"Azerbaycan, satranç tahtasında piyon değil, oyunun kurallarını değiştiren bir aktördür"
Yazının Giriş Tarihi: 03.07.2025 17:44
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.07.2025 17:54
Rusya'nın Güney Kafkasya üzerinde 200 yıldan fazla süredir kontrol sağlamaya çalıştığı sır değildir. Bu süre zarfında ister Çarlık Rusyası, ister Sovyetler Birliği ya da Sovyet sonrası Kremlin deneyimlerinde temel yöntem değişmeden kalmıştır: etnik ve siyasî çatışmalar yaratmak, ardından "arabulucu" rolüyle hem askerî hem de diplomatik etki alanı oluşturmak. Kabul etmek gerekir ki, bu politika özellikle son on yıllara kadar Kremlin için başarılı olmuştur. Ancak ilk kez Moskova, bu metodolojinin etkinliğini hızla yitirmektedir. İlginç olan, bu yeni aşamanın hatlarını tam da Rusya’nın uzun yıllar karşı karşıya getirdiği Azerbaycan ve Ermenistan’ın paralel şekilde belirlemesidir.
Bilindiği gibi, bugün Azerbaycan’da Rusya’ya karşı hem resmî hem de toplumsal tepkiler son derece sert ve haklı biçimde şekillenmiştir. Özellikle Yekaterinburg’da yaşanan olaylarda Azerbaycanlıların ölümüne dair Bakü sessiz kalmamış, aksine Rusya’nın hukuk ve kolluk sistemini “etnik temelli katliam” ile suçlayarak konuyu açıkça siyasî alana taşımıştır. Bu, Azerbaycan’ın artık Rusya’ya karşı sadece içsel duygusal bir reaksiyon değil, somut siyasî bir tutum sergilediğinin göstergesidir.
Aynı zamanda Ermenistan Parlamentosu Başkanı Alen Simonyan da Rusya’ya karşı oldukça sert bir tutum ortaya koymuştur. Rus televizyon kanallarının yayınlarının durdurulması önerisini gündeme getirmesi ve bu konunun “ciddi şekilde tartışılma zamanı geldi” demesi, Ermenistan’ın da Kremlin’in bilgi araçlarını ulusal bir tehdit olarak değerlendirdiğini göstermektedir. Simonyan’ın “bu mankurtların programlarına ve ülkelerine girişlerine çoktan yasak kondu” ifadeleri ile Rus sunucuları “degenerat” olarak nitelemesi, Moskova ile ilişkilerde klasik diplomatik üslubun artık terk edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bakü ve Erivan’ın bu yaklaşımı, Moskova’nın Güney Kafkasya siyasetinde kullandığı “yukarıdan aşağıya” memnuniyetsizlik mekanizmasını alt üst etmektedir. Daha önce Kremlin’in müdahaleleri bölge ülkelerindeki iç siyasi çalkantılara dayanıyorduysa, artık tam tersi bir süreç yaşanmaktadır. Yani Azerbaycan ve Ermenistan’ın siyasî merkezlerinden eş zamanlı olarak gelen direnç, Moskova’yı ciddi baskı altına almaktadır. Bu, bölge siyasî tarihinde bir ilk olma özelliği taşımaktadır.
Azerbaycan ve Ermenistan gibi uzun yıllar birbirine karşı duran iki ülkenin aynı anda ya da paralel biçimde Moskova’ya karşı direnç göstermesi yalnızca günlük siyasî konjonktürle açıklanamaz. Bu daha çok bölgenin farklı koşullarla yeni bir jeopolitik düzene geçiş çabası olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda önemli bir detay gözden kaçırılmamalıdır: Nikol Paşinyan’ın son Türkiye ziyareti sırasında Zengezur Koridoru ile ilgili varılan anlaşma.
Elde edilen bilgilere göre, bu anlaşma Rusya’nın koridor üzerinde herhangi bir kontrol imkânına sahip olmaması anlamına gelmektedir. Bu da Moskova’nın sürecin tamamen dışında kalması demektir.
Kremlin, bu yeni jeopolitik dengeyi bozmak için harekete geçti ve iddialara göre dinî kanallar aracılığıyla Ermenistan’da Paşinyan’a karşı darbe girişiminde bulundu. Ancak bu girişim başarısız oldu. Şimdi de benzer senaryo ile Azerbaycan’a baskı uygulamaya çalışmaktadır. Fakat bu çabalar da sonuç vermemektedir. Aslında Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan üçlüsü, Rusya’nın etkisine meydan okuyan yeni bir bölgesel eksen oluşturmaktadır. Bu da Kremlin için sadece stratejik değil, aynı zamanda psikolojik bir yenilgidir.
Moskova’nın arabulucu ve garantör rolüne duyulan ihtiyaç artık sona ermiştir. Bu rolün yeni taşıyıcısı yerel iradedir. Bakü ve Erivan’ın kendi karar alma egemenliği ile Türkiye’nin inisiyatifiyle şekillenen bölgesel bir mekanizmadır. Bu değişiklikler, Güney Kafkasya’da yeni bir güvenlik mimarisinin kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Zengezur’da iletişim hatlarının açılması, şu aşamada sadece Azerbaycan ve Türkiye için değil, aynı zamanda Ermenistan için de önemli bir jeopolitik fırsat olarak değerlendirilmektedir. Ancak 10 Kasım Bildirgesi’nde yer alan maddeye göre, yola hakimiyetin Kremlin’e verilmesi tarafların hiçbirine fayda sağlamamaktadır. Bu nedenle, yeni bir model temelinde Rusya’nın katılmadığı alternatif bir iletişim çerçevesinin kurulması ihtimali artmaktadır. Türkiye’de bu konunun artık masaya yatırıldığı da muhtemeldir. Yine olasılıklar arasında “Kaliningrad modeli” ya da benzerî bir mekanizma da bulunmaktadır.
Aslında Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde son dönemde yaşanan gerginliğin arka planında yatan temel motivasyon da bu yeni düzenle doğrudan ilgilidir. Gürcistan’ın eski Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin de belirttiği gibi, bu tarihî bir anıdır: Rus İmparatorluğu'na karşı ortak ve amaçlı mücadele için ortaya çıkan nadir bir fırsat. Elbette burada silahlı mücadeleden değil, siyasî ve stratejik bir karşıtlıktan söz edilmektedir. Azerbaycan bu süreçte duygusal adımlar atmamakta, ancak gerçeği anlamaktadır: bölgenin geleceğine dair kararlar artık Moskova’nın dayatmalarıyla değil, bölgesel aktörlerin iradesiyle şekillenmelidir.
1997 yılında ABD’nin eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, meşhur IBüyük Satranç Tahtası” kitabında yazıyordu:
“Rus İmparatorluğu'nun dağılması ya da yeniden kurulması üç ülkeye bağlıdır: Ukrayna, Azerbaycan ve Özbekistan. Eğer bu ülkeler Moskova yörüngesinden uzak durursa, Rus İmparatorluğu yeniden kurulamaz.”
Brzezinski’ye göre, SSCB’nin dağılmasında olduğu gibi, gelecekte de Rusya’nın parçalanması bu üç ülkenin jeopolitik konumuna bağlı olacaktır. Bugünkü küresel süreçlere bakıldığında ise açıktır ki, Azerbaycan sadece kendi kaderini değil, tüm bölgenin ve hatta küresel güç dengesinin geleceğini şekillendiren temel aktörlerden biridir. Bu “büyük satranç tahtasında” biz piyade değil, kendi ağırlığı ve iradesiyle oyunun kurallarını değiştiren bir aktörüz.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Turan Rzayev
"Azerbaycan, satranç tahtasında piyon değil, oyunun kurallarını değiştiren bir aktördür"
Rusya'nın Güney Kafkasya üzerinde 200 yıldan fazla süredir kontrol sağlamaya çalıştığı sır değildir. Bu süre zarfında ister Çarlık Rusyası, ister Sovyetler Birliği ya da Sovyet sonrası Kremlin deneyimlerinde temel yöntem değişmeden kalmıştır: etnik ve siyasî çatışmalar yaratmak, ardından "arabulucu" rolüyle hem askerî hem de diplomatik etki alanı oluşturmak. Kabul etmek gerekir ki, bu politika özellikle son on yıllara kadar Kremlin için başarılı olmuştur. Ancak ilk kez Moskova, bu metodolojinin etkinliğini hızla yitirmektedir. İlginç olan, bu yeni aşamanın hatlarını tam da Rusya’nın uzun yıllar karşı karşıya getirdiği Azerbaycan ve Ermenistan’ın paralel şekilde belirlemesidir.
Bilindiği gibi, bugün Azerbaycan’da Rusya’ya karşı hem resmî hem de toplumsal tepkiler son derece sert ve haklı biçimde şekillenmiştir. Özellikle Yekaterinburg’da yaşanan olaylarda Azerbaycanlıların ölümüne dair Bakü sessiz kalmamış, aksine Rusya’nın hukuk ve kolluk sistemini “etnik temelli katliam” ile suçlayarak konuyu açıkça siyasî alana taşımıştır. Bu, Azerbaycan’ın artık Rusya’ya karşı sadece içsel duygusal bir reaksiyon değil, somut siyasî bir tutum sergilediğinin göstergesidir.
Aynı zamanda Ermenistan Parlamentosu Başkanı Alen Simonyan da Rusya’ya karşı oldukça sert bir tutum ortaya koymuştur. Rus televizyon kanallarının yayınlarının durdurulması önerisini gündeme getirmesi ve bu konunun “ciddi şekilde tartışılma zamanı geldi” demesi, Ermenistan’ın da Kremlin’in bilgi araçlarını ulusal bir tehdit olarak değerlendirdiğini göstermektedir. Simonyan’ın “bu mankurtların programlarına ve ülkelerine girişlerine çoktan yasak kondu” ifadeleri ile Rus sunucuları “degenerat” olarak nitelemesi, Moskova ile ilişkilerde klasik diplomatik üslubun artık terk edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bakü ve Erivan’ın bu yaklaşımı, Moskova’nın Güney Kafkasya siyasetinde kullandığı “yukarıdan aşağıya” memnuniyetsizlik mekanizmasını alt üst etmektedir. Daha önce Kremlin’in müdahaleleri bölge ülkelerindeki iç siyasi çalkantılara dayanıyorduysa, artık tam tersi bir süreç yaşanmaktadır. Yani Azerbaycan ve Ermenistan’ın siyasî merkezlerinden eş zamanlı olarak gelen direnç, Moskova’yı ciddi baskı altına almaktadır. Bu, bölge siyasî tarihinde bir ilk olma özelliği taşımaktadır.
Azerbaycan ve Ermenistan gibi uzun yıllar birbirine karşı duran iki ülkenin aynı anda ya da paralel biçimde Moskova’ya karşı direnç göstermesi yalnızca günlük siyasî konjonktürle açıklanamaz. Bu daha çok bölgenin farklı koşullarla yeni bir jeopolitik düzene geçiş çabası olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda önemli bir detay gözden kaçırılmamalıdır: Nikol Paşinyan’ın son Türkiye ziyareti sırasında Zengezur Koridoru ile ilgili varılan anlaşma.
Elde edilen bilgilere göre, bu anlaşma Rusya’nın koridor üzerinde herhangi bir kontrol imkânına sahip olmaması anlamına gelmektedir. Bu da Moskova’nın sürecin tamamen dışında kalması demektir.
Kremlin, bu yeni jeopolitik dengeyi bozmak için harekete geçti ve iddialara göre dinî kanallar aracılığıyla Ermenistan’da Paşinyan’a karşı darbe girişiminde bulundu. Ancak bu girişim başarısız oldu. Şimdi de benzer senaryo ile Azerbaycan’a baskı uygulamaya çalışmaktadır. Fakat bu çabalar da sonuç vermemektedir. Aslında Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan üçlüsü, Rusya’nın etkisine meydan okuyan yeni bir bölgesel eksen oluşturmaktadır. Bu da Kremlin için sadece stratejik değil, aynı zamanda psikolojik bir yenilgidir.
Moskova’nın arabulucu ve garantör rolüne duyulan ihtiyaç artık sona ermiştir. Bu rolün yeni taşıyıcısı yerel iradedir. Bakü ve Erivan’ın kendi karar alma egemenliği ile Türkiye’nin inisiyatifiyle şekillenen bölgesel bir mekanizmadır. Bu değişiklikler, Güney Kafkasya’da yeni bir güvenlik mimarisinin kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Zengezur’da iletişim hatlarının açılması, şu aşamada sadece Azerbaycan ve Türkiye için değil, aynı zamanda Ermenistan için de önemli bir jeopolitik fırsat olarak değerlendirilmektedir. Ancak 10 Kasım Bildirgesi’nde yer alan maddeye göre, yola hakimiyetin Kremlin’e verilmesi tarafların hiçbirine fayda sağlamamaktadır. Bu nedenle, yeni bir model temelinde Rusya’nın katılmadığı alternatif bir iletişim çerçevesinin kurulması ihtimali artmaktadır. Türkiye’de bu konunun artık masaya yatırıldığı da muhtemeldir. Yine olasılıklar arasında “Kaliningrad modeli” ya da benzerî bir mekanizma da bulunmaktadır.
Aslında Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde son dönemde yaşanan gerginliğin arka planında yatan temel motivasyon da bu yeni düzenle doğrudan ilgilidir. Gürcistan’ın eski Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin de belirttiği gibi, bu tarihî bir anıdır: Rus İmparatorluğu'na karşı ortak ve amaçlı mücadele için ortaya çıkan nadir bir fırsat. Elbette burada silahlı mücadeleden değil, siyasî ve stratejik bir karşıtlıktan söz edilmektedir. Azerbaycan bu süreçte duygusal adımlar atmamakta, ancak gerçeği anlamaktadır: bölgenin geleceğine dair kararlar artık Moskova’nın dayatmalarıyla değil, bölgesel aktörlerin iradesiyle şekillenmelidir.
1997 yılında ABD’nin eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, meşhur IBüyük Satranç Tahtası” kitabında yazıyordu:
“Rus İmparatorluğu'nun dağılması ya da yeniden kurulması üç ülkeye bağlıdır: Ukrayna, Azerbaycan ve Özbekistan. Eğer bu ülkeler Moskova yörüngesinden uzak durursa, Rus İmparatorluğu yeniden kurulamaz.”
Brzezinski’ye göre, SSCB’nin dağılmasında olduğu gibi, gelecekte de Rusya’nın parçalanması bu üç ülkenin jeopolitik konumuna bağlı olacaktır. Bugünkü küresel süreçlere bakıldığında ise açıktır ki, Azerbaycan sadece kendi kaderini değil, tüm bölgenin ve hatta küresel güç dengesinin geleceğini şekillendiren temel aktörlerden biridir. Bu “büyük satranç tahtasında” biz piyade değil, kendi ağırlığı ve iradesiyle oyunun kurallarını değiştiren bir aktörüz.