SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Kuzey Kafkasya

QHA - Kırım Haber Ajansı - Kuzey Kafkasya haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kuzey Kafkasya haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanından Türkiye vurgusu: Kıyiv-Kafkasya-Ankara hattında yeni güvenlik mimarisi Haber

Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanından Türkiye vurgusu: Kıyiv-Kafkasya-Ankara hattında yeni güvenlik mimarisi

Ukrayna Parlamentosu Başkanı Ruslan Stefançuk ile sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev, 14 Kasım’da Kıyiv'de önemli bir görüşme gerçekleştirdi. Stefançuk, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada Ukrayna ile İçkerya arasındaki ilişkinin “askerî dayanışmadan siyasî iş birliğine evrildiğini” vurgulayarak, iki halkın özgürlük mücadelesinde yan yana durduğunu söyledi. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı İnal Şerip’in Kyiv Post için kaleme aldığı makalede, Stefançuk ile Zakayev arasında 14 Kasım’da yapılan görüşmenin, Kıyiv’in Kuzey Kafkasya politikasında sembolik jestleri aşarak kurumsal bir aşamaya geçtiğinin altı çizildi. Şerip, bu temasın Kıyiv Deklarasyonu’nun uygulanmasını hızlandıracak bir “dönüm noktası” olduğunu vurgularken, Ukrayna’nın bölgede istikrarı güçlendirme çabasının yalnızca jeopolitik değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliği açısından da zorunlu hale geldiğini ifade etti. Makalede özellikle Türkiye’nin rolüne dikkat çekilerek, Ankara’nın Karadeniz güvenliği, enerji koridorları ve Kafkasya dengeleri nedeniyle oluşan benzersiz konumu sayesinde kurulacak uluslararası koalisyonun “kilit aktörü” olacağı, Kıyiv’de düzenlenen konferansın devamının Türkiye’de yapılmasının ise süreci bölgesel gerçekliğe uyarlamak açısından kritik önemde olacağı vurgulandı. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı İnal Şerip’in Kıyiv Post’ta 18 Kasım 2025 tarihinde yayımlandığı köşe yazısının tam metni şu şekilde: "14 Kasım’da, Ukrayna Parlamentosunda (Verhovna Rada) Parlamento Başkanı Ruslan Stefançuk ile Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev arasında göz ardı edilen ancak önemli bir görüşme gerçekleşti. Görüşmenin ardından konuşan Stefançuk, buluşmanın siyasi ve ahlaki boyutuna dikkat çekti. 'Çeçen halkının değerli bir evladı ve Ukrayna’nın büyük dostu Ahmed Zakayev’le yapılan görüşmeler her zaman özeldir' şeklinde belirten Stefançuk şu ifadeleri kullandı: 'Sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı ile kardeş halklarımızın özgürlük için ortak mücadelesini konuştuk. Biz birlikteydik, birlikteyiz ve birlikte olacağız. Bu da Rus saldırganlığını birlikte yeneceğimiz, şovenist diktatörlüğü ve tiranlığı birlikte alt edeceğimiz anlamına geliyor.' Görüşme, Kıyiv’de düzenlenen 'Kuzey Kafkasya: Avrupa’nın Güvenlik Sınırı' başlıklı uluslararası konferanstan iki hafta sonra yapıldı ve büyük ölçüde orada kabul edilen Kıyiv Bildirgesi üzerine yoğunlaştı. Konferans gündeminin hızla parlamentonun en üst düzeyine taşınması önemli bir sinyal veriyordu: Bu konular artık soyut bir jeopolitik dipnot olarak görülmüyor. Görüşmeden hemen sonra Ahmed Zakayev ile sonuçları değerlendirdim; ele alınan meselelerin güncelliğini ve sembolik jestlerden pratik adımlara geçme gerekliliğini doğruladı. Zakayev’in ifadesiyle; 'Çeçen İçkerya Cumhuriyeti’ne gösterdikleri ilgi için Ukrayna liderliğine teşekkür ederim. Askerî iş birliğinden siyasi angajmana geçiş ilişkilerimizin en doğal evrimidir.' Kuzey Kafkasya’nın Ukrayna’nın -ve dolayısıyla Avrupa’nın- güvenliği açısından önemi coğrafi boyutla sınırlı değildir. Burası Karadeniz ve Hazar Denizi arasında bir güzergâh düğümü, enerji ve ticaret için bir koridor, göç akışları için bir tahliye vanası ve devlet ile devlet dışı aktörlerin kesiştiği bir alandır. Bu bölgedeki herhangi bir istikrarsızlık, altyapı, lojistik ve kamu güvenliğine yönelik tehditler şeklinde güney ve doğu Ukrayna’da neredeyse anında hissedilir. Buna bir faktör daha eklenmelidir: Kremlin’in savaşı sürdürmek için bölgeden insan kaynağı devşirme kapasitesi. Soğukkanlılıkla bakıldığında, Kuzey Kafkasya'nın dayanıklılığına yatırım yapmak, Kremlin propagandasının iddia ettiği gibi 'iç işlerine müdahale' değil, bir caydırıcılık stratejisinin parçasıdır. Kıyiv Deklarasyonu önemlidir çünkü söylemlerden uygulanabilir bir çerçeveye geçiş sağlar. Deklarasyonun mantığı; hukuki araçları, yaptırım politikasını, insani korumayı ve stratejik iletişimi tek bir operasyonel pakette birleştirmektir. Önemli bir nokta da şudur: Deklarasyonda belirtilen yol haritasının Ukrayna’ya düşen kısmı (Kuzey Kafkasya gündeminin aktörleriyle etkileşimin kurumsallaştırılması, diyalog kurallarının belirlenmesi ve ilerlemeyi ile sorumluluğu ölçmeyi mümkün kılan mekanizmaların uygulanması), doğrudan Ukrayna parlamentosuna hitap etmektedir. Kafkasya’da Rusya’nın istikrarsızlaştırıcı kapasitesini sınırlamakla ilgilenen uluslararası bir koalisyonun oluşturulması, deklaratif değil, pragmatik olmalıdır. Bu durum, romantizmi ya da maksimalizmi gerektirmez; sadece kurumlar hazır oldukça, hukuki boşluklardan ve siyasi doğaçlamalardan kaçınılarak uygulanabilecek bir dizi adımdan bahsediyoruz. Bu dengeli yaklaşım, risklerin kabul edilmesiyle başlar – aceleci adımlar aynı anda hem merkezkaç hem de merkeze çekici güçleri güçlendirebilir ve bölge ile komşuları için istenmeyen senaryolara yol açabilir. Sağduyulu bir yaklaşım “belirsizliği azaltanı güçlendirmektir”: Hukuki adımlar için kanıt oluşturmak, karar alıcılara ve topluma doğrulanabilir veriler sunmak ve şiddetten çıkmanın maliyetini halk için (elitler için değil) düşüren insani mekanizmaları desteklemek. Bu yaklaşım, dış manipülasyona karşı zafiyeti azaltırken süreci uluslararası hukuk çerçevesinde tutar. Dengeli yaklaşımın bir diğer unsuru ise koalisyon inşasıdır. Kafkasya’da Rusya’nın istikrarsızlaştırıcı kapasitesini sınırlamakla ilgilenen uluslararası bir koalisyonun oluşturulması deklaratif değil, pragmatik olmalıdır. Türkiye bu noktada kilit role sahiptir: Bir Karadeniz gücü olarak güvenlik, enerji ve ulaştırma alanlarında önemli bir ortak olup, kendi etki araçlarına ve hassasiyetlerine sahiptir. Konferansın Türkiye’de devam ettirilmesi mantıklı bir sonraki adımdır; ancak Kıyiv'deki gündemin aynen tekrarlanmaması önemlidir. Bölgesel istikrar ve karşılıklı fayda önceliklerinden parlamentolar, bakanlıklar ve uzman toplulukları arasındaki operasyonel kanallara kadar, gündem Türkiye’nin perspektifine uyarlanmalıdır. Bu girişimin başarısı sembolik adımlarla değil; eşgüdümlü prosedürlerin devreye girmesiyle ölçülecektir: veri paylaşımı, ortak risk değerlendirmeleri ve insani ile kolluk protokollerinin uyumluluğu. Önümüzdeki aylarda üç pratik görev kritik önem taşıyacaktır. Birincisi, Kıyiv Deklarasyonu’nda önerilen parlamenter destek mekanizmalarının işler hale gelmesini sağlamak; böylece “Kafkasya gündemi” sadece medyada tartışılan bir konu olarak kalmayıp, komite ve genel kurul oturumlarının gündemine taşınmalıdır. Bu, Kuzey Kafkasya aktörleriyle diyalog için net bir kanal oluşturmayı ve verilen taahhütlerin yerine getirilmesini gerektirir. İkincisi, bilgi asimetrisini azaltacak bir kamu izleme altyapısı kurmayı planlıyoruz: Dünyanın bölgede olan bitenin gerçek resmini görebilmesini sağlamak için birleşik veri toplama yaklaşımları, düzenli raporlamalar, şeffaf metodolojiler ve tanık koruma mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Son olarak, siyasi ve hukuki eylemler arasındaki bağlantıyı güçlendirmeliyiz; böylece cesur açıklamalar, teşvikleri değiştiren ve şiddet kaynaklarını sınırlayan mali, idari ve zorlayıcı kararlarla desteklenmiş olur. Çeçen lider ile Ukrayna Parlamentosu Başkanı arasındaki son toplantı son derece son derece yerindeydi; zira refleksif, olay odaklı adımlardan kurumsal disipline geçişi pekiştirdi. Ukrayna’nın çıkarı basit ve açıktır: Kremlin’in Kuzey Kafkasya’yı bir seferberlik kaynağı ve istikrarsızlık platformu haline getirme seçenekleri ne kadar az olursa, Ukrayna’nın güvenliği o kadar güçlenir ve Avrupa’nın genel mimarisi o kadar sağlam olur. Bu, tek bir belgeyle ya da tek bir ziyaretle sağlanamaz; günlük, titiz ve sistemli, sıradan ve bu nedenle güvenilir, bir çalışmayla inşa edilmelidir. Kıyiv, konuyu Ukrayna parlamentosuna taşıyarak ve onu belirli mekanizmalarla ilişkilendirerek zaten bir adım attı. Bir sonraki adım, Ankara’nın pozisyonunu dinlemek, ortaklarımıza ölçülebilir hedefler sunmak ve ‘Kafkasya gündemi’nin maceracılık değil, her bir adımı ölçülebilir, riski geri çevrilebilir ve prosedürü açık, teknoloji odaklı bir politika olduğunu göstermektir. Ancak o zaman Avrupa sadece durumu doğru bir şekilde değerlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda uzun süredir kör noktada kalan bir bölgeyi iyileştirmek için gerçek bir şansa da sahip olacaktır.

Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı: Kuzey Kafkasya artık Avrupa güvenliğinin ayrılmaz bir parçası Haber

Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı: Kuzey Kafkasya artık Avrupa güvenliğinin ayrılmaz bir parçası

Ukrayna’nın başkenti Kıyiv'de 1 Kasım 2025 tarihinde “Avrupa'nın Güvenlik Sınırı: Kuzey Kafkasya” başlıklı bir uluslararası konferans düzenlendi. Sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı İnal Şerip, Kıyiv Post gazetesinde yayımlanan köşe yazısında, ilgili konferansının sonuçlarını değerlendirdi. Şerip, etkinliğin Ukrayna Parlamentosunun (Verhovna Rada) Rusya’nın Çeçen İçkerya Cumhuriyeti topraklarını geçici olarak Rus işgali altındaki topraklar olarak tanıyan 2672-IX sayılı kararının 3. yıl dönümüne denk geldiğini hatırlatarak konferansın ana mesajının, “Avrupa’nın istikrarının Kuzey Kafkasya halklarının kaderinden ayrı düşünülemeyeceği” olduğunu belirtti. Toplantıya Ukrayna Parlamentosu Başkanı Ruslan Stefançuk, eski Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko, Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev, Litvanyalı Avrupa Parlamentosu Üyesi Rasa Jukneviciene ve eski Polonya Dışişleri Bakanı Anna Fotıga gibi isimlerin katıldığına dikkat çeken Şerip, “Böyle bir kadro, konuyu ulusal düzeyden tüm Avrupa ve Atlantik ötesi bir düzeye taşıyarak, Kuzey Kafkasya'nın güvenlik ana akımına girdiğini işaret ediyor.” ifadelerini kullandı. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, konferansta kabul edilen Kıyiv Bildirgesi’nin, Kuzey Kafkasya’yı Avrupa güvenliğinin “stratejik halkası” olarak tanımladığını aktardı. Bildirgede hibrit saldırılar, baskılar, zorunlu göçler ve dezenformasyon gibi bölgedeki tehditlerin uluslararası koordinasyon gerektiridiğine vurgu yapıldığına dikkat çeken Şerip, “Bu yaklaşım, ‘tüm Rusya'yı kapsayan’ bakış açısının terk edilerek, Kuzey Kafkasya'nın kendi elitleri ve yörüngesi olan ayrı bir makro bölge olarak görülmesi anlamına geliyor.” dedi. SOMUT BİR YOL HARİTASI SUNULDU Ayrıca Şerip’e göre bildirgede dört temel başlıkta şekillenen eylem planı, AB ve NATO politikalarına entegre edilebilecek somut bir yol haritası olarak sunuldu. Plan; hukuki alanda, evrensel yargı mekanizmalarının işletilmesi, insan hakları ihlallerinin belgelenmesi ve uluslararası mahkemelere başvuruların desteklenmesini öngörüyor. Yaptırım boyutunda, baskı, zorunlu seferberlik ve kültürel asimilasyon politikalarından sorumlu kişi ve kurumlara yönelik yeni yaptırım tedbirleri gündeme getiriliyor. İnsani alanda, mültecilerin ve siyasi tutukluların korunması ile Kuzey Kafkasya halklarının dil ve kültürlerinin yaşatılması hedefleniyor. İletişim ekseninde ise dezenformasyonla mücadele, bağımsız medya kuruluşlarının güçlendirilmesi ve uzman analizlerinin desteklenmesi öne çıkıyor. Bununla birlikte Şerip, belgede Ukrayna Parlamentosuna, Çeçen İçkerya Cumhuriyeti vatandaşlığını tanıması, sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti kurumlarına yasal statü vermesi ve “İçkerya’nın Yeniden Özgürleştirilmesi Komitesi”ni resmî bir yapı olarak kabul etmesi çağrısında bulunduğuna dikkat çekti. Ayrıca Avrupa Parlamentosu, NATO Parlamenter Asamblesi ve ulusal parlamentolara yönelik çağrılarda da, Kuzey Kafkasya’daki insan hakları ihlallerinin belgelenmesi, yaptırım listelerinin genişletilmesi ve bölge halklarıyla doğrudan diyalog kurulması önerildiğini vurguladı. YENİ GİRİŞİM: KAFKASYA NÖBETİ Şerip, "Konferanstaki bir başka önemli gelişme “Kafkasya Nöbeti” (Caucasus Watch) adlı bir izleme ve uzman ağının kurulması kararının kabul edilmesi oldu. Bu platform, insan hakları ihlallerini, yaptırımların etkisini ve bölgesel analizleri bir araya getirerek politika yapıcılar için güvenilir veri sağlamayı amaçlıyor." değerlendirmesinde bulundu. Bakan Şerip, gelecekteki gidişatın, beyanatların hacmiyle değil, kurumsal adımların hızı ve kurumlar arası koordinasyonun kalitesiyle ölçüleceğini belirterek, Ukrayna'nın sunduğu bu politika altyapısının uygulanması için parlamentoların siyasi iradesinin ve uzman ağlarının uyumunun kilit rol oynayacağını vurguladı. MOSKOVA'NIN KAFKASYA'DAKİ DAYANAKLARI ZAYIFLIYOR Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı konferansın genel atmosferinin, Atlantik Konseyi’nin Avrasya Merkezi kıdemli araştırmacısı ve Amerikan Dış Politika Konseyine bağlı Orta Asya-Kafkasya Enstitüsü Program Direktörü Laura Lindemann’ın değerlendirmelerinde özetlendiğini belirtti. Lindemann, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki “stratejik geri çekilme” sürecine ve bölgedeki arabuluculuk dengelerinin değiştiğine dikkat çekti. Ayrıca, Moskova’nın Kuzey Kafkasya’daki kontrolünü sürdüren üç ana dayanağın -aşırı güvenlikleşme, bütçe transferleri ve kişisel sadakat ağları (özellikle “Kadirov modeli”)- zayıfladığını belirtti. Bu zayıflamanın, yerel çatışmalar, terör tehdidi ve dış aktörlerin müdahalesi risklerini artırdığını ifade eden Lindemann, “Kafkasya rotasının” Avrupa-Atlantik güvenlik stratejilerinin merkezine alınmasının artık bir önleyici adım haline geldiğini vurguladı. Siyasi öznenin kurumsallaştırılması, yaptırım ve hukuk mekanizmalarının standartlaştırılması, doğrulanabilir verilerin üretilmesi ve parlamentolar arası diplomasinin güçlendirilmesi şeklinde Kıyiv Bildirgesi’nin pratik mantığını özetleyen Şerip, sürecin risklerine de dikkat çekerek yaptırım yorgunluğu, bürokratik yavaşlık, kaynaklara sınırlı erişim ve tanık güvenliği gibi sorunların yanı sıra, dış aktörlerin rekabet eden gündemlerinin de bu çabayı zorlaştırabilieceğini kaydetti. Ancak, “açıklamadan uygulamaya geçen” bu çerçevenin bile başlı başına önemli bir ilerleme olduğunu vurguladı. Şerip yazısını, “Kıyiv, mevzuattan uygulamaya kadar yeni argümanların yanı sıra bir politika altyapısı da sundu. Önümüzdeki gidişat, yapılan açıklamaların hacmiyle değil, kurumsal adımların hızı ve kurumlar arası koordinasyonun kalitesiyle ölçülecek.” sözleriyle sonlandırdı.

Kuzey Kafkasya Avrupa’nın Güvenlik Sınırı: Kıyiv’de yeni deklarasyon kabul edildi Haber

Kuzey Kafkasya Avrupa’nın Güvenlik Sınırı: Kıyiv’de yeni deklarasyon kabul edildi

Ukrayna’nın başkenti Kıyiv'de 1 Kasım 2025 tarihinde “Avrupa'nın Güvenlik Sınırı: Kuzey Kafkasya” başlıklı uluslararası konferans düzenlendi. Konferansa Ukrayna Parlamentosu Başkan Yardımcısı Oleksandr Koniyenko, sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev, Ukrayna Cumhurbaşkanlığı Ofisi Danışmanı Mıhaylo Podolyak, Ukrayna’nın eski Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko, Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) Başkanı Refat Çubarov, KTMM Başkan Yardımcısı ve Ukrayna milletvekili Ahtem Çiygöz, Ukrayna Milletvekili Mariya Mezentseva, dünyanın farklı ülkelerinden Çeçen diasporası temsilcileri, Ukrayna ordusunda görev alan gönüllü Çeçen birlikleri askerleri ve Kafkasya’nın diğer halklarının resmi delegeleri ile aktivistler katıldı. Ayrıca konferansın katılımcıları arasında Ukraynalı siyasetçiler, savaş gazileri, insan hakları savunucuları ve gazeteciler yer aldı. Ukrayna Parlamentosunun, Çeçen İçkerya Cumhuriyeti’nin Rusya Federasyonu tarafından işgalini ve Çeçen halkının soykırımını kınayan karar tasarısının kabulünün 3. yıl dönümüne ithafen düzenlenen “Avrupa'nın Güvenlik Sınırı: Kuzey Kafkasya” başlıklı uluslararası konferansta, Kuzey Kafkasya’nın stratejik önemi, bölge halklarının özgürlük ve kendi kaderini tayın etme mücadelesi, Kafkas birliklerinin Ukrayna’nın savunmasına ve Rus işgaline karşı direnişe katkıları ele alındı. Konferansın sonunda, “Kuzey Kafkasya'nın Avrupa'nın Güvenlik Sınırı Olduğuna Dair Kıyiv Bildirgesi” kabul edildi. Belgede, Kuzey Kafkasya’nın Avrupa güvenlik mimarisinde kritik bir rol oynadığı vurgulanarak, bölge halklarının özgürlük ve insan hakları mücadelesine uluslararası desteğin artırılması çağrısında bulunuldu. Bildirgenin tam metni şu şekilde: Kuzey Kafkasya'nın Avrupa'nın Güvenlik Sınırı Olduğuna Dair Kıyiv Bildirgesi Kıyiv, 1 Kasım 2025 Giriş Bizler, “Avrupa'nın Güvenlik Sınırı: Kuzey Kafkasya” adlı uluslararası konferansın katılımcıları olarak, Çeçen İçkerya Cumhuriyeti’nin işgalini kınayan 18 Ekim 2022 tarihli №2672-IX sayılı Ukrayna Parlamentosu kararının üçüncü yıl dönümü vesilesiyle Kıyiv’de toplandık. Birleşmiş Milletler Şartı, Helsinki Nihai Senedi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilkeleri doğrultusunda hareket ederek, Ukrayna’nın uluslararası tanınmış sınırları içindeki egemenliği ve toprak bütünlüğüne olan bağlılığımızı teyit ederek, Avrupa’nın istikrarı ve güvenliğinin, Kuzey Kafkasya halklarının kaderiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu kabul ederek, bu bildirgeyi kabul ediyoruz. I. Vizyon ve Temel İlkeler 1. Kuzey Kafkasya, Avrupa güvenlik sisteminin kritik bir halkasıdır. Hibrit saldırılar, militarizasyon, baskılar, sürgünler, kültürel asimilasyon ve bilgi operasyonları gibi sistematik tehditler sınır aşan niteliktedir ve koordineli uluslararası müdahaleler gerektirmektedir. 2. Kuzey Kafkasya’nın yeniden hukukun üstünlüğüne kavuşması, halklarının haklarının korunması ve bölgenin işgalden kurtulması, Avrupa’nın uzun vadeli istikrarının temel unsurlarıdır. Avrupa Birliği, Türkiye, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri için Rusya boyunduruğundan kurtulmuş bir Kuzey Kafkasya; Avrasya’da siyasi istikrarın, Karadeniz’de barışın, çöküş halindeki Rusya Federasyonu’nun emperyalist dürtülerinin dizginlenmesinin ve bu rejimin radikal İran’dan yalıtılmasının teminatıdır. 3. Bölge halklarının özgürlük, güvenlik ve onur arayışına destek verilmesi; caydırıcılık ve adil barış politikalarının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bağlamda, Batılı siyasetçi ve uzmanların Kuzey Kafkasya’yı “Rusya’nın bir parçası” olarak değil, kendi kimliği, elitleri ve geleceği olan bağımsız bir makro bölge olarak değerlendirmeye başlaması kritik önem taşımaktadır. Bu nedenle, bölgenin "milletler hapishanesinde" (Rusya) kalmaya devam etmesine bağlı kalmayan, bölgenin geleceğine dair kendi vizyonlarına sahip olanlarla diyalog başlatmak önemlidir. II. Siyasi ve Hukuki Yönergeler 4. Katılımcılar, Kuzey Kafkasya’ya yönelik kademeli bir İşgalden Kurtarılma Politikası Yol Haritası geliştirilmesini ve uygulanmasını desteklemektedir. Bu yol haritası dört tamamlayıcı eksenden oluşur: Hukuki eksen: Evrensel yargı mekanizmalarının kullanımı, suçların belgelenmesi, uluslararası mahkemelere başvuruların desteklenmesi. Yaptırım ekseni: Baskılar, askeri seferberlik, zorla göç ettirme ve kültürel yok etme eylemleri nedeniyle kişisel ve sektörel yaptırımların genişletilmesi. İnsani eksen: Mülteci ve yerinden edilmiş kişilerin korunması, siyasi mahkûmlara destek, tıbbi ve psikolojik yardıma erişim, dil ve kültürün korunması. İletişim ekseni: Dezenformasyonla mücadele, bağımsız medya ve uzman analizlerinin desteklenmesi. III. Çağrılar ve Tavsiyeler 5. Ukrayna Parlamentosuna: 18 Ekim 2022 tarihli №2672-IX sayılı kararın geliştirilmesi ve sürgündeki İçkerya devletinin işlevselliğinin sağlanması amacıyla: Çeçen İçkerya Cumhuriyeti vatandaşlığını tanımak. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti'nın uluslararası alanda tanınmasına kadar, üçüncü ülkelerin topraklarında Çeçen İçkerya Cumhuriyeti vatandaşlarının çıkarlarını Ukrayna'nın temsil etmesini sağlayacak yükümlülükleri kabul etmek. AB, Birleşik Krallık, Kanada, ABD ve Avrupa Parlamentosu’na, İçkerya’nın milli kurtuluş hareketini destekleme çağrısında bulunmak. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti İşgalden Kurtarılma Devlet Komitesi’ne milli kurtuluş mücadelesi yürüten resmi bir organ statüsü verilmesi ve düzenli parlamenter diyalog mekanizması oluşturulması. Kuzey Kafkasya konularında parlamento içi çalışma gruplarını uluslararası ortaklarla daha sistematik iş birliği için etkinleştirmek. "Rusya Federasyonu Sömürge Halklarının Milli Hareketleriyle Etkileşimine İlişkin Ukrayna Devlet Politikasının Temel İlkeleri Hakkında" (15 Temmuz 2024 tarihli ve 11402 sayılı) Yasa Tasarısını kabul etmek. 6. Avrupa Parlamentosuna, Avrupa Birliği ülkeleri, Birleşik Krallık, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri parlamentolarına ve Çeçen İçkerya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıyan ve ayrıca Ukrayna Parlamentosunun 18 Ekim 2022 tarihli 2672-IX sayılı Kararını destekleyen Rus demokratik muhalefet güçlerinin sağlıklı bir kesimine (öncelikle Rusya Cumhuriyeti Halk Temsilcileri Kongresi): Kuzey Kafkasya halklarının haklarına ilişkin kararlar kabul etme, kamuoyu duruşmaları ve bilgi toplama misyonları düzenleme de dahil olmak üzere Kuzey Kafkasya’nın işgalden kurtarılması politikasının parlamenter boyutunu desteklemek. Kuzey Kafkasya milli kurtuluş hareketleriyle diyalog kurulmasına yardımcı olmak; bu hareketlerle iletişim için parlamenter gruplar oluşturmak. Baskı ve zorla göç uygulamalarından sorumlu kişilere yönelik yaptırım listelerini genişletmek, Kuzey Kafkasyalı askerlerin Ukrayna’daki savaş suçlarına karışmalarını izlemek ve cezalandırılmalarını sağlamak için denetim mekanizmaları kurmak. 7. AB üye ülkeleri, Birleşik Krallık, Kanada ve ABD hükümetlerine ve kurumlarına: Kuzey Kafkasya konusunu stratejik caydırıcılık planlarına entegre etmek. Bölge halklarının insan hakları, kültürel miras ve dil koruma programlarını desteklemek. 8. AB üye ülkeleri, Birleşik Krallık, Kanada ve ABD’nin akademi, uzman çevreler ve STK’lara: Kuzey Kafkasya hukuku, güvenliği ve kültürü üzerine araştırmaları teşvik edecek bir uzman ağı kurmak. Ayrıca bölgedeki insan hakları ihlallerini izlemek üzere “Caucasus Watch” adlı kamu izleme platformunu oluşturmak.

Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanından kritik uyarı: Rusya Kafkasya'daki kontrolü kaybetmemek için etnik çatışma kışkırtabilir Haber

Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanından kritik uyarı: Rusya Kafkasya'daki kontrolü kaybetmemek için etnik çatışma kışkırtabilir

Karadeniz ve Kafkasya, “sınır bölgesi” olmaktan çıkarak yeni Avrasya düzeninin yapısal omurgasına dönüştü. Önümüzdeki yıllarda bu bölgelerde yaşanacak gelişmeler, Rusya’nın jeopolitik statüsünü belirleyecek. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı İnal Şerip’in Kıyiv Post için kaleme aldığı köşe yazısında, Ukrayna savaşının küresel öncelikleri kökten değiştirdiğini ve artık lojistik koridorların güvenliği ile kritik altyapının dayanıklılığının, geleneksel askeri güçten farksız bir stratejik öneme sahip olduğunu vurguladı. Bu bağlamda, ABD’li uzman S. Frederick Starr’ın değerlendirmelerine de atıfta bulunarak, Karadeniz’e serbest erişimin Kafkasya devletlerinin egemenliği için hayati olduğunu belirtti. Şerip, Batı’ya yönelimi hızlanan bu kritik coğrafyada kontrolü kaybetmek istemeyen Moskova’nın, doğrudan askeri karşılık yerine Dağıstan-Azerbaycan sınırındaki etnik fay hatlarını istismar eden "Lezgin Kartı" gibi asimetrik ve düşük maliyetli provokasyonlarla bölgede yönetilen bir belirsizlik yaratma tehlikesine dikkat çekerek Rusya’nın bu hamlelerinin, sadece Kafkasya’yı değil, tüm yeni Avrasya düzenini kilitleme riski taşıdığı uyarısında bulundu. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı İnal Şerip’in Kıyiv Post’ta 25 Ekim 2025 tarihinde yayımlandığı köşe yazısının tam metni şu şekilde: "Ukrayna'daki savaş, küresel öncelikler hiyerarşisini kökten değiştirdi; sınırların zorla değiştirilmesi tabusu fiilen kalkarken, yaptırımlar ve lojistik kontrolü devlet yönetiminin kalıcı araçları haline geldi. 'Sert' ve 'yumuşak' deniz ablukalarının rolü, altyapı üzerindeki siber baskı ve limanlar, boğazlar ve okyanuslara nehir erişimi için rekabetle birlikte artıyor. Haberleşme güvenliği ve kritik altyapının dayanıklılığı -günümüzde artık ordu mevcudu veya donanma tonajı kadar- belirleyici hale geldi. Avrasya haritasında bu değişim, en doğrudan Karadeniz ve Kafkasya’yı etkiliyor. Uzun süredir çevresel olarak görülen bu bölgeler artık yeni düzenin kilit düğümüne dönüşmüş durumda. Montrö Sözleşmesi, Karadeniz'e erişimde Türkiye'yi kaçınılmaz bir hakem yaparken; Tuna Nehri, Ukrayna-Romanya koridoru üzerinden Orta Avrupa'yı okyanuslara bağlıyor. Tahıl ve enerji lojistiği, kıyı sularının stratejik değerini yükseltiyor. Aynı zamanda, Karadeniz, Kafkasya, Hazar ve Orta Asya'yı birbirine bağlayan Orta Koridor (Trans-Hazar Koridoru) güçleniyor ve Avrupa Birliği’ne (AB) Rus güzergâhlarına alternatif bir yol sunuyor. Bu bağlamda, 30 Eylül 2025'te ABD Senatosu Avrupa ve Bölgesel Güvenlik Alt Komitesi'nin toplantısında konuşan S. Frederick Starr, Karadeniz krizinin Baltık kriziyle karşılaştırıldığında sistematik biçimde hafife alındığını savundu. Rusya, Türkistan ve Kafkasya konusunda uzman, Orta Asya ve Kafkasya Enstitüsü'nün kurucu başkanı ve Amerikan Dış Politika Konseyi'nin ( AFPC ) önde gelen Avrasya araştırmacısı olan Starr, Karadeniz’in üç NATO üyesi ülkeye (Romanya, Bulgaristan, Türkiye) ev sahipliği yaptığını ve Rusya’nın bu denizi Ortadoğu üzerindeki etkisini yansıtmak için kullandığını vurguladı. Starr’ın temel tezi şuydu: Karadeniz’e serbest erişim, Kafkasya ve hatta Orta Asya devletlerinin egemen manevra kabiliyetlerinin ön koşuludur; bu erişimin kaybı onları Moskova veya Pekin’in kontrolü altına iter. Rusya için riskler çok yüksek. Karadeniz–Kafkasya hattındaki nüfuzunu korumak, küresel güç iddiasının bir testi niteliğinde. Kontrolün kaybı, deniz koridorlarına, kaynak üslerine ve dışa açılma kanallarına erişimi daraltacak; bu da Avrupa üzerindeki enerji ve transit alanındaki baskı araçlarını zayıflatacak. Buna karşılık, rakip güzergâhların işleyişini bozabilme ve bölgeyi “yönetilebilir belirsizlik” içinde tutabilme yeteneği, Rusya’nın dış politika araç setinin ömrünü uzatıyor. Güney Kafkasya’nın Batı’ya yönelimi, ABD yönetiminin aracılığıyla Vaşington'da ağustos ayında duyurulan Ermenistan-Azerbaycan barış anlaşması sonrasında hız kazandı. Kimileri bu gelişmeyi 'tarihi' olarak nitelendirirken, diğer gözlemciler Beyaz Saray deklarasyonu ile onaylanmış bir barış anlaşmasının aynı şey olmadığını ve uzun vadeli uygulama gerektireceğini belirtiyorlar. Yine de niyetlerin teyidi ve altyapı projelerinin başlaması bile güç dengelerini değiştiriyor ve Moskova bunu keskin biçimde hissediyor. Rusya'nın tepkisi ne olacak? Doğrudan bir askeri karşılık, Ukrayna'ya karşı devam eden savaş ve kaynak maliyetleri nedeniyle kısıtlıdır. Yakın vadede daha olası senaryo asimetrik tepkiler; ekonomik baskılar (enerji, transit, seçici gümrük ve düzenleyici engeller), bilgi–psikolojik operasyonlar ve deniz hukuku ya da su alanı rejimleri üzerine hukukî ihtilaflar. Muhtemel 'hedefler' arasında Orta Koridoru’nun (Trans-Hazar) zayıf noktaları ve Karadeniz bağlantıları yer alıyor. Buralarda yaşanacak her aksama, Bakü, Kıyiv, Bükreş ve Brüksel için maliyeti artıracak ve Moskova’ya dolaylı nüfuz alanı sağlayacak. Kremlin’in Güney Kafkasya’nın Batı’ya kalıcı yönelimini sessizce kabullenmesi beklenmiyor. Bu çerçevede Vladimir Putin’in İlham Aliyev’e yönelik uzlaşmacı jestleri, zaman kazanma çabası olarak okunabilir. Bu strateji, farklı keskinlikte 'iğnelerden' oluşan bir set gibi: ekonomik kısıtlamalar, transit anlaşmazlıkları ve Azerbaycan çevresinde etnik fay hatlarını kaşıyan “yönetilebilir istikrarsızlık” yaratma çabaları. Bu bağlamda, uzun süredir kullanılan 'Lezgi Kartı' dikkat çekicidir. Dağıstan ile Azerbaycan'ın kuzeydoğusu arasında hassas kimlikleri manipüle etmeye dayalı bir araç. 1990’larda 'sınırların yeniden çizilmesi' ve 'tarihi adalet' söylemleri sıradan hale gelmişti; 'azınlıkların korunması' retoriği dış müdahale için meşrulaştırıcı gerekçe olarak kullanılıyordu. Abhazya savaşında, Kafkas Dağlı Halkları Konfederasyonu aracılığıyla bir ay içinde yaklaşık bin 500 gönüllünün seferber edilmesi, yerel bir kıvılcımın nasıl devletlerarası krize dönüşebileceğini göstermişti. En riskli senaryo, Dağıstan-Azerbaycan sınırında bir provokasyon, olayın bir 'etnik katliam' olarak gösterilmesi ve dolayısıyla bir 'insani görev' veya 'kardeş halkı koruma' iddialarına kapı açılmasıdır. Demografik yapı da kırılganlığı artırıyor; yalnızca Dağıstan’da yaklaşık 120 bin Azerbaycanlı, Azerbaycan’da ise 250 bin civarında Lezgi ve Avar yaşıyor. Dolayısıyla olası bir çatışma hızla sınırı aşarak Kremlin’e siyasi ve bilgi savaşında geniş manevra alanı sunacaktır. Şimdiden Dağıstan’da 'yerel aktivistler' aracılığıyla Azerbaycan karşıtı söylemleri yayıldığına dair haberler ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım Kremlin’in repertuarına tamamen uygun; düşük maliyet, yüksek etki ve sorumluluğun zor kanıtlanması. Moskova’nın 'Lezgi Kartını' uzun süredir yedekte tuttuğuna dair kanıtlar şunlardır: Birinci Çeçen Savaşı’ndan sonra Rus yetkililer, Rusya Federasyonu içindeki ulusal oluşumların uluslararası platformlarda temsilini sistematik biçimde sınırladı ve bu, birçok bölge ve cumhuriyetin Temsili Olmayan Milletler ve Halklar Örgütünden (UNPO) ayrılmasına yol açtı. 'Gönüllü' olarak ayrılanlar arasında; Başkurdistan (1998), Yakutistan (Saha) (1998), Mari El (2009), Çuvaşistan (2008), Tataristan (2008), Kumıkistan (2008), İnguşetya (2008), Komi (2009), Buryatya (2010), Tuva (2010) ve Udmurtiya (2013) vardı. Buna karşın, Rusya'da kendi federal özneliği olmayan, Dağıstan'ın güneyi ve Azerbaycan'ın kuzeydoğusunda yaşayan bir halk olan Lezgilerin Temmuz 2012'de UNPO'ya katılması ve bugün orada temsil edilen tek 'Rus' halkı olarak kalması dikkat çekicidir. Rusya içinde Lezgi kimliğini kurumsal olarak temsil eden yapı, merkezi Moskova’da bulunan Federal Lezgi Ulusal-Kültürel Özerkliği’dir. Başkanları Arif Paşayeviç Kerimov, Rusya Devlet Başkanlığına bağlı Uluslararası İlişkiler Konseyi üyesidir; başkan yardımcısı ise Rusya İçişleri Bakanlığı İç Kuvvetleri Zırhlı Araç Dairesi eski Başkanı, Tümgeneral Tagir Hiyiroviç Eminov’dur. Analistler tarafından bu yapı, Bakü üzerinde potansiyel bir etki kanalı olarak görülmektedir. Bugünkü konjonktürde Kuzey Kafkasya'nın bütün sistemin en kritik bileşenlerinden biri haline geldiğini görüyoruz. Rus kontrolü altında kaldığı sürece bölge, Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar tüm kuşak boyunca güç kullanabilen bir "barut fıçısı" potansiyelini koruyor. Bölgedeki herhangi bir yerel tırmanış, Güney Kafkasya ve Karadeniz'de anında yankı bulabilir. Özetle, Karadeniz ve tüm Kafkasya, 'sınır bölgesi' olmaktan çıkıp yeni Avrasya düzeninin yapısal omurgası haline geldi. Önümüzdeki birkaç yıl içinde burada kök salacak kurumlar, rotalar ve kurallar, yalnızca Ukrayna'nın istikrarını, Avrupa'nın güvenliğini ve Kafkasya ile Orta Asya'nın özerkliğini değil, aynı zamanda Rusya'nın küresel bir rakip statüsünü koruyup koruyamayacağını veya fiili bir bölgesel güce indirgenip indirgenmeyeceğini de belirleyecektir. Tüm bu sorular, 1 Kasım 2025'te Kıyiv'de düzenlenecek olan 'Avrupa'nın Güvenlik Sınırı: Kuzey Kafkasya' başlıklı uluslararası konferansta ele alınacak."

Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu: Kırım, kendi medeniyet havzasını oluşturmuş bir merkezdi Haber

Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu: Kırım, kendi medeniyet havzasını oluşturmuş bir merkezdi

Ömer Cihad KAYA QHA Ankara Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Kuzey Kafkasya'dan Kırım'a, Balkanlardan Türkistan'a tarihten günümüze tehcir ve sürgünle yüz yüze kalan halkların yaşadığı acıları, Kuzey Kafkasya ve Kırım'ın Çarlık Rusyası'ndan günümüze geçirdiği merhaleleri, Kırım Tatar halkının yıllardır devam eden milli mücadele hareketini, Türk dünyasının birliği ve bütünlüğü için atılması gereken adımlar ile fırsatlar ve tehditleri ve Balıkesir Üniversitesi bünyesinde Türk Dünyası Hareketliliği hususunda hayata geçirilen faaliyetleri Kırım Haber Ajansına anlattı. Prof. Dr. Oğurlu; Anadolu’nun tarih boyunca göçlerle şekillenen çok katmanlı bir medeniyetin beşiği olduğuna, Kuzey Kafkasya ve Kırım’da yaşanan sürgün ve tehcirlerin sistematik olarak halkları yerinden etme, asimilasyon ve insansızlaştırmaya zorladığına, Kırım’ın dönemin Türk dünyasının entelektüel bir merkezi olduğuna, İsmail Bey Gaspıralı gibi sembol şahsiyetlerin bu bağlamda önemli bir görevi ifa ettiğine ve Türk dünyasında iş birliği faaliyetlerinin büyük bir potansiyel barındırdığına dikkat çekti. Alanı olan İdare Hukuku'nun yanında pek çok dil ve lehçeye olan hakimiyeti ve bu yöndeki çalışmaları, Balkanlardan Türkistan'a Türk ve İslam dünyasına dair meselelerdeki entelektüel birikimi ve Türk akademisine hizmetleriyle tanınan Balıkesir Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Yücel Oğurlu, bu hususlardaki kıymetli değerlendirmelerini Kırım Haber Ajansı Başeditörü Ömer Cihad Kaya ile yaptığı kapsamlı söyleşide dile getirdi. "ANADOLU HER ZAMAN MEDENİYETLERİN BEŞİĞİ OLDU" Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Anadolu topraklarının geçmişten bugüne geçirdiği tarihi süreci ele aldığı değerlendirmesinde, “Anadolu coğrafyası, tarih boyunca sürekli göç almış, medeniyetlerin beşiği olmuş bir yer. Sümerlerden Akatlara ve Elamlara kadar birçok halkla bağlantılı, sürekli bir hercümerç yaşamış bir coğrafyadan bahsediyoruz. Hititlerden Urartulara kadar birçok kavim bu topraklarda yaşadı. Kimileri başka halkları kendi içinde eritti, kimileri zamanla farklı formlarda yeniden ortaya çıktı. Anadolu, insanlık tarihî boyunca hep bir merkez oldu.” ifadelerini kullandı. Bununla birlikte Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinin bilinen tarihten önce gerçekleştiğini ve bölgeyle temasının daha erken tarihlere tekabül ettiğini ifade eden Oğurlu, “1071 tarihinden önce Peçenekler, Uzlar ve Kumanların bugünkü Marmara’dan Doğu Karadeniz’e kadar birçok bölgeye yerleştiğini biliyoruz. Bugün de izlerini Doğu Avrupa’dan Anadolu’ya kadar takip edebiliyoruz. Türklerin Anadolu'yu vatan tutmasından sonra resmî tarih olarak 1071 diye başlatacak olursak o zamandan bu yana yaklaşık bin yıllık dönem içerisinde bu coğrafyaya sığmayan Osmanlı-Türk varlığı, bütün Balkanlara ve bütün Orta Doğu'ya, Afrika'ya kadar geniş bir sahaya hükmetmiş. Geniş bir coğrafyada hâkim olan ve adaletle yöneten bir kavim olarak coğrafyada hükmünü sürmüş. İhtişamlı dönemleri olmuş. Ancak iç çekişmelerin arttığı, bilimin terk edildiği dönemlerde hem kültürel hem ekonomik olarak çöküş yaşanmış. Bütün iktisat tarihçileri de benzer şeyleri söylüyor. Bilim tarihi de bize bunu gösteriyor”  dedi. “TEHCİRLER, SÜRGÜNLER VE KATLİAMLAR BİRBİRİNDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ” Rektör Prof. Dr. Oğurlu, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı’nın çeşitli bölgelerinde yaşanan savaşların ardından Anadolu’ya büyük zorunlu göçlerin yaşandığını hatırlatarak, "1850’lerden itibaren, özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) döneminde Balkanlardan, Kırım’dan ve Kafkasya’dan Anadolu’ya ciddi bir göç dalgası yaşandı. Bu göçler, Anadolu’nun hem kültürel hem demografik yapısını yeniden şekillendirdi. Bu süreç, bir anlamda medeniyet döngüsünün bir parçasıydı. Tabii bu göç büyük bir kuşağı ilgilendiriyor. Müslüman Türklerin hinterlandını oluşturan, hem kültür anlamında hem de insani anlamda çok verimli olan coğrafyadan tehcir yani zoraki bir göçle Anadolu'ya çekilmek zorunda kalıyorlar. Balkanlardan Türklerin çekilmesi, aslında Osmanlı Devleti'nin ciğerlerinin sökülmesi gibi bir şey. Yani bu derecede vahim bir tablo” şeklinde konuştu. Kırım, Kafkasya ve Balkanlardan yaşanan büyük göçlerin tarihsel boyutuna dikkat çekerek, bu olayları birbirinden bağımsız düşünmenin mümkün olmadığını ifade eden Oğurlu, “Tarihî olarak Kırım’daki tehciri, Kafkasya’daki sürgünü anlamadan Bosna Hersek’te neden böyle bir zulme maruz kalındığını anlayamazsınız. Avrupa’nın göbeğinde 250 bin insanın öldürüldüğü, 50 bin kadının tecavüze uğradığı bir vahşetin kökenlerini ancak tarihî bulmacanın tüm parçalarını yerine koyarsanız çözebilirsiniz” şeklinde ifade etti. “ZULMÜN MİLLETİ OLMAZ” Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Oğurlu, Rus ve Osmanlı arşivlerine dayanan verilerle birlikte bakıldığında; Kuzey Kafkasya’dan 1,5 milyon, Balkanlardan en az 1,5 milyon ve Kırım’dan da yaklaşık 1,5 milyon insanın tehcire zorlandığına ulaşıldığını söyledi. Bununla birlikte Mora İsyanı sırasında bir anda 30-40 bin kişinin katledildiğini anımsatan Oğurlu, insanlık tarihinin hülasasının; acı, kan ve gözyaşı olduğunu ifade etti. Özellikle, Kafkasya bölgesindeki Rus Çarlığının ortaya koyduğu sürgün ve soykırıma dikkat çeken Oğurlu, “Bu çok üzüntü verici bir gerçek. İnsan olarak baktığınızda acı, yalnızca Türklerin, Müslümanların değil; kim olursa olsun, hangi halk olursa olsun, aynı şekilde üzüntü duymamız gerekir. Zulmün milleti olmaz. Kimin başına gelirse gelsin, bu hepimizin ortak acısıdır. Kafkasya bölgesindeki tehcir, o coğrafyaya büyük bir kayıp yaşattı. Mesela Kuzeybatı Kafkasya bölgesinde tek amaç vardı o da; insansızlaştırmaydı. Adigelerin, Karaçayların köyleri tamamen boşaltıldı ve az sayıda da olsa Çeçen, Oset ve Dağıstanlıların boşalttığı yerlere, Hristiyan Slav Kozaklar yerleştirildi" dedi. “Bu bir yerleşim hareketi değil bir koloni hareketiydi" diyen Oğurlu, Çarlık Rusyası’nın 1864 sonrası Kafkasya’ya bir daha çıkmamak üzere yerleşme hedefiyle hareket ettiğini söyledi. Çarlık ordularının bölgeye yaklaşık 200 yılda tamamen hâkim olduğunu ifade eden Oğurlu, özellikle dağlık bölgede İmam Şamil'in direnişinin son bulmasıyla sürecin hızlandığını vurguladı. “RUSYA, İNSANLARI KİMLİKSİZLEŞTİRMEYE ÇALIŞTI” Oğurlu, Çarlık ve Sovyet dönemlerinde uygulanan dil ve göç politikalarının halkları kimliklerinden koparmayı amaçladığını ifade etti. Oğurlu, Sovyetler Birliği'nin Türkçeyi sistemli olarak geri plana ittiğini, yerine Rusçayı baskın dil hâline getirdiğini belirtti. Oğurlu, “Rusça bugün bölgede lingua franca olmuşsa, bu tamamen bilinçli ve resmî bir politikanın sonucudur ” şeklinde vurgu yaptı. Çeçenistan ve Dağıstan başta olmak üzere Kuzey Kafkasya’da sadece dış tehcirin değil iç göçün de yaşandığını aktaran Oğurlu, “Biz tabi Kuzey Kafkasya bölgesinden tehciri biliyoruz. Ama bir de Kuzey Kafkasya'nın içinde iç göç yaşatılmıştır. Mesela Çeçenistan ve Dağıstan bölgesinin hemen hemen tamamında köylerin yerleri değiştirilmiştir. Bölgelerin yerleri değiştirilmiştir. Halklar, kendi öz topraklarından farklı gerekçelerle (sel, deprem, vs.) gönderilmiştir. İnsanlar, aynı Kırım Tatarlarında olduğu gibi gecenin bir yarısı başka yerlere götürülüp bırakılmıştır. Bunun örnekleri çok fazla. Özellikle Dağıstan'da bu çok yaşanmış... Bu bir karıştırma ve asimilasyonu kolaylaştırma veya direnci kırmanın yollarından birisi. Bir psikolojik savaş yöntemiydi” ifadelerini kullandı. “KIRIM, TÜRK DÜNYASININ ENTELEKTÜEL MERKEZİYDİ” Kırım’ın tarihsel süreçte yaşadıklarının “apayrı bir facia” olarak görülmesi gerektiğini vurgulayan Oğurlu, bölgenin hem tarihî hem kültürel açıdan Türk-İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden birisi olduğunu ifade etti. Oğurlu, “Kırım, en fazla işgale maruz kalan bölgedir. 1552 yılı Altın Ordu'nun yıkılmasından itibaren Tatarların, kuzeyde Kazan Tatarlarının güneyde Kırım Hanlığının yine Kafkasya bölgesinde Astrahan Tatarlarının yaşadığı zulüm birbirine çok benzer. Çok hızlı bir şekilde toprakları işgal edilmeye çalışılıyor. Ve o işgal sonrasında da yok edilmeye çalışılıyor. Mesela Nogay Türkleri üzerinde İngiliz topları deneniyor. Çarlık döneminde günde 4 bin kişinin öldürüldüğünden bahsediyorlar. Bu korkunç bir şey... Henüz silahla tanışmamış olan, belki hâlâ ok ve kılıç düzeninde olan insanlara karşı siz ateşli silahları deniyorsunuz. Çoluk çocuk yok ediyorsunuz. Bunlar yaşandı” dedi. “KIRIM, KENDİ MEDENİYET HAVZASINI OLUŞTURMAYI BAŞARMIŞ” "Bildiğiniz üzere, Kafkasyalılar dışında Türkiye’ye gelen herkese Tatar demişler. Yani Türkiye'ye bir Özbek de gelse bir Uygur da gelse Tatar diyecekler. Tatarları biliyorlar sadece. Ve Tatarları neden bu kadar iyi biliyorlar? Çünkü Kırım bölgesi kendi medeniyet havzasını oluşturmayı başarmış. Yani bir taraftan güneyden İstanbul'dan fikir olarak beslenmiş. Diğer taraftan kuzeyden yani Kazan'daki ilmî ortamdan beslenmiş” diyen Oğurlu, Kırım Hanlığı topraklarının bölgenin entelektüel merkezi olarak yükseldiğini söyledi.  Prof. Dr. Oğurlu, Kırım Türklerinin İstanbul’la entelektüel ve siyasî ilişkilerini canlı tuttuğunu ve döneminin en iyi eğitim merkezlerine öğrenci olarak gittiğini kaydederek, “Bütün Türk dünyasında en fazla eserin basıldığı yerler bakıyorsunuz. İstanbul, bir dönem Kahire, bu tarafta ise, Tiflis. Daha sonra kuzeyde Bahçesaray ve tabii ki Kazan. Yani Kazan'da basılan eserler, bütün Türk dünyasına hitap ediyor. Ve Kazan'da basılan eser İstanbul'da; İstanbul'da basılan ise Kazan'da, Bahçesaray'da ve Akmescit'te okunuyor” ifadelerini kullandı. "İSMAİL BEY GASPIRALI ÖMRÜNÜ KIRIM’A VE TÜRK DÜNYASINA VAKFETTİ" Kırım’ın Türk dünyası için özel bir önemi olduğuna vurgu yapan Oğurlu, Tercüman gazetesinin kurucusu ve Kırım Tatar aydını İsmail Bey Gaspıralı’nın çabalarının özellikle altını çizerek, “Gaspıralı ve onun arkadaşlarının yapmış olduğu mücadele, gerçekten bu işin zirvesi. Ortak Türkçe konusunda verdikleri mücadele, ailesinin tamamının bu uğurda harcadığı emek, çıkardıkları dergiler, bültenler… O ömrünü, Kırım’a ve Türk dünyasına vakfetti” değerlendirmesini yaptı. "MAYIS AYI BİR SÜRGÜN AYIDIR" 1944 yılının özellikle Türk halkları açısından bir kara dönem olduğunu vurgulayan Oğurlu, “Kırım Tatarları, Karaçay Türkleri, Ahıska Türkleri, Çeçenler… Bu halkların hepsi aynı yıl, aynı dönemde, hiçbir ayrım yapılmadan topraklarından sürüldü. Mayıs ayı tam anlamıyla bir sürgün ayı olarak düşünülebilir. Kırım Tatarlarına da aynısı yapılıyor ve arkada tek bir aile bile kalmayacak şekilde, ayrım yapılmaksızın bütün bir halk hain ilan edilerek kendi topraklarından binlerce kilometre uzağa, günler süren tren yolculuklarıyla Türkistan'nın farklı yerlerine ve Sibirya'nın farklı bölgelerine tehcir ediliyor. 'Bir insan için üç göç bir yangına bedel' denilir. Bir millet için tehcir ise korkunç bir travmadır. Kültürel hafızanın yarısının kopmasıdır. Göçmenin her zaman bir tarafı kırık kalır...” cümlelerini kullandı. "BİR TUHUM TAMAMEN YOK EDİLDİ" Aynı zamanda bir millet için tehcirin nesiller boyu sürecek bir travma olduğunu vurguladı ve “Biz bunu yaşayan halklarız. Benim büyüklerim bugün Azerbaycan ve Dağıstan'ın sınırında olan bir bölgeden gelmişler. Biz yaklaşık olarak diyebilirim ki 60-70 sene o göçün, orada arkada bıraktıklarımızın, akrabalarımızın acısını hep hissettik. Ama bizden çok daha yoğun bunu yaşayan aileler var. Mesela bütün sülale olarak bir klan ki tuhum (soy) da denir, tamamen yok oluyor” ifadelerini kullandı. Kafkasyalılar, Kırım Tatarları ve Balkan muhacirlerinin Türkiye’yi bir vatan olarak gördüğünü belirten Prof. Dr. Oğurlu şu ifadeleri kullandı: "Türkiye'deki Kafkasyalılarda, Balkan muhacirlerinde ve Kırım Tatarlarında geçmişe dair hafızayı aktarma ve anlatma isteği yoktur özellikle büyüklerde. Onlar burayı zaten yabancı bir yer olarak görmediler. Burayı ana yurt olarak gördüler. Sığınılacak asıl yer olarak gördüler, vatan olarak gördüler. Muhacirler için geçerli olan bir söz var: Vatan kaybeden, vatanın ne olduğunu, vatanın kıymetini iyi bilir. Bana bir Boşnak şunu söylemişti: Biz Boşnaklar olarak başımıza bir şey gelirse hemen Türkiye'ye gitmeyi düşünüyoruz. Sizin başınıza bir hal gelirse ne olacak? Bizim bir yerimiz yok. Bilmem farkında mısınız? Bizim Türkiye Türkleri olarak burayı savunmaktan başka bir çaremiz yok." Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Kuzey Kafkasya'dan Kırım'a, Balkanlardan Türkistan'a tarihten bu yana tehcir ve sürgünle yüz yüze kalan halkların yaşadığı acıları, Kuzey Kafkasya ve Kırım'ın Çarlık Rusyası'ndan günümüze geçirdiği merhaleleri, Gaspıralı’dan… pic.twitter.com/Aa6oxJRO3p — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) April 27, 2025 "MUSTAFA AGA BİR EFSANEDİR, ONUNLA UĞRAŞAN REJİM YIKILDI AMA O DİMDİK AYAKTA KALDI" Prof. Dr. Oğurlu, Kırım Tatar halkının millî lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu ilk defa çocukluk yıllarda dönemin gazete ve dergilerinde gördüğünü belirterek şöyle konuştu: "Mustafa Aga’nın zihnimizde önemli bir yeri var. O gerçekten efsanevi bir lider. Bir kahraman. Açlık grevi sırasında 30 kiloya kadar düşmüştü. '30 kiloluk bir ölü' diye bahsediyorlardı. Onun için gıyabi cenaze namazları kılındı. Ama o gerçekten bir efsane olarak yaşadı. Ve onunla uğraşan rejim yıkıldı; ama o yıkılmadı. O hâlâ fikirleriyle burada. Ve bana göre az konuşan, öz konuşan bir entelektüel ve hayat mücadelesinin içerisinden büyük bir tecrübe aktararak günümüze kadar taşımayı başarmış olan bir örnek şahsiyet. Onun mücadelesini iyi öğrenmek gerekir. Kafkasya için bunu söylüyoruz bence Kırım Tatarları da bunu slogan haline getirmeli: Kırım, henüz son sözünü söylemedi." Türk dünyasının, 21. yüzyılda yeniden tanımlanmakta olan küresel güç dengeleri içerisinde jeopolitik bir alan değil aynı zamanda kültürel, ekonomik ve nüfus potansiyeliyle başlı başına bir merkez hâline geldiğini bildiren Oğurlu, bu merkezin uzun yıllar boyunca üzerinde dış güçlerce kültürel, demografik ve linguistik birçok deney yapılan bir "yapboz tahtası" gibi değerlendirildiğini vurguladı.  "TÜRK DÜNYASI İÇİN BEKLEME DEĞİL HAREKET ETME ZAMANI" Prof. Dr. Yücel Oğurlu, Türk dünyasının en az 200 milyon nüfusa sahip olduğunu belirterek; coğrafi olarak Türkiye'nin 20 katı büyüklüğünde olduğunu ifade etti. Öte yandan; Türk dünyasına sadece siyasî açıdan bakılmaması gerektiğini kaydeden Oğurlu, ortada gerçek bir irade olursa ekonomiden kültüre birçok iş birliği imkanı olabileceğini vurguladı. Aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) Ekonomik Topluluğu gibi bir kuruluşun da hayal olmadığını kaydeden Oğurlu, bahsedilen coğrafyanın sadece nüfus olarak değil fiziksel ve ekonomik kapasite olarak da devasa boyutta olduğunu söyledi. Bunlara ek olarak Türk dünyasında aceleyle atılması gereken pek çok adımın olduğunu vurgulayan Oğurlu, “Ortak alfabe, ortak dil politikaları, kültürel yakınlaşma, ortak filmlerin çevrilmesi, bütün Türk dünyası okullarında Türk lehçelerinden birkaç tanesinin seçimlik dersi olarak okutulması gibi acilen atılması gereken çok sayıda adım var. Bunlar, 'hadi şimdi yapamadık, önümüzdeki 20 yılda yapalım' diyebileceğimiz işler değil. Çünkü dünya anbean değişiyor. Şu anda başka fırsatlar var ama başka imkânsızlıklar da var. Onun için her yılın, kendine göre getirmiş olduğu fırsat ve imkânlar dâhilinde değerlendirilmesi gerekir” dedi. BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ VE TÜRK DÜNYASI HAREKETLİLİĞİ Bunlara ek olarak Oğurlu röportajında, Balıkesir Üniversitesinin Türk dünyası hedefli ulusal ve uluslararası projeleri hakkında da bilgi verdi. Bu bağlamda; üniversitenin kültürel entegrasyona değer verdiğinin altını çizen Oğurlu, Balıkesir Üniversitesinin Türk dünyasından ve akraba toplulukların olduğu bölgelerden üniversitelerle çalışmalar yaptığını kaydetti. Bu amaçla kendi imkanları ile ve bağlantılı üniversitelerin imkanlarıyla bir fon oluşturulduğunu ve ortak protokoller kapsamında bir faaliyet yürütüldüğünü vurguladı.  Rektör Oğurlu, üniversitenin oluşturduğu bu model çerçevesinde, bugüne kadar 280 kişilik bir öğrenci ve akademisyen hareketliliği sağlandığını bildirdi. Oğurlu, “Öğrencilerimiz sadece uçak biletini alıyor. Geri kalan tüm ihtiyaçları; yemek, barınma, ders, kültürel gezi, ev sahibi üniversite tarafından karşılanıyor. Gelen misafir öğrencileri de biz üniversite içindeki özel yurtlarımızda ücretsiz ağırlıyoruz” şeklinde ekledi. Şu ana kadar; Özbekistan, Bosna Hersek, Moldova, Kuzey Makedonya gibi ülkelerden protokol imzalanan üniversiteler ile hareketliliğin devam ettiğini dile getirdi. Prof. Dr. Oğurlu, “Biz bu hareketliliği hızlandırmaya çalışıyoruz ve model oluşturduk ve bu modeli, diğer üniversitelerimize de aktararak bütün bu gönül coğrafyamızda her yere ulaşabileceğimiz, Türkiye'yi sevgisi olan, Türkiye'yi seven bütün coğrafyayla küçük de olsa temaslarla, iş birliğimizi büyütmeye çalışıyoruz” değerlendirmesini yaptı. Rektör cümlelerini, "Seyahat konusunu esnetecek politikalar üretmeliyiz. Mesela uzun mesafeli tren hatları geliştirebiliriz. Bugün sadece kimliğinizle Azerbaycan’a giriş yapabiliyorsunuz, Bosna Hersek ve Makedonya için de benzer uygulamalar var. Bunlar çok kıymetli adımlar. Ancak ulaşımın daha da ucuzlaması, iletişimi güçlendirecektir" ifadelerini kullandı.

Ahmed Zakayev: Ukrayna halkı, özgürlük mücadelesi örneği gösteriyor Haber

Ahmed Zakayev: Ukrayna halkı, özgürlük mücadelesi örneği gösteriyor

Ukrayna’nın başkenti Kıyiv’de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ilan edilişinin 105. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen konferansta, Rusya'nın baskılarına maruz kalan tüm halkların geleceği konuşuldu. Konferansta tarihi meselelerin yanında işgalci Rusya’nın Ukrayna'ya karşı saldırganlığı ayrıca Rusya'nın sınırları içinde ve dışında baskılara maruz kalan tüm halkların bir an evvel kurtulmaları, bağımsızlıklarına kavuşmaları yönünde görüşmeler yapıldı. Kırım Tatarlarının Milli Lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Refat Çubarov, Sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev ve Birleşik Çerkesya Konseyi Genel Başkanı Kenan Kaplan konferansta katılımcılara hitap etti. “RUSYA, İLK DARBESİNİ ÇEÇENİSTAN’A YÖNELTTİ” Son 100 yılda ilk kez Kafkasya halklarının Rusya’nın etkisi olmayan bir geleceği tartışma imkanına sahip olduğunu belirten Sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev, "Bu çok önemli bir gelişmedir. Bugün bunların Ukrayna’da yaşanmasından dolayı çok mutluyum. Ve bunlar, Rusya bağımsız bir devlete karşı saldırgan, acımasız bir savaş başlattığı için yaşanıyor. Rus saldırganlığına karşı koyan Ukrayna halkı, tüm halklara, özgürlük için nasıl mücadele edilmesi gerektiğini gösteriyor. Ancak Çeçenler bu durumda bir istisnadır. Çünkü Rusya ilk darbesini bize yöneltti. Yeltsin’in Çeçenistan’da başlattığı eylemler, Ukrayna’da bugün yaşananların başlangıcıydı. Ama o dönemde tüm dünya Çeçenistan’da yaşananları görmezden geldi. Sayısı bir milyonu biraz geçen halk içinden 300 binden fazla sivil öldü; bunların yaklaşık 42 bini çocuktu. Bizim ödediğimiz bu bedel sayesinde dünya bugün Ukraynalılara yardım etmeye başladı.” dedi. Etkinlikte Kafkasya Halkları Meclisi Başkanı Ruslan Kutaye, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin tarihi hakkında kapsamlı bilgiler verdi. Konferansta ayrıca Ukrayna milletvekilleri, ABD merkezli Jamestown Vakfı , Hudson Enstitüsü analistleri, Avrupa Parlamentosu milletvekilleri, Kuzey Kafkasya halkları ve Transkafkasya cumhuriyetlerinin temsilcileri konuşma yaptı. ???? Sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev: Ukrayna halkı, bugün özgürlük için nasıl mücadele edilmesi gerektiğini gösteriyorhttps://t.co/7O8owTy7KF pic.twitter.com/IgfaNd6nzZ — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) May 27, 2023

Refat Çubarov: Kırım’da II. Katerina’nın, Stalin’in başaramadığı şeyleri Putin yapmaya çalışıyor Haber

Refat Çubarov: Kırım’da II. Katerina’nın, Stalin’in başaramadığı şeyleri Putin yapmaya çalışıyor

Ukrayna’nın başkenti Kıyiv’de bugün, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ilan edilişinin 105. yıldönümüne ithafen uluslararası konferans düzenlendi. Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) Başkanı Refat Çubarov konferansta yaptığı konuşmada, Rusya’nın Kırım Tatar halkına karşı tarih boyunca işlediği suç eylemleri cezalandırılmadığı için şu anda işgal altındaki Kırım’da Kırım Tatar halkının yok edildiğine dikkat çekti. Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş bittikten sonra Rusya’nın tekrar Ukrayna’ya, Kırım Tatarlarına, Kafkasya halklarına, Orta Asya ve Baltık ülkelerine saldırmasını engellemek gerektiğini belirten  KTMM Başkanı Refat Çubarov, “105. kuruluş yıldönümünü bugün kaydettiğimiz Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, Kuzey Kafkasya ve Dağıstan halklarının kendi kaderini tayin etme hakkını uygulama şekli olmuştu. Rus İmparatorluğu dağıldığında birçok halk kendi geleceğini kurmaya çalıştı. Aynı girişimde Kırım Tatarları da bulundu. 1917’de Bahçesaray’da toplanan Kurultay’da Kırım Halk Cumhuriyeti ilan edilmişti. Hepimizin bildiği sebeplerden dolayı birçok halkın beklentileri boşa çıktı, çünkü bir devletten diğerine dönüşüm aşamasında emperyal güç yıkıcı hale geldi ve yerli halkların kendi bağımsız devletlerini kurmasına izin verilmedi. Tüm bunlar tarihte kalıyor, ama bu tarihten şu an yaşadığımız olaylarla bağlantılı dersleri çıkarmalıyız.” şeklinde konuştu.  ???? Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Refat Çubarov: Kırım’da II. Katerina’nın, Stalin’in başaramadığı şeyleri Putin yapmaya çalışıyor. Yeni Putinler istemiyoruzhttps://t.co/sESC2AqiA8 pic.twitter.com/POaD6QuCTr — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) May 27, 2023 “PUTİN, 2. KATERİNA, STALİN’İN YAPAMADIĞINI YAPMAK İSTİYOR” Rusya’nın yeni suçlarını engellemek için işlediği tüm suçların uygun bir şekilde cezalandırılması gerektiğine dikkat çeken Çubarov, “Biz Kırım Tatarları, Ukrayna devletinin bir parçası olarak, şu an hiç olmadığı kadar tüm medeni dünya için, saldırganlığına gerekli şekilde tepki verilmeyen devletin (Rusya) nasıl bir halkı tamamen yok edebileceğini gösteren bir örnek teşkil ediyoruz. Rusya Kırım’ı işgal ettiği 2014’ten bu yana başımıza gelenler, 2. Katerina’nın, daha sonra Stalin’in yapamadığı şeylerin devamıdır…Şimdi ise Putin bizimle uğraşıyor… Yeni Putinleri istemiyoruz.” dedi. ÇUBAROV’A NİŞAN TAKDİM EDİLDİ Konferansta Sürgündeki Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı Ahmed Zakayev, Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) Başkanı Refat Çubarov’a ise Halklararası Dostluk Nişanı'nı takdim etti.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.