Ankara’da Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz Sempozyumu düzenlendi
Ankara’da Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz Sempozyumu düzenlendi
10 Mayıs 2025'te Ankara’da, Gençlik ve Spor Bakanlığının desteği, ASBÜ Küresel Politika Topluluğunun organizasyonuyla “Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz” başlıklı sempozyum düzenlendi. Sempozyumda; Ukrayna-Rusya Savaşı, çeşitli yönleriyle ele alındı.
Haber Giriş Tarihi: 10.05.2025 19:13
Haber Güncellenme Tarihi: 10.05.2025 20:41
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Gençlik ve Spor Bakanlığının desteği, ASBÜ Küresel Politika Topluluğunun organizasyonuyla 10 Mayıs 2025 tarihinde “Rusya-Ukrayna Savaşı: "Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum Ankara'da düzenlendi.
Ankara’daki Yunus Emre Kültür Merkezi’nde saat 10.00’da başlayan sempozyumun açılış konuşması ASBÜ Küresel Politika Topluluğu (SSUA) Başkanı Huzeyfe Soylu tarafından yapıldı. Soylu konuşmasında, sempozyumun amacının Ukrayna-Rusya Savaşı’nı sadece askerî ve siyasi yönleriyle değil, aynı zamanda insani, hukuki ve tarihsel boyutlarıyla ele alabilmek olduğunu söyledi. Soylu cümlelerine, “Bu savaş; uluslararası hukuk, egemenlik, mülteci hakları, enerji güvenliği ve bölgesel dengeler gibi pek çok alanda etkilerini hissettiren, sınırların ötesine taşan bir krizdir.” şeklinde devam etti.
1944 KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI’NA VURGU
Soylu konuşmasında 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı’nın 81. yıl dönümünü anarak, “Ayrıca bugünkü sempozyumun tarihsel bir duyarlılık açısından da anlamlı bir zamana denk geldiğini vurgulamak isterim. Önümüzdeki hafta 18 Mayıs Kırım Tatar halkının 1944 yılında Sovyetler Birliği tarafından anavatanlarından zorla sürgün edilişinin yıl dönümü. Bu vesileyle sürgün sırasında hayatını kaybeden tüm soydaşlarımızı rahmetle anıyoruz.” ifadelerini kullandı.
RUSYA’NIN SÖZDE GEREKÇELERİ
Sempozyumun ilk oturumunun moderasyonu ASBÜ Arş. Gör. Dr. Ömer Naim Küçük tarafından gerçekleştirildi. 1. oturumda; ASBÜ Öğr. Üyesi Doç. Dr. Resul Yalçın "Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Siyasî Altyapısı" isimli bildirisini sundu. Yalçın sunumunda, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yalnızca bir askerî kriz değil, aynı zamanda çok boyutlu bir siyasi altyapıya dayandığını belirtti.
Yalçın, “Bu çatışmanın temelinde yalnızca Ukrayna’nın NATO’ya üyelik arzusu değil; aynı zamanda Rusya’nın süper güç imajı, Kırım meselesi, Rus diasporası ve Ukrayna’daki aile bağları gibi dinamikler de bulunuyor.” ifadelerini kullandı.
Kırım’ın 2024 yılında Rusya tarafından yasa dışı olarak işgal edilmesine atıf yapan Yalçın, “Putin bu süreçte Batı destekli gösterilerin ardından etnik Rusların tehdit altında kaldığını ileri sürdü.” şeklinde konuştu.
“BU SAVAŞ KÜRESEL BİR SAVAŞTIR”
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Öğr. Üyesi Prof. Dr. Oktay Fırat Tanrısever “Ukrayna-Rusya Savaşı'nın Bölgesel ve Küresel Enerji Jeopolitiği Üzerindeki Etkileri" başlıklı tebliğini sundu. Tanrısever, savaşın yalnızca iki ülke arasında yaşanan bir çatışma olmadığını, etkilerinin sınırları aşarak tüm dünyayı etkilediğini vurguladı. Bu bağlamda Tanrısever, “Bu savaş, dünya tarihini önce ve sonra olarak ikiye ayırabileceğimiz bir olaydır. Küresel dengeleri etkileyen bir krizle karşı karşıyayız.” dedi. Ayrıca savaşın yalnızca Rusya ve Ukrayna arasında değil, aynı zamanda Avrupa’dan Türkistan coğrafyasına kadar birçok ülkeyi ilgilendiren jeopolitik bir mesele olduğuna dikkat çekti.
Kırım Tatarlarının bu süreçteki mağduriyetine de değinen Tanrısever, “Kırım’ın yerli halkı olan Tatarlar, hem Sovyetler döneminde hem de sonrasında büyük acılar yaşadı.” dedi.
Türkiye’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklediğini vurgulayan Tanrısever, “Bir ülkenin işgal edilmesi kabul edilemez. Bu, sadece Ukrayna için değil, tüm bölge için endişe verici. Çünkü Rusya’nın bu şekilde güç kazanması, eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerde tedirginliğe yol açıyor.” diye konuştu.
“ENERJİ SEKTÖRÜ ÇOK KIRILGAN BİR SEKTÖR”
Savaşın enerji politikaları üzerindeki etkilerine de dikkat çeken Tanrısever, Rusya’nın artık Avrupa için güvenilir bir enerji tedarikçisi olmadığını, bu durumun enerji güvenliği tartışmalarını hızlandırdığını ifade etti. “Enerji çok kırılgan bir sektör. En küçük kriz bile büyük sarsıntılara yol açabiliyor. Ukrayna Savaşı’yla birlikte Avrupa, Rusya’dan enerji almaktan vazgeçti. Rusya ise bu açığı Çin gibi pazarlara yönelerek kapatmaya çalıştı.” değerlendirmesini yaptı.
Tanrısever, enerji güvenliğinin çok daha önce, 2004 Turuncu Devrimi’nden sonra Avrupa’nın gündemine girdiğini, 2006 yılında NATO’nun ilk kez enerji güvenliği doktrini yayımladığını hatırlattı. Bu süreçte Rusya’nın dost olmayan ve riskli bir tedarikçi olarak sınıflandırıldığını belirten Tanrısever, “Rusya’nın askerî gücünü kullanması, sadece komşularını değil, Avrupa’nın tamamını tedirgin etti. Enerji de bu tedirginliğin doğrudan etkilendiği alanlardan biri oldu.” dedi.
“SAVAŞIN BİTMESİNE ODAKLANMALIYIZ”
Savaşın çıkış sürecine ilişkin belirsizliklerin ve tarihi arka planın da iyi analiz edilmesi gerektiğini vurgulayan Tanrısever, “Bazı olayların hâlâ perde arkası karanlık. Bu savaşın engellenip engellenemeyeceği konusu tarihçilerin ilgi alanına giriyor ama bizim odaklanmamız gereken, bu savaşın nasıl sonlandırılabileceği ve etkilerinin nasıl kontrol altına alınabileceğidir.” ifadelerini kullandı.
1944’TEN 2022’YE KIRIM TATARLARI
2. oturumda; ASBÜ Dr. Öğr. Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu "1944 Sürgünü'nden Rusya-Ukrayna Savaşı'na Kırım ve Kırım Tatarları" isimli bildirisini sundu. Bezikoğlu sunumunun başında, kuzeyde devam eden savaşın sadece jeopolitik düzlemde değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve tarihsel katmanlarda da Türkiye’yi doğrudan etkilediğini vurguladı. “Göçten ekonomiye, Karadeniz’deki mayın tehdidinden askerî söylentilere kadar pek çok açıdan bu savaşın içindeyiz.” diyen Bezikoğlu, Ukrayna’daki gelişmelerin Türk kamuoyunda daha fazla karşılık bulması gerektiğini ifade etti.
Bezikoğlu, kendi ailesinin hikâyesini de anlatarak sürgün ve göç olgusunun Kırım Tatarları için çok önceden başladığını belirtti. Bezikoğlu, “Ben yüzde 100 Kırım Tatarıyım. 1783’teki Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası Kırım Hanlığı önce on yıl kadar bağımsız kaldı, ardından Rusya tarafından işgal edildi. Bu tarihten itibaren Kırım Tatarları Müslüman bir halk olarak Hristiyan bir çarın yönetiminde yaşamaya zorlandı. Orduya alınmak, domuz eti yemek gibi dinî inançlarına aykırı uygulamalara maruz kaldılar. Mallarına el konuldu, toprakları Rus asilzadelerine dağıtıldı. Halk köle, hizmetçi, ırgat konumuna düşürüldü.” ifadelerini kullandı.
Kırım Savaşı’ndan sonra 300 bin Kırım Tatarının Kırım’ı terk ettiğini belirten Bezikoğlu, “Gemi ve arabalarla Osmanlı topraklarına göç ettiler. Bazı gemiciler para toplayıp insanları Karadeniz’in ortasında bırakıyordu. Bu yaşananlar bugün televizyonda izlediğimiz manzaralardan farklı değildi. Osmanlı bu göçmenler için ‘Ak Topraklar’ dediğimiz bölgelere iskân sağladı. Ak, eski Türkçede hem ‘güney’ hem de ‘hak’ anlamına gelir. Bir kısmı Anadolu’ya, bir kısmı ise o dönem boş olan Romanya’nın Dobruca bölgesine yerleşti. Benim atalarım da Dobruca’ya yerleşti. Anneannem 2. Dünya Savaşı’nda, 17 yaşındayken Köstence’den Eskişehir’e göç etti.” dedi.
SÜRGÜN SÜRECİ 1944’TE BAŞLAMADI
Ayrıca Bezikoğlu, “Kırım Tatarlarının sürgün süreci 1944’te başlamadı, daha öncesi var. 2. Katerina döneminde Kırım bir ‘emlak’ gibi görülüyordu. Filistin’in Netanyahu için taşıdığı anlam neyse, Kırım da Rusya için o anlamı taşıyordu. Orayı ‘medeniyetin tacındaki inci’ olarak görüyorlardı. Rus edebiyatında da bu bakış açısını görürüz. Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi şiirinde Hansaray’ın boş odalarından bahseder. O odalar neden boş, hiç sorulmaz. Çünkü oradaki Müslüman halk yok sayılır.” şeklinde konuştu.
Kırım’ın stratejik ve kültürel önemine de değinen Bezikoğlu, "Kırım, sadece askerî değil, kültürel olarak da büyük bir öneme sahiptir. Osmanlı döneminde, Kırım, İslam kültürünün önemli merkezlerinden biri olmuştur. Ancak Rusya, bölgeyi ele geçirdikten sonra bu kültürel mirası yok etmeye çalıştı." diye konuştu.
İSMAİL BEY GASPIRALI
1880'lerde İsmail Bey Gaspıralı'nın ortaya çıktığını belirten Bezikoğlu, Gaspıralı'nın "Göç etmeyelim, kalalım ve mücadelemizi verelim" diyerek önemli bir duruş sergilediğini ifade etti. Bezikoğlu, Gaspıralı'nın, Rusya'dan hakları talep etmeyi önerdiğini ve bunun için Müslüman Partisinin kurulması gerektiğini vurguladığını söyledi. Hatta, Rusya'nın izin vermemesi durumunda, Volga Nehri üzerinde yapılan bir kongreyi örnek göstererek, "Müslüman İttifakı" için de bu şekilde hareket ettiklerini belirtti.
Bezikoğlu, Gaspıralı'nın Tercüman gazetesinin Türkçe ve Rusça olarak yayımlandığını ve bu gazetenin, dönemin en etkili kültürel araçlarından biri haline geldiğini aktardı. Ayrıca, Gaspıralı'nın dilde birlik çağrısının, bugün Türk Devletleri Teşkilatının (TDT) hedefleriyle örtüştüğüne dikkat çekti.
“1944’ÜN ETKİSİ HÂLÂ SÜRÜYOR”
Bezikoğlu, Sovyetler Birliği'nin 9 Mayıs'ta Nazi Almanyası'nı mağlup ettikten sonra, Kırım Tatarlarını vatanlarından sürerek büyük bir soykırıma uğrattığını söyledi. Stalin'in, Sovyetler Birliği'nde Türkçe konuşan toplulukları hedef alarak Karaçaylar, Çeçenler, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri'ni sürgün ettiğini ve bu olayın, Türk dünyasında büyük bir trajediye yol açtığını ifade etti.
Bezikoğlu, 1944 yılında yaşanan Kırım Tatarlar Sürgünü ve Soykırımı’nı “trajik bir kolektif hafıza” olarak nitelendirdi. Sovyetler Birliği’nin, bir gecede subtropikal iklime sahip Kırım’dan Orta Asya'nın zorlu coğrafyalarına, insanların iş ve yaşam koşullarını tamamen altüst edecek şekilde bir sürgün gerçekleştirdiğini belirten Bezikoğlu, bu travmanın etkilerinin hâlen sürdüğünü ifade etti.
Sürgün sırasında cephede savaşan askerlerin geri döndüklerinde ailelerini bulamamalarının yarattığı yıkıma dikkat çeken Bezikoğlu, "Sovyetler Birliği için savaşmış bir kahraman pilot olan Amethan Sultan bile ailesine ulaşamamıştı. 'Ben mi hainim, ailem mi hain?' diye isyan etmişti" ifadelerini kullandı. Sultan’ın Kırım’a dönmesine izin verilse bile, ailesi sürgün edildiği için dönmeyi reddettiğini aktardı.
RUSYA’NIN SİBER ATAKLARI
Konuşmasında yumuşak güç (soft power), sert güç (hard power) ve keskin güç (sharp power) kavramları üzerinden Rusya'nın dış politika araçlarını değerlendiren Bezikoğlu, oft power'ın edebiyat, müzik ve kültürel değerlerle başka ülkeleri etkileme kapasitesi olduğuna dikkat çekti. Avrupa'nın demokrasi, insan hakları ve ekonomik imkanlar gibi değerlerle cazibe oluşturduğunu belirten Bezikoğlu, bunun bir yumuşak güç unsuru olduğunu vurguladı.
Ancak, bu olumlu etkinin ötesinde bazı aktörlerin keskin güç (sharp power) kullanarak kamuoyunu manipüle ettiğini belirten Bezikoğlu, bu yöntemin dezenformasyon, propaganda, siber saldırılar ve toplumsal kutuplaşmayı artırma gibi araçlarla yürütüldüğünü söyledi. Bezikoğlu, Soğuk Savaş döneminden bu yana Rusya'nın bu tür "active measures" (aktif önlemler) adı verilen yöntemleri kullandığını kaydetti.
Rusya’nın, askerî gücünü yalnızca sahaya asker sürerek değil, elektronik sistemleri hedef alarak da kullandığını belirten Bezikoğlu, modern silahların elektronik altyapıya bağımlı hale gelmesiyle birlikte siber yeteneklerin öne çıktığını söyledi.
“KIRIM TATARLARI ASLA VAZGEÇMEYECEK”
Kırım işgaline karşı ilk tepkiyi Kırım Tatarlarının verdiğini belirten Bezikoğlu, Kırım Tatarlarının parlamentoya topluca gittiğini ancak bu süreçte yalnızca yüzde 1 oy almış bir partinin liderinin bir darbeyle başbakan ilan edildiğini ifade etti. Bezikoğlu bu durumu “Bu, klasik bir KGB operasyonudur. Önceden planlanmış, uygulanmış bir işgal taktiğidir.” şeklinde yorumladı.
Son olarak Bezikoğlu, “Kırım Tatarları asla vazgeçmeyecek. Ancak bizim de İsmail Gaspıralı gibi yaratıcı olmamız gerekiyor. Çünkü bu kültür yaşamak istiyor ve yok edilmeyi reddediyor.” ifadeleriyle sunumunu sonlandırdı.
SAVAŞIN TÜRKİYE’DEKİ UKRAİN DİASPORASINA ETKİLERİ
ODTÜ Sosyoloji Bölümü doktora öğrencisi Aysima Çalışan "Rusya-Ukrayna Savaşı Sonrası Türkiye'deki Ukrayna Sivil Toplumunun Dönüşümü” başlıklı bildirisini sundu. Çalışan, sosyolojik araştırmalarının göç, iklim değişikliği ve afet yönetimi üzerine odaklandığını belirterek, Ukrayna Savaşı sonrasında Türkiye’ye gelen Ukraynalılar, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri ile gerçekleştirdikleri saha araştırmasından analizler sundu. Aralık 2022’de başlayan ve 5 ilde yaklaşık 100 katılımcıyla yapılan görüşmelere dayanan bu çalışmada, savaş mağdurlarının deneyimlerini ve Türkiye'deki sosyal uyum süreçlerini incelediklerini belirtti. Aynı zamanda Çalışan bu görüşmelerde, savaş sonrası Türkiye’ye gelen bireylerin kimlik, aidiyet ve toplumsal uyum süreçleri üzerine önemli bulgulara ulaşıldığını ifade etti.
Konuşmasının devamında sosyal hareketler kuramına değinen Çalışan, savaş gibi kriz anlarının toplumlarda yeni kolektif kimliklerin ortaya çıkmasına neden olduğunu vurguladı. Çalışan, “Savaş yalnızca cephede yaşanmaz; toplumsal düzlemde kimlikler yeniden şekillenir, yeni dayanışma biçimleri doğar.” diyerek sosyal hareketlerin yalnızca kitlesel protestolardan ibaret olmadığını, aynı zamanda dijital kampanyalar, sanat üretimleri ve yardım ağları gibi çeşitli biçimlerde tezahür ettiğini ifade etti. Çalışan özellikle Ukrayna Savaşı sonrasında hem Ukrayna içinde hem de diasporada gelişen dayanışma biçimlerinin bu hareketlerin örneklerinden olduğunu belirtti.
SAVAŞA SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ
Çalışan Kaynak Seferberliği Teorisi, Politik Süreçler Yaklaşımı ve Yeni Sosyal Hareketler kuramlarına da değindi ve özellikle 1980 sonrası kimlik temelli hareketlerin yükselişine işaret eden Yeni Sosyal Hareketler yaklaşımının, diasporik toplulukların mücadele biçimlerini anlamada daha açıklayıcı olduğunu belirtti. Bu tür hareketlerin, lider odaklı olmaktan çok yatay örgütlenmelerle şekillendiğini ve kimlik, temsil, görünürlük gibi talepleri ön plana çıkardığını ifade etti.
Saha çalışmasından örnekler sunan Çalışan, Ukrayna'da sivil direnişin yalnızca askerî değil, kültürel biçimlerde de geliştiğini, sanatın ve müziğin birer direniş aracına dönüştüğünü ifade etti. Bununla birlikte Çalışan, Türkiye’de ise diasporanın Ulus’taki Atatürk Anıtı çevresinde düzenlediği anma etkinlikleri, protestolar ve sosyal medya kampanyalarının sosyal hareketler kapsamında değerlendirilebileceğini söyledi.
“SAVAŞ YENİDEN İNŞA SÜRECİNİ BAŞLATABİLİR”
Diaspora topluluklarının yalnızca göçmenlik statüsüyle değil, aynı zamanda aktif özne olarak kamusal alana müdahale ettiğini belirten Çalışkan, sosyal hareketlerin bu süreçte “biz” bilincini pekiştiren araçlar hâline geldiğini kaydetti. Anadil kullanımı, bayrak, semboller ve geleneksel kıyafetlerin kamusal alandaki görünürlüğünün, diasporik kimliğin güçlendirilmesinde kritik rol oynadığını ifade etti.
Sunumunu sosyal hareketlerin dönüştürücü gücüne vurgu yaparak sonlandıran Çalışkan, savaş gibi kriz anlarının, sadece yıkım değil aynı zamanda yeniden inşa süreçleri olduğunu belirtti. “Her sosyal hareket, başarısız görünse bile, ardında bir hafıza ve farkındalık bırakır. Bu da onu sosyolojik olarak anlamlı ve dönüştürücü kılar. O, kimliklerimizin yeniden inşa etmesi açısından önemli bir noktada durur. Ve yıkım karşısında bize yeni bir anlam, yeni bir umut, yeni bir biz oluşturma fırsatı sunar. Ukrayna Savaşı da aslında sadece hayatta kalmaya değil, hatırlanmaya, direnmeye ve bir ülkeye ya da bir millete daha doğrusu yeniden kurmaya çalışan bir savaş olarak karşımıza çıkıyor.” dedi.
“Rusya-Ukrayna Savaşı: "Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum katılım belgelerinin takdimi ile sona erdi.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ankara’da Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz Sempozyumu düzenlendi
10 Mayıs 2025'te Ankara’da, Gençlik ve Spor Bakanlığının desteği, ASBÜ Küresel Politika Topluluğunun organizasyonuyla “Rusya-Ukrayna Savaşı: Sınırların Ötesinde Bir Kriz” başlıklı sempozyum düzenlendi. Sempozyumda; Ukrayna-Rusya Savaşı, çeşitli yönleriyle ele alındı.
Gençlik ve Spor Bakanlığının desteği, ASBÜ Küresel Politika Topluluğunun organizasyonuyla 10 Mayıs 2025 tarihinde “Rusya-Ukrayna Savaşı: "Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum Ankara'da düzenlendi.
Ankara’daki Yunus Emre Kültür Merkezi’nde saat 10.00’da başlayan sempozyumun açılış konuşması ASBÜ Küresel Politika Topluluğu (SSUA) Başkanı Huzeyfe Soylu tarafından yapıldı. Soylu konuşmasında, sempozyumun amacının Ukrayna-Rusya Savaşı’nı sadece askerî ve siyasi yönleriyle değil, aynı zamanda insani, hukuki ve tarihsel boyutlarıyla ele alabilmek olduğunu söyledi. Soylu cümlelerine, “Bu savaş; uluslararası hukuk, egemenlik, mülteci hakları, enerji güvenliği ve bölgesel dengeler gibi pek çok alanda etkilerini hissettiren, sınırların ötesine taşan bir krizdir.” şeklinde devam etti.
1944 KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI’NA VURGU
Soylu konuşmasında 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı’nın 81. yıl dönümünü anarak, “Ayrıca bugünkü sempozyumun tarihsel bir duyarlılık açısından da anlamlı bir zamana denk geldiğini vurgulamak isterim. Önümüzdeki hafta 18 Mayıs Kırım Tatar halkının 1944 yılında Sovyetler Birliği tarafından anavatanlarından zorla sürgün edilişinin yıl dönümü. Bu vesileyle sürgün sırasında hayatını kaybeden tüm soydaşlarımızı rahmetle anıyoruz.” ifadelerini kullandı.
RUSYA’NIN SÖZDE GEREKÇELERİ
Sempozyumun ilk oturumunun moderasyonu ASBÜ Arş. Gör. Dr. Ömer Naim Küçük tarafından gerçekleştirildi. 1. oturumda; ASBÜ Öğr. Üyesi Doç. Dr. Resul Yalçın "Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Siyasî Altyapısı" isimli bildirisini sundu. Yalçın sunumunda, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yalnızca bir askerî kriz değil, aynı zamanda çok boyutlu bir siyasi altyapıya dayandığını belirtti.
Yalçın, “Bu çatışmanın temelinde yalnızca Ukrayna’nın NATO’ya üyelik arzusu değil; aynı zamanda Rusya’nın süper güç imajı, Kırım meselesi, Rus diasporası ve Ukrayna’daki aile bağları gibi dinamikler de bulunuyor.” ifadelerini kullandı.
Kırım’ın 2024 yılında Rusya tarafından yasa dışı olarak işgal edilmesine atıf yapan Yalçın, “Putin bu süreçte Batı destekli gösterilerin ardından etnik Rusların tehdit altında kaldığını ileri sürdü.” şeklinde konuştu.
“BU SAVAŞ KÜRESEL BİR SAVAŞTIR”
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Öğr. Üyesi Prof. Dr. Oktay Fırat Tanrısever “Ukrayna-Rusya Savaşı'nın Bölgesel ve Küresel Enerji Jeopolitiği Üzerindeki Etkileri" başlıklı tebliğini sundu. Tanrısever, savaşın yalnızca iki ülke arasında yaşanan bir çatışma olmadığını, etkilerinin sınırları aşarak tüm dünyayı etkilediğini vurguladı. Bu bağlamda Tanrısever, “Bu savaş, dünya tarihini önce ve sonra olarak ikiye ayırabileceğimiz bir olaydır. Küresel dengeleri etkileyen bir krizle karşı karşıyayız.” dedi. Ayrıca savaşın yalnızca Rusya ve Ukrayna arasında değil, aynı zamanda Avrupa’dan Türkistan coğrafyasına kadar birçok ülkeyi ilgilendiren jeopolitik bir mesele olduğuna dikkat çekti.
Kırım Tatarlarının bu süreçteki mağduriyetine de değinen Tanrısever, “Kırım’ın yerli halkı olan Tatarlar, hem Sovyetler döneminde hem de sonrasında büyük acılar yaşadı.” dedi.
Türkiye’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklediğini vurgulayan Tanrısever, “Bir ülkenin işgal edilmesi kabul edilemez. Bu, sadece Ukrayna için değil, tüm bölge için endişe verici. Çünkü Rusya’nın bu şekilde güç kazanması, eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerde tedirginliğe yol açıyor.” diye konuştu.
“ENERJİ SEKTÖRÜ ÇOK KIRILGAN BİR SEKTÖR”
Savaşın enerji politikaları üzerindeki etkilerine de dikkat çeken Tanrısever, Rusya’nın artık Avrupa için güvenilir bir enerji tedarikçisi olmadığını, bu durumun enerji güvenliği tartışmalarını hızlandırdığını ifade etti. “Enerji çok kırılgan bir sektör. En küçük kriz bile büyük sarsıntılara yol açabiliyor. Ukrayna Savaşı’yla birlikte Avrupa, Rusya’dan enerji almaktan vazgeçti. Rusya ise bu açığı Çin gibi pazarlara yönelerek kapatmaya çalıştı.” değerlendirmesini yaptı.
Tanrısever, enerji güvenliğinin çok daha önce, 2004 Turuncu Devrimi’nden sonra Avrupa’nın gündemine girdiğini, 2006 yılında NATO’nun ilk kez enerji güvenliği doktrini yayımladığını hatırlattı. Bu süreçte Rusya’nın dost olmayan ve riskli bir tedarikçi olarak sınıflandırıldığını belirten Tanrısever, “Rusya’nın askerî gücünü kullanması, sadece komşularını değil, Avrupa’nın tamamını tedirgin etti. Enerji de bu tedirginliğin doğrudan etkilendiği alanlardan biri oldu.” dedi.
“SAVAŞIN BİTMESİNE ODAKLANMALIYIZ”
Savaşın çıkış sürecine ilişkin belirsizliklerin ve tarihi arka planın da iyi analiz edilmesi gerektiğini vurgulayan Tanrısever, “Bazı olayların hâlâ perde arkası karanlık. Bu savaşın engellenip engellenemeyeceği konusu tarihçilerin ilgi alanına giriyor ama bizim odaklanmamız gereken, bu savaşın nasıl sonlandırılabileceği ve etkilerinin nasıl kontrol altına alınabileceğidir.” ifadelerini kullandı.
1944’TEN 2022’YE KIRIM TATARLARI
2. oturumda; ASBÜ Dr. Öğr. Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu "1944 Sürgünü'nden Rusya-Ukrayna Savaşı'na Kırım ve Kırım Tatarları" isimli bildirisini sundu. Bezikoğlu sunumunun başında, kuzeyde devam eden savaşın sadece jeopolitik düzlemde değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve tarihsel katmanlarda da Türkiye’yi doğrudan etkilediğini vurguladı. “Göçten ekonomiye, Karadeniz’deki mayın tehdidinden askerî söylentilere kadar pek çok açıdan bu savaşın içindeyiz.” diyen Bezikoğlu, Ukrayna’daki gelişmelerin Türk kamuoyunda daha fazla karşılık bulması gerektiğini ifade etti.
Bezikoğlu, kendi ailesinin hikâyesini de anlatarak sürgün ve göç olgusunun Kırım Tatarları için çok önceden başladığını belirtti. Bezikoğlu, “Ben yüzde 100 Kırım Tatarıyım. 1783’teki Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası Kırım Hanlığı önce on yıl kadar bağımsız kaldı, ardından Rusya tarafından işgal edildi. Bu tarihten itibaren Kırım Tatarları Müslüman bir halk olarak Hristiyan bir çarın yönetiminde yaşamaya zorlandı. Orduya alınmak, domuz eti yemek gibi dinî inançlarına aykırı uygulamalara maruz kaldılar. Mallarına el konuldu, toprakları Rus asilzadelerine dağıtıldı. Halk köle, hizmetçi, ırgat konumuna düşürüldü.” ifadelerini kullandı.
Kırım Savaşı’ndan sonra 300 bin Kırım Tatarının Kırım’ı terk ettiğini belirten Bezikoğlu, “Gemi ve arabalarla Osmanlı topraklarına göç ettiler. Bazı gemiciler para toplayıp insanları Karadeniz’in ortasında bırakıyordu. Bu yaşananlar bugün televizyonda izlediğimiz manzaralardan farklı değildi. Osmanlı bu göçmenler için ‘Ak Topraklar’ dediğimiz bölgelere iskân sağladı. Ak, eski Türkçede hem ‘güney’ hem de ‘hak’ anlamına gelir. Bir kısmı Anadolu’ya, bir kısmı ise o dönem boş olan Romanya’nın Dobruca bölgesine yerleşti. Benim atalarım da Dobruca’ya yerleşti. Anneannem 2. Dünya Savaşı’nda, 17 yaşındayken Köstence’den Eskişehir’e göç etti.” dedi.
SÜRGÜN SÜRECİ 1944’TE BAŞLAMADI
Ayrıca Bezikoğlu, “Kırım Tatarlarının sürgün süreci 1944’te başlamadı, daha öncesi var. 2. Katerina döneminde Kırım bir ‘emlak’ gibi görülüyordu. Filistin’in Netanyahu için taşıdığı anlam neyse, Kırım da Rusya için o anlamı taşıyordu. Orayı ‘medeniyetin tacındaki inci’ olarak görüyorlardı. Rus edebiyatında da bu bakış açısını görürüz. Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi şiirinde Hansaray’ın boş odalarından bahseder. O odalar neden boş, hiç sorulmaz. Çünkü oradaki Müslüman halk yok sayılır.” şeklinde konuştu.
Kırım’ın stratejik ve kültürel önemine de değinen Bezikoğlu, "Kırım, sadece askerî değil, kültürel olarak da büyük bir öneme sahiptir. Osmanlı döneminde, Kırım, İslam kültürünün önemli merkezlerinden biri olmuştur. Ancak Rusya, bölgeyi ele geçirdikten sonra bu kültürel mirası yok etmeye çalıştı." diye konuştu.
İSMAİL BEY GASPIRALI
1880'lerde İsmail Bey Gaspıralı'nın ortaya çıktığını belirten Bezikoğlu, Gaspıralı'nın "Göç etmeyelim, kalalım ve mücadelemizi verelim" diyerek önemli bir duruş sergilediğini ifade etti. Bezikoğlu, Gaspıralı'nın, Rusya'dan hakları talep etmeyi önerdiğini ve bunun için Müslüman Partisinin kurulması gerektiğini vurguladığını söyledi. Hatta, Rusya'nın izin vermemesi durumunda, Volga Nehri üzerinde yapılan bir kongreyi örnek göstererek, "Müslüman İttifakı" için de bu şekilde hareket ettiklerini belirtti.
Bezikoğlu, Gaspıralı'nın Tercüman gazetesinin Türkçe ve Rusça olarak yayımlandığını ve bu gazetenin, dönemin en etkili kültürel araçlarından biri haline geldiğini aktardı. Ayrıca, Gaspıralı'nın dilde birlik çağrısının, bugün Türk Devletleri Teşkilatının (TDT) hedefleriyle örtüştüğüne dikkat çekti.
“1944’ÜN ETKİSİ HÂLÂ SÜRÜYOR”
Bezikoğlu, Sovyetler Birliği'nin 9 Mayıs'ta Nazi Almanyası'nı mağlup ettikten sonra, Kırım Tatarlarını vatanlarından sürerek büyük bir soykırıma uğrattığını söyledi. Stalin'in, Sovyetler Birliği'nde Türkçe konuşan toplulukları hedef alarak Karaçaylar, Çeçenler, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri'ni sürgün ettiğini ve bu olayın, Türk dünyasında büyük bir trajediye yol açtığını ifade etti.
Bezikoğlu, 1944 yılında yaşanan Kırım Tatarlar Sürgünü ve Soykırımı’nı “trajik bir kolektif hafıza” olarak nitelendirdi. Sovyetler Birliği’nin, bir gecede subtropikal iklime sahip Kırım’dan Orta Asya'nın zorlu coğrafyalarına, insanların iş ve yaşam koşullarını tamamen altüst edecek şekilde bir sürgün gerçekleştirdiğini belirten Bezikoğlu, bu travmanın etkilerinin hâlen sürdüğünü ifade etti.
Sürgün sırasında cephede savaşan askerlerin geri döndüklerinde ailelerini bulamamalarının yarattığı yıkıma dikkat çeken Bezikoğlu, "Sovyetler Birliği için savaşmış bir kahraman pilot olan Amethan Sultan bile ailesine ulaşamamıştı. 'Ben mi hainim, ailem mi hain?' diye isyan etmişti" ifadelerini kullandı. Sultan’ın Kırım’a dönmesine izin verilse bile, ailesi sürgün edildiği için dönmeyi reddettiğini aktardı.
RUSYA’NIN SİBER ATAKLARI
Konuşmasında yumuşak güç (soft power), sert güç (hard power) ve keskin güç (sharp power) kavramları üzerinden Rusya'nın dış politika araçlarını değerlendiren Bezikoğlu, oft power'ın edebiyat, müzik ve kültürel değerlerle başka ülkeleri etkileme kapasitesi olduğuna dikkat çekti. Avrupa'nın demokrasi, insan hakları ve ekonomik imkanlar gibi değerlerle cazibe oluşturduğunu belirten Bezikoğlu, bunun bir yumuşak güç unsuru olduğunu vurguladı.
Ancak, bu olumlu etkinin ötesinde bazı aktörlerin keskin güç (sharp power) kullanarak kamuoyunu manipüle ettiğini belirten Bezikoğlu, bu yöntemin dezenformasyon, propaganda, siber saldırılar ve toplumsal kutuplaşmayı artırma gibi araçlarla yürütüldüğünü söyledi. Bezikoğlu, Soğuk Savaş döneminden bu yana Rusya'nın bu tür "active measures" (aktif önlemler) adı verilen yöntemleri kullandığını kaydetti.
Rusya’nın, askerî gücünü yalnızca sahaya asker sürerek değil, elektronik sistemleri hedef alarak da kullandığını belirten Bezikoğlu, modern silahların elektronik altyapıya bağımlı hale gelmesiyle birlikte siber yeteneklerin öne çıktığını söyledi.
“KIRIM TATARLARI ASLA VAZGEÇMEYECEK”
Kırım işgaline karşı ilk tepkiyi Kırım Tatarlarının verdiğini belirten Bezikoğlu, Kırım Tatarlarının parlamentoya topluca gittiğini ancak bu süreçte yalnızca yüzde 1 oy almış bir partinin liderinin bir darbeyle başbakan ilan edildiğini ifade etti. Bezikoğlu bu durumu “Bu, klasik bir KGB operasyonudur. Önceden planlanmış, uygulanmış bir işgal taktiğidir.” şeklinde yorumladı.
Son olarak Bezikoğlu, “Kırım Tatarları asla vazgeçmeyecek. Ancak bizim de İsmail Gaspıralı gibi yaratıcı olmamız gerekiyor. Çünkü bu kültür yaşamak istiyor ve yok edilmeyi reddediyor.” ifadeleriyle sunumunu sonlandırdı.
SAVAŞIN TÜRKİYE’DEKİ UKRAİN DİASPORASINA ETKİLERİ
ODTÜ Sosyoloji Bölümü doktora öğrencisi Aysima Çalışan "Rusya-Ukrayna Savaşı Sonrası Türkiye'deki Ukrayna Sivil Toplumunun Dönüşümü” başlıklı bildirisini sundu. Çalışan, sosyolojik araştırmalarının göç, iklim değişikliği ve afet yönetimi üzerine odaklandığını belirterek, Ukrayna Savaşı sonrasında Türkiye’ye gelen Ukraynalılar, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri ile gerçekleştirdikleri saha araştırmasından analizler sundu. Aralık 2022’de başlayan ve 5 ilde yaklaşık 100 katılımcıyla yapılan görüşmelere dayanan bu çalışmada, savaş mağdurlarının deneyimlerini ve Türkiye'deki sosyal uyum süreçlerini incelediklerini belirtti. Aynı zamanda Çalışan bu görüşmelerde, savaş sonrası Türkiye’ye gelen bireylerin kimlik, aidiyet ve toplumsal uyum süreçleri üzerine önemli bulgulara ulaşıldığını ifade etti.
Konuşmasının devamında sosyal hareketler kuramına değinen Çalışan, savaş gibi kriz anlarının toplumlarda yeni kolektif kimliklerin ortaya çıkmasına neden olduğunu vurguladı. Çalışan, “Savaş yalnızca cephede yaşanmaz; toplumsal düzlemde kimlikler yeniden şekillenir, yeni dayanışma biçimleri doğar.” diyerek sosyal hareketlerin yalnızca kitlesel protestolardan ibaret olmadığını, aynı zamanda dijital kampanyalar, sanat üretimleri ve yardım ağları gibi çeşitli biçimlerde tezahür ettiğini ifade etti. Çalışan özellikle Ukrayna Savaşı sonrasında hem Ukrayna içinde hem de diasporada gelişen dayanışma biçimlerinin bu hareketlerin örneklerinden olduğunu belirtti.
SAVAŞA SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ
Çalışan Kaynak Seferberliği Teorisi, Politik Süreçler Yaklaşımı ve Yeni Sosyal Hareketler kuramlarına da değindi ve özellikle 1980 sonrası kimlik temelli hareketlerin yükselişine işaret eden Yeni Sosyal Hareketler yaklaşımının, diasporik toplulukların mücadele biçimlerini anlamada daha açıklayıcı olduğunu belirtti. Bu tür hareketlerin, lider odaklı olmaktan çok yatay örgütlenmelerle şekillendiğini ve kimlik, temsil, görünürlük gibi talepleri ön plana çıkardığını ifade etti.
Saha çalışmasından örnekler sunan Çalışan, Ukrayna'da sivil direnişin yalnızca askerî değil, kültürel biçimlerde de geliştiğini, sanatın ve müziğin birer direniş aracına dönüştüğünü ifade etti. Bununla birlikte Çalışan, Türkiye’de ise diasporanın Ulus’taki Atatürk Anıtı çevresinde düzenlediği anma etkinlikleri, protestolar ve sosyal medya kampanyalarının sosyal hareketler kapsamında değerlendirilebileceğini söyledi.
“SAVAŞ YENİDEN İNŞA SÜRECİNİ BAŞLATABİLİR”
Diaspora topluluklarının yalnızca göçmenlik statüsüyle değil, aynı zamanda aktif özne olarak kamusal alana müdahale ettiğini belirten Çalışkan, sosyal hareketlerin bu süreçte “biz” bilincini pekiştiren araçlar hâline geldiğini kaydetti. Anadil kullanımı, bayrak, semboller ve geleneksel kıyafetlerin kamusal alandaki görünürlüğünün, diasporik kimliğin güçlendirilmesinde kritik rol oynadığını ifade etti.
Sunumunu sosyal hareketlerin dönüştürücü gücüne vurgu yaparak sonlandıran Çalışkan, savaş gibi kriz anlarının, sadece yıkım değil aynı zamanda yeniden inşa süreçleri olduğunu belirtti. “Her sosyal hareket, başarısız görünse bile, ardında bir hafıza ve farkındalık bırakır. Bu da onu sosyolojik olarak anlamlı ve dönüştürücü kılar. O, kimliklerimizin yeniden inşa etmesi açısından önemli bir noktada durur. Ve yıkım karşısında bize yeni bir anlam, yeni bir umut, yeni bir biz oluşturma fırsatı sunar. Ukrayna Savaşı da aslında sadece hayatta kalmaya değil, hatırlanmaya, direnmeye ve bir ülkeye ya da bir millete daha doğrusu yeniden kurmaya çalışan bir savaş olarak karşımıza çıkıyor.” dedi.
“Rusya-Ukrayna Savaşı: "Sınırların Ötesinde Bir Kriz” isimli sempozyum katılım belgelerinin takdimi ile sona erdi.
Son Haberler