünya Savaşı’nda, 17 yaşındayken Köstence’den Eskişehir’e göç etti.” dedi. SÜRGÜN SÜRECİ 1944’TE BAŞLAMADI Ayrıca Bezikoğlu, “Kırım Tatarlarının sürgün süreci 1944’te başlamadı, daha öncesi var. 2. Katerina döneminde Kırım bir ‘emlak’ gibi görülüyordu. Filistin’in Netanyahu için taşıdığı anlam neyse, Kırım da Rusya için o anlamı taşıyordu. Orayı ‘medeniyetin tacındaki inci’ olarak görüyorlardı. Rus edebiyatında da bu bakış açısını görürüz. Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi şiirinde Hansaray’ın boş odalarından bahseder. O odalar neden boş, hiç sorulmaz. Çünkü oradaki Müslüman halk yok sayılır.” şeklinde konuştu. Kırım’ın stratejik ve kültürel önemine de değinen Bezikoğlu, "Kırım, sadece askerî değil, kültürel olarak da büyük bir öneme sahiptir. Osmanlı döneminde, Kırım, İslam kültürünün önemli merkezlerinden biri olmuştur. Ancak Rusya, bölgeyi ele geçirdikten sonra bu kültürel mirası yok etmeye çalıştı." diye konuştu. İSMAİL BEY GASPIRALI 1880'lerde İsmail Bey Gaspıralı'nın ortaya çıktığını belirten Bezikoğlu, Gaspıralı'nın "Göç etmeyelim, kalalım ve mücadelemizi verelim" diyerek önemli bir duruş sergilediğini ifade etti. Bezikoğlu, Gaspıralı'nın, Rusya'dan hakları talep etmeyi önerdiğini ve bunun için Müslüman Partisinin kurulması gerektiğini vurguladığını söyledi. Hatta, Rusya'nın izin vermemesi durumunda, Volga Nehri üzerinde yapılan bir kongreyi örnek göstererek, "Müslüman İttifakı" için de bu şekilde hareket ettiklerini belirtti. Bezikoğlu, Gaspıralı'nın Tercüman gazetesinin Türkçe ve Rusça olarak yayımlandığını ve bu gazetenin, dönemin en etkili kültürel araçlarından biri haline geldiğini aktardı. Ayrıca, Gaspıralı'nın dilde birlik çağrısının, bugün Türk Devletleri Teşkilatının (TDT) hedefleriyle örtüştüğüne dikkat çekti. “1944’ÜN ETKİSİ HÂLÂ SÜRÜYOR” Bezikoğlu, Sovyetler Birliği'nin 9 Mayıs'ta Nazi Almanyası'nı mağlup ettikten sonra, Kırım Tatarlarını vatanlarından sürerek büyük bir soykırıma uğrattığını söyledi. Stalin'in, Sovyetler Birliği'nde Türkçe konuşan toplulukları hedef alarak Karaçaylar, Çeçenler, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri'ni sürgün ettiğini ve bu olayın, Türk dünyasında büyük bir trajediye yol açtığını ifade etti.  Bezikoğlu, 1944 yılında yaşanan Kırım Tatarlar Sürgünü ve Soykırımı’nı “trajik bir kolektif hafıza” olarak nitelendirdi. Sovyetler Birliği’nin, bir gecede subtropikal iklime sahip Kırım’dan Orta Asya'nın zorlu coğrafyalarına, insanların iş ve yaşam koşullarını tamamen altüst edecek şekilde bir sürgün gerçekleştirdiğini belirten Bezikoğlu, bu travmanın etkilerinin hâlen sürdüğünü ifade etti. Sürgün sırasında cephede savaşan askerlerin geri döndüklerinde ailelerini bulamamalarının yarattığı yıkıma dikkat çeken Bezikoğlu, "Sovyetler Birliği için savaşmış bir kahraman pilot olan Amethan Sultan bile ailesine ulaşamamıştı. 'Ben mi hainim, ailem mi hain?' diye isyan etmişti" ifadelerini kullandı. Sultan’ın Kırım’a dönmesine izin verilse bile, ailesi sürgün edildiği için dönmeyi reddettiğini aktardı. RUSYA’NIN SİBER ATAKLARI Konuşmasında yumuşak güç (soft power), sert güç (hard power) ve keskin güç (sharp power) kavramları üzerinden Rusya'nın dış politika araçlarını değerlendiren Bezikoğlu, oft power'ın edebiyat, müzik ve kültürel değerlerle başka ülkeleri etkileme kapasitesi olduğuna dikkat çekti. Avrupa'nın demokrasi, insan hakları ve ekonomik imkanlar gibi değerlerle cazibe oluşturduğunu belirten Bezikoğlu, bunun bir yumuşak güç unsuru olduğunu vurguladı. Ancak, bu olumlu etkinin ötesinde bazı aktörlerin keskin güç (sharp power) kullanarak kamuoyunu manipüle ettiğini belirten Bezikoğlu, bu yöntemin dezenformasyon, propaganda, siber saldırılar ve toplumsal kutuplaşmayı artırma gibi araçlarla yürütüldüğünü söyledi. Bezikoğlu, Soğuk Savaş döneminden bu yana Rusya'nın bu tür "active measures" (aktif önlemler) adı verilen yöntemleri kullandığını kaydetti. Rusya’nın, askerî gücünü yalnızca sahaya asker sürerek değil, elektronik sistemleri hedef alarak da kullandığını belirten Bezikoğlu, modern silahların elektronik altyapıya bağımlı hale gelmesiyle birlikte siber yeteneklerin öne çıktığını söyledi. “KIRIM TATARLARI ASLA VAZGEÇMEYECEK” Kırım işgaline karşı ilk tepkiyi Kırım Tatarlarının verdiğini belirten Bezikoğlu, Kırım Tatarlarının parlamentoya topluca gittiğini ancak bu süreçte yalnızca yüzde 1 oy almış bir partinin liderinin bir darbeyle başbakan ilan edildiğini ifade etti. Bezikoğlu bu durumu “Bu, klasik bir KGB operasyonudur. Önceden planlanmış, uygulanmış bir işgal taktiğidir.” şeklinde yorumladı. Son olarak Bezikoğlu, “Kırım Tatarları asla vazgeçmeyecek. Ancak bizim de İsmail Gaspıralı gibi yaratıcı olmamız gerekiyor. Çünkü bu kültür yaşamak istiyor ve yok edilmeyi reddediyor.” ifadeleriyle sunumunu sonlandırdı. SAVAŞIN TÜRKİYE’DEKİ UKRAİN DİASPORASINA ETKİLERİ ODTÜ Sosyoloji Bölümü doktora öğrencisi Aysima Çalışan "Rusya-Ukrayna Savaşı Sonrası Türkiye'deki Ukrayna Sivil Toplumunun Dönüşümü” başlıklı bildirisini sundu. Çalışan, sosyolojik araştırmalarının göç, iklim değişikliği ve afet yönetimi üzerine odaklandığını belirterek, Ukrayna Savaşı sonrasında Türkiye’ye gelen Ukraynalılar, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri ile gerçekleştirdikleri saha araştırmasından analizler sundu. Aralık 2022’de başlayan ve 5 ilde yaklaşık 100 katılımcıyla yapılan görüşmelere dayanan bu çalışmada, savaş mağdurlarının deneyimlerini ve Türkiye'deki sosyal uyum süreçlerini incelediklerini belirtti. Aynı zamanda Çalışan bu görüşmelerde, savaş sonrası Türkiye’ye gelen bireylerin kimlik, aidiyet ve toplumsal uyum süreçleri üzerine önemli bulgulara ulaşıldığını ifade etti. Konuşmasının devamında sosyal hareketler kuramına değinen Çalışan, savaş gibi kriz anlarının toplumlarda yeni kolektif kimliklerin ortaya çıkmasına neden olduğunu vurguladı. Çalışan, “Savaş yalnızca cephede yaşanmaz; toplumsal düzlemde kimlikler yeniden şekillenir, yeni dayanışma biçimleri doğar.” diyerek sosyal hareketlerin yalnızca kitlesel protestolardan ibaret olmadığını, aynı zamanda dijital kampanyalar, sanat üretimleri ve yardım ağları gibi çeşitli biçimlerde tezahür ettiğini ifade etti. Çalışan özellikle Ukrayna Savaşı sonrasında hem Ukrayna içinde hem de diasporada gelişen dayanışma biçimlerinin bu hareketlerin örneklerinden olduğunu belirtti. SAVAŞA SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ Çalışan Kaynak Seferberliği Teorisi, Politik Süreçler Yaklaşımı ve Yeni Sosyal Hareketler kuramlarına da değindi ve özellikle 1980 sonrası kimlik temelli hareketlerin yükselişine işaret eden Yeni Sosyal Hareketler yaklaşımının, diasporik toplulukların mücadele biçimlerini anlamada daha açıklayıcı olduğunu belirtti. Bu tür hareketlerin, lider odaklı olmaktan çok yatay örgütlenmelerle şekillendiğini ve kimlik, temsil, görünürlük gibi talepleri ön plana çıkardığını ifade etti. Saha çalışmasından örnekler sunan Çalışan, Ukrayna'da sivil direnişin yalnızca askerî değil, kültürel biçimlerde de geliştiğini, sanatın ve müziğin birer direniş aracına dönüştüğünü ifade etti. Bununla birlikte Çalışan, Türkiye’de ise diasporanın Ulus’taki Atatürk Anıtı çevresinde düzenlediği anma etkinlikleri, protestolar ve sosyal medya kampanyalarının sosyal hareketler kapsamında değerlendirilebileceğini söyledi. “SAVAŞ YENİDEN İNŞA SÜRECİNİ BAŞLATABİLİR” Diaspora topluluklarının yalnızca göçmenlik statüsüyle değil, aynı zamanda aktif özne olarak kamusal alana müdahale ettiğini belirten Çalışkan, sosyal hareketlerin bu süreçte “biz” bilincini pekiştiren araçlar hâline geldiğini kaydetti. Anadil kullanımı, bayrak, semboller ve geleneksel kıyafetlerin kamusal alandaki görünürlüğünün, diasporik kimliğin güçlendirilmesinde kritik rol oynadığını ifade etti. Sunumunu sosyal hareketlerin dönüştürücü gücüne vurgu yaparak sonlandıran Çalışkan, savaş gibi kriz anlarının, sadece yıkım değil aynı zamanda yeniden inşa süreçleri olduğunu belirtti. “Her sosyal hareket, başarısız görünse bile, ardında bir hafıza ve farkındalık bırakır. Bu da onu sosyolojik olarak anlamlı ve dönüştürücü kılar. O, kimliklerimizin yeniden inşa etmesi açısından önemli bir noktada durur. Ve yıkım karşısında bize yeni bir anlam, yeni bir umut, yeni bir biz oluşturma fırsatı sunar. Ukrayna Savaşı da aslında sadece hayatta kalmaya değil, hatırlanmaya, direnmeye ve bir ülkeye ya da bir millete daha doğrusu yeniden kurmaya çalışan bir savaş olarak karşımıza çıkıyor.” dedi. “Rusya-Ukrayna Savaşı: "Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum katılım belgelerinin takdimi ile sona erdi. 

Ankara’da Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz Sempozyumu düzenlenecek Haber

Ankara’da Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz Sempozyumu düzenlenecek

Ankara’da 10 Mayıs 2025 tarihinde “Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum düzenlenecek. Sempozyum; Türkiye Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığı, Anakara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) ASBÜ Küresel Politika Topluluğu (SSUA), Türkiye Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Üniversitesi Öğrenci Toplulukları İş Birliği ve Destek Programı (ÜNİDES), Türkiye Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığı Altındağ Gençlik Merkezi iş birliğinde düzenleniyor. “Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum, Ankara’daki Yunus Emre Kültür Merkezi’nde saat 10.00’da başlayacak. Sempozyumun moderatörlüğünü ASBÜ Arş. Gör. Dr. Ömer Naim Küçük üstlenecek. 1. Oturum'da; ASBÜ Öğr. Üyesi Doç. Dr. Resul Yalçın "Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Siyasî Altyapısı", Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Öğr. Üyesi Prof. Dr. Oktay Firat Tanrısever “Ukrayna-Rusya Savaşı'nın Bölgesel ve Küresel Enerji Jeopolitiği Üzerindeki Etkileri" başlıklı bildirilerini sunacak. 2. Oturum'da; ASBÜ Dr. Öğr. Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu "1944 Sürgününden Rusya-Ukrayna Savaşı'na Kırım ve Kırım Tatarları", Millî İstihbarat Akademisi doktora öğrencisi Mehmet Çağatay Güler "Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Nedenleri, Ortaya Çıkışı ve İcra Ediliş Süreci, Sahadaki Son Gelişmeler ve Barış İhtimali”, ODTÜ doktora öğrencisi Aysima Çalışan "Rusya-Ukrayna Savaşı Sonrası Türkiye'deki Ukrayna Sivil Toplumunun Dönüşümü” konulu bildirilerini sunacak.

Kırım Vakfından Ankara HBVÜ ve Rus Evi ortaklığındaki "Türk-Rus İlişkileri" sempozyumuna tepki! Haber

Kırım Vakfından Ankara HBVÜ ve Rus Evi ortaklığındaki "Türk-Rus İlişkileri" sempozyumuna tepki!

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (HBVÜ) Asya Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Türkiye ve dünyada Kremlin tarafından kurgulanan propaganda mekanizmasının sözcülüğünü yapan Rus Evi ortaklığında skandal bir etkinliğe imza atacak. 17 Şubat 2025 tarihinde üniversitede tertip edilmesi planlanan "II. Dünya Savaşı'nda Türk-Rus İlişkileri Uluslararası Sempozyum ve Sergisi" Türkiye'deki Kırım Tatar diasporasının tepkisini çekti. Bilindiği üzere; Azerbaycan'daki Rus Evi, ülkede casusluk faaliyetleri yürütmesi nedeniyle kapatılmıştı. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı, 6 Şubat 2025 tarihinde yapılan bir açıklama ile Rus Evinin kapatıldığını ilan etmişti. Başkent Ankara'daki Rus Evi de hayata geçirdiği benzer faaliyetlerle Türkiye'de Rus propagandası yürütüyor ve dezenformasyon yayıyor. KIRIM VAKFI BAŞKANI KALKAY'DAN SERT TEPKİ! Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Başkanı Tuncer Kalkay, Rusya'nın Ankara Büyükelçisinin de katılacağı programı sert bir dille eleştirdi. Vakıf Başkanı Kalkay, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: Casusluk faaliyetleri yürüttüğü tespit edilen Rus Evi adlı kuruluş bazı ülkelerde yasaklanırken; Türkiye’nin başkentinde hem de bir devlet üniversitesi ile sempozyum düzenleyebilecek kapasiteye erişebilmesi şaşkınlık veriyor. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesinde düzenlenecek sempozyumun adı da “II. Dünya Savaşı’nda Türk -Rus İlişkileri” Öyleyse bu döneme yönelik hep beraber aydınlanalım. Bu sempozyum kapsamında olan II. Dünya Savaşı’nda Sovyet Rusyası tarafından Türklere karşı yapılan soykırımlara yer verilecek mi? 1 Kasım 1943 Karaçay Türklerinin Sürgün ve Soykırımına bakılacak mı? 8 Mart 1944 Malkar Türklerinin Sürgünü ve Soykırımı sorulacak mı? 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgün ve Soykırımı anlatılacak mı? 14 Kasım 1944 Ahıska Türklerinin Sürgün ve Soykırımı aydınlatılacak mı? Soykırıma uğrayan bu Türk halkları Türk olarak değerlendirilecek mi? Bu konulara yer verilmemesi bilimselliği ve tarafsızlığı sorgulatacak mı? Ya da aman ilişkilerimiz zarar görmesin diye bu konulara girilmeyecek mi? Dünya Kırım Tatar Kongresi (DQTK) Genel Sekreteri, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkan Vekili Av. Namık Kemal Bayar da "Rusya lehine casusluk faaliyeti yaptığı ispat edilerek Azerbaycan'da yasaklanan Rus Evi adlı kuruluş Türkiye'de at oynatıyor" açıklamasını yaptı.

Ziya Gökalp'ın hayatı ve düşünceleri, Pamukkale Üniversitesindeki sempozyumda ele alındı Haber

Ziya Gökalp'ın hayatı ve düşünceleri, Pamukkale Üniversitesindeki sempozyumda ele alındı

Türk düşünce hayatının köşe taşlarından olan Ziya Gökalp’ın vefatının 100. yılı anma etkinlikleri kapsamında, 13 Aralık 2024 tarihinde Denizli Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından "Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp Sempozyumu" düzenlendi. Sempozyum, PAÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Sempozyumun açılış konuşmasını Düzenleme ve Bilim Kurulu başkanlığını PAÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Turgut Tok yaptı. Prof. Dr. Tok, Türk düşünce hayatının önemli simalarından birisi olan Ziya Gökalp’ın eserlerini, hayatını ve fikirlerini bu sempozyumla gündeme getireceklerini ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda büyük katkıları olan fikir insanını bu şekilde anacaklarını ifade etti. TURAN, TÜRKİSTAN VE TÜRKİYE OTURUMLARINDA ZİYA GÖKALP'IN DİSİPLİNLERARASI ROLÜ ELE ALINDI Sempozyuma Türkiye'deki çeşitli üniversitelerden seçkin akademisyenler katıldı. Sempozyum; “Turan Oturumu”, “Türkistan Oturumu”, “Türkiye Oturumu” ve “Değerlendirme Oturumu” olmak üzere üç oturumdan oluştu. Oturumlarda tebliğlerini sunan alanında uzman on sekiz akademisyen, Türk milliyetçisi düşünür Ziya Gökalp’i folklor, tarih, Türk dili, Türk edebiyatı, sosyoloji, teoloji ve felsefe disiplinleri bağlamında ele aldı. Başkanlığını Prof. Dr. Turgut Tok’un yaptığı Turan Oturumunda; Balıkesir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğr. Üyesi Ali Duymaz, “Ziya Gökalp’in Destansı Kişiliği”, Ankara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. İbrahim Maraş, “Türk Moderleşmesi ve Ziya Gökalp”, PAÜ Tarih Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Ercan Haytoğlu “Limni’den Malta’ya Sürgün Hayatında Ziya Gökalp”, PAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğr. Üyesi Dilek Çetindaş “Millî Kimlik İnşasında Destanlar ve Ziya Gökalp” adlı tebliğlerini sundular. Türkistan Oturumunu ise başkanlığını PAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Yunus Balcı gerçekleştirdi. Oturumda; Ege Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Metin Ekici “Ziya Gökalp ve Türk Folkloru”, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Ali Akar “100 Yıl Sonra Dilde Türkçülüğü Yeniden Düşünmek”, PAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Süleyman Solmaz “Ziya Gökalp’in Din Anlayışı” ve Akdeniz Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Dr. Öğr. Üyesi Oğuzhan Karaburgu “Ziya Gökalp’i Anlama Yolunda” isimli tebliğlerini sundular. Sempozyumun son oturumu olan Türkiye Oturumunda; PAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mustafa Arslan başkanlık yaptı. Oturumda; PAÜ Sosyoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Güney Çeğin “’Fert Yok, Cemiyet Var’, Bir Devlet İdeolojisi Olarak Gökalpçi Sosyolojinin Veçheleri”, PAÜ Türkçe ve Sosyal Bilimler Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Nurettin Öztürk, Ege Üniversitesi Tarih Bölümü Öğr. Üyesi Abdullah Temizkan, PAÜ Türkçe ve Sosyal Bilimler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ali Donbay ve Levent Edige Özdemir'in tebliğleri sunuldu.

Ankara’da Türk kültürü ve medeniyetinde Ziya Gökalp’ın yeri konuşuldu Haber

Ankara’da Türk kültürü ve medeniyetinde Ziya Gökalp’ın yeri konuşuldu

Dilara Dilşah KAYA / QHA Ankara Ankara'da 4 Aralık 2024 tarihinde büyük Türk düşünür Ziya Gökalp adına önemli bir sempozyum başladı. "Vefatının 100. yılında Ziya Gökalp Anısına Dünden Bugüne Kültür ve Medeniyet Sempozyumu" birinci gün oturumlarıyla Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde (ASBÜ) gerçekleşti. Sempozyum; İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü desteğiyle; Türkiye Cumhuriyeti Diyarbakır Valiliği, Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı (TÜRKSOY), Türk Ocakları Genel Merkezi, Türkiye Yazarlar Birliği, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) ve Hacettepe Üniversitesi tarafından düzenlendi. Sempozyuma konuşmacı olarak katılan akademisyenler, Ziya Gökalp’ın Türk kültürü ve medeniyetinin inşasındaki yerini anlattı. ZİYA GÖKALP, KÜLTÜR VE MEDENİYET ASBÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdullah Şevki Duymaz’ın moderatörlüğünü yaptığı “Ziya Gökalp'ta Kültür ve Medeniyet” başlıklı oturum, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Dönmez’in “Ziya Gökalp ve Türk Kimliği” sunumuyla başladı. ZİYA GÖKALP, BUGÜNE DAİR ÇOK ŞEY İFADE EDİYOR Prof. Dr. Süleyman Dönmez, Türkiye’de mevcutta "Türk-Türkiyeli" merkezli bir kimlik tartışmasının olduğuna değindi. Prof. Dr. Dönmez, Ziya Gökalp’tan birkaç cümle örnek vererek bu tartışmayı açıkladı. Ziya Gökalp’ın; Türkiyelileşmek, Türkiyeleşmek, Oğuzlaşmak ve Turanlaşmaktan bahsettiğini belirten Dönmez, Gökalp’ın kurduğu “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim” ifadelerinin günümüzde tezat kavramlar olarak algılandığına dikkat çekti. Dönmez, bu durumun anlaşılması için kimliğin köküne bakılması gerektiğini belirtti.  Ziya Gökalp’ın ölümünün üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen hala anılmasına da dikkat çeken konuşmacı; Gökalp’ın bugüne dair birçok şey söyleyen bir mütefekkir olduğuna, bugünün sorunlarını çözecek birçok veriye sahip olduğunu aktardı. "GÖKALP, DÖNEMİN RUHUNA UYGUN BİR DEĞER SİSTEMİ YARATMAK İÇİN KÖKLERİNE DÖNÜŞ SAĞLADI" Ardından ASBÜ İletişim Fakültesi Yeni Medya ve İletişim Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşegül Doğrucan, "Türk Modernleşmesinde Değer Problemi ve Ziya Gökalp’ın Yaklaşımı” konulu sunumunu gerçekleştirdi. Doğrucan; Türk modernleşmesinin arka planında duran ve Cumhuriyet dönemine de miras bırakılan hareketlerin başlangıç noktasında; Batı'nın hareketlerinin yer aldığını vurguladı. Osmanlı mütefekkirlerinin modernleşmenin getirdiği düşünce tarzını yakalamakta ve anlamakta geciktiklerine dikkat çeken Doğrucan, Osmanlı modernleşmesinin ana unsurunun devletin yıkılışını engellemek olduğunu kaydetti. Ziya Gökalp’ın bahsettiği “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” düşüncesinin üç değerin bir arada olabileceğine dair bir arayışın neticesi olduğunu aktaran Doğrucan, Gökalp’ın oluşturduğu değer sistemi hakkında "Ziya Gökalp, dönemin ruhuna uygun olarak bir değer sistemi yaratmak için köklere dönüş sağladı. Çünkü içinde yaşanılan coğrafya, kadim Türk geleneklerini taşımaktadır. İslam geleneğini devam ettirmektedir. Ziya Gökalp, aynı zamanda sistemi oluşturmak için muasırlaşmanın da etkisini biliyor" ifadelerini kullandı. Doğrucan, sunumunda, “Ziya Gökalp’ta Türkleşmeye, Türklüğe, ata düşüncelerine, ata topraklara, ata ruha bir geçiş vardır. Ama bunu yaparken de toplumların ve kültürlerin tecrübelerinin bünyesine kattığı şeyleri de dışlamaz. Buradaki sorun, muasırlaşmanın mevcut  bünyeye nasıl eklemleneceği olarak ortaya çıkmaktadır" cümlelerini kullanarak; üç kavram üzerinden bir değer inşası, bu değer inşası üzerinden de bir toplum çalışması yapıldığına dikkat çekti. GÜNCEL KİMLİK TARTIŞMALARINI ÇÖZMEK İÇİN ZİYA GÖKALP’IN DÜŞÜNCE SİSTEMİ REFERANS ALINIYOR Oturumda son olarak ASBÜ Ortak Dersler Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Gazi Doğan “Devrinin Ayaklı Darülfünunu: 1930’lar Türkiyesi'nde Ziya Gökalp İmajı” konulu sunumunu gerçekleştirdi. Doğan, Ziya Gökalp’tan “fikirleriyle  imparatorluktan cumhuriyete geçişte öncü rol oynayan, dönemin en önemli mütefekkirlerinden biri” olarak bahsetti. Doğan; sunumunda neden özellikle 1930 dönemini incelediğini de açıkladı. Doğan, bu tarihin, Ziya Gökalp’ın Türkiye'de fikrinin iktidarda olup kendisinin gündemden düştüğü bir ara dönemi yansıttığını dile getirdi. Ziya Gökalp’ı var eden önemli unsurlardan birisinin de İkinci Meşrutiyet döneminin kimlik tartışmaları olduğunu belirten Doğan, kimlik problemlerinin ortaya çıktığı dönemde Ziya Gökalp’ın önemli bir adım atarak Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin düşünce pratiğinin sistematiğini oluşturduğunu kaydetti. Doğan, “Osmanlı son dönemi mütefekkirlerine bakıldığında Diyarbakır’dan çıkıp gelmiş ve kendi sistematiğini oluşturarak bir döneme ruhunu verebilmiş bir isim olarak Ziya Gökalp oldukça kıymetlidir” ifadesini kullandı. Diğer bütün konuşmacılar gibi Doğan da Ziya Gökalp’ın vefatının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen fikirlerinin ve düşünce tartışmalarının halen gündemde olduğunun altını çizdi. Doğan, konuyla ilgili tespitini, "Ziya Gökalp’ın düşüncelerinden günümüz problemlerini çözmeye dönük bir arayışımız var. Yeni dönemde arayışımız, kimliğimizi muhafaza etme yönünde" cümleleriyle aktardı. Bildiri sunumlarının ardından konuşmacılara teşekkür belgesi takdimi yapılarak oturum sonlandırıldı. SEMPOZYUM DEVAM EDİYOR Sempozyumun ikinci gün oturumları ise Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü Mehmet Akif Ersoy Konferans Salonu'nda gerçekleşecek. Sempozyum açılış konuşmalarının ardından Türkiye'de Sosyal Bilimler ve Ziya Gökalp II, Türkiye Cumhuriyeti'nin inşasında Ziya Gökalp'in Yeri, Ziya Gökalp ve Türk Edebiyatına Katkıları başlığı altında üç oturum yapılacak.

Doğu Türkistan'ın dünü, bugünü ve yarını Ankara’da konuşuldu Haber

Doğu Türkistan'ın dünü, bugünü ve yarını Ankara’da konuşuldu

Türkiye'nin başkenti Ankara’da “Doğu Türkistan’da Kurulan İki Cumhuriyetin Kuruluş Yıldönümünde Geçmişten Günümüze Doğu Türkistan Sempozyumu” tertip edildi. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümleri çerçevesinde düzenlenen sempozyumda, Doğu Türkistan’ın dünü, bugünü ve geleceği ele alındı. Türk Ocakları Genel Merkezi, Uygur Akademisi Vakfı, Dünya Uygur Kurultayı Vakfı, Uygur Akademisi ve Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı iş birliğiyle düzenlenen sempozyuma siyasiler, akademisyenler, araştırmacılar, STK temsilcileri ve gazeteciler başta olmak üzere çok sayıda Türk dünyası sevdalısı katıldı. Sempozyumun açılış konuşmalarını, Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz, Yeniden Refah Partisi İstanbul Milletvekili Doğan Bekin, Dünya Uygur Kurultayı Başkan Yardımcısı Abdurreşit Abdulhamit, Uygur Akademisi Vakfı Başkanı Abdulhamit Karahan ve Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı Başkan Vekili Prof. Dr. Erkin Emet yaptı. Mehmet Öz, “Doğu Türkistan’ı çok derin bir tarihi var. Türk tarihinin en önemli siyasi teşekküllerinin bulunduğu coğrafyanın bir parçasıdır. Bu coğrafyanın adı Türkistan’dır. Bugün oraları işgal eden Çinlilerin ve Türkiye’deki muhiplerinin iddia ettiğinin aksine burası tarihin en eski zamanlarından beri bir Türk yurdudur. Türklerin vatanıdır. Maalesef Çin egemenliğinin başlamasıyla Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz ve orada ağırlıklı olarak Uygurlar olmak üzere Türk kardeşlerimiz kimliklerindeki iki temel unsur yüzünden maalesef ayrımcılığa, baskılara zulümlere maruz kalmaktadır. Onlar Türk ve Müslümanlar. Bu iki unsur özellikle bugünkü Çin yönetimi tarafından çeşitli dönemlerde onların baskılara maruz kalmasının en önemli sebeplerinden birisidir.” ifadelerini kullandı. Doğu Türkistan’ın stratejik önemi ve Türk dünyasıyla olan bağlantısının öneminin altını çizen Prof. Dr. Öz, özellikle 2017’den sonra Doğu Türkistanlılara karşı Çin rejiminin pek çok katliamlarının olduğunu söyledi. Milletvekili Doğan Bekin ise konuşmasında “1933 ve 1944’te kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ne yazık ki 1949’da yeni Çin hükûmeti tarafından işgal edilmiş ve bu işgalden sonra büyük zulümlere maruz bırakılmışlardır. Bu zulümler 2015’e kadar devam etmiştir. 2015’ten itibaren ise yeni bir evreye girmiş. Ve sistematik bir soykırıma dönüşmüştür.” dedi. Açılış konuşmaları sonrasında sempozyum iki oturum halinde gerçekleşti. Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun başkanlığında gerçekleşen ilk oturumda, Prof. Dr. Saadettin Yağmur Gömec “Tarihselden Bugüne Uygur Türkleri” konusunda, Prof. Dr. Konuralp Ercilasun “Doğu Türkistan Cumhuriyetleri” konusunda ve Prof. Dr. Erkin Emet “Doğu Türkistan Diasporası” konusunda sunum yaptı. Prof. Dr. Mehmet Şahingöz’ün başkanlığını yaptığı ikinci oturumda, Doç. Dr. Erkin Ekrem “Doğu Türkistan Davasının Geleceği”, Prof. Dr. Alimcan İnayet “İki Cumhuriyet Dönemindeki Basın Dili”, Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz ise “Doğu Türkistan İzlenimlerim” konularında sunum gerçekleştirdi.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.