Prof. Dr. Yalçın Sarıkaya: Türk milleti, geleceğini Türk dünyasında görüyor
Prof. Dr. Yalçın Sarıkaya: Türk milleti, geleceğini Türk dünyasında görüyor
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Sarıkaya, Türk dünyasının Türk dış politikasındaki yerini, Türk Devletleri Teşkilatının faaliyetlerini ve Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında Türkiye'nin ortaya koyması gereken hedeflerini Kırım Haber Ajansına değerlendirdi.
Haber Giriş Tarihi: 02.11.2023 16:47
Haber Güncellenme Tarihi: 02.11.2023 23:28
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Mustafa KOÇYEGİT QHA Ankara
Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) 10. Devlet Başkanları Zirvesi, 3 Kasım 2023 tarihinde Kazakistan'ın başkenti Astana'da gerçekleşecek. "Türk Devri" sloganıyla gerçekleştirilecek Zirve, örgütün kapsamlı gündeminin üst düzeyde tartışılması için önemli bir platform işlevi görecek.
Ev sahipliğini Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev'in üstleneceği, üye devletler Azerbaycan, Kırgızistan, Türkiye ve Özbekistan; gözlemci üyeler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkmenistan ve Macaristan devlet/hükûmet başkanlarının bir araya geleceği Zirve öncesinde, Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Sarıkaya, Türk dünyasının Türk dış politikasındaki yeri ve önemini, TDT'nin gelecek vizyonunu ve Türk dünyasının lokomotifi konumundaki Türkiye'nin yeni yüzyılında atması gereken adımları Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi.
Türkiye Cumhuriyeti için Türk dünyası, günümüz konjonktüründe; siyasal, kültürel ve jeopolitik anlamda neyi ifade ediyor?
Türkiye için neyi ifade ediyor derken; bir, bence Türkiye için şunu ifade etmeli kısmı var; bir de Türk dış politikasının cari olarak bugün Türk dünyasını nasıl algıladığı ya da Türk dış politikası için neyi ifade ettiği ve mevcut uygulanan dış politikada nasıl bir yeri olduğu konusu var. Ben ikisini birlikte içerecek biçimde cevaplamaya çalışayım. Günümüzde dünyada buhranlar var. Bugün dünya iyi bir durumda değil. Bakıyoruz, ajansınızın adını da taşıyan Kırım'ın vaziyetine ve Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa... Rusya'nın hukuk dışı uygulamaları ve işgali, Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere Batı'nın burada izlediği siyaset, Çin'in batıya doğru güç genişletmeye ya da yansıtmaya girişmesi, Türkiye'nin güneyinde adına ‘Arap Baharı’ denilen sürecin getirdiği nokta, küresel salgın ve gıda güvenliği vs. konular düşünüldüğünde; dünyada istikrara, huzura ve bir düzene ihtiyaç var. Ve bu yakın vadede çok kolay görünmüyor. Bu krizlerin her biri, maddi manevi maliyeti çok yüksek olan uzun soluklu krizler gibi görünüyor.
TÜRK DÜNYASI, JEOPOLİTİK AÇIDAN DAHA ÖNEMLİ HÂLE GELDİ
Peki Türk dünyası böyle bir dünyada nerede duruyor? Bir kere, iklim bakımından küresel ısınma zaviyesinden de düşündüğümüzde orta kuşağın çok değerlendiği bir dönemdeyiz ve Türk dünyası bu orta kuşakta yer alıyor. Doğu Balkanlardan başlarsak; Akdeniz havzası, Karadeniz Havzası, Hazar Havzası ve Hazar ötesi; bu bölgeler dünyanın kıymetli yerleri. Enerji kaynakları bakımından belki Körfez bölgesini ve Arap Yarımadası'nı ikame edecek kapasitede değil ama çok da gerisinde değil. Dolayısıyla enerji açısından da son derece zengin bir coğrafya. Bir başka yönü, insan potansiyeli bakımından genç nüfus barındırması açısından son derece önemli demografik değer arz ediyor. Bunların hepsinden daha önemlisi siyasal açıdan görece istikrarın temin edilebileceği bir coğrafya. Şu anda da çok istikrarsız değil ama görece daha da istikrarlı olabilecek bir bölge. Uzun vadede değil yakın vadede bunun sağlanabileceği bir coğrafya.
Bununla birlikte kırılganlıklar ve riskler de içeriyor. Çünkü her değerli coğrafya aynı zamanda orayı bir mücadele alanına çeviriyor. Bu bakımdan büyük güçlerin mücadele alanı içerisinde. Avrasya meselesi hep klasik jeopolitik teoriler açısından anlatılır. Bu gerçektir ve günümüzde de gerçekliğini sürdürmektedir. Sadece biraz değişmiş ve dönüşmüştür. Türk dış politikası açısından da bu önem büyük ölçüde kavranmış durumdadır. Yani şu anlattığım gerekçelerle hem Türk dünyasının Türkiye'nin yakın çevresinde olan bölgesi; Balkanlar, Kafkasya kısmı hem de Hazar ötesi artık daha fazla ilgi merkezidir. Bunu nereden anlıyoruz? Bir kere Türkiye'de kamuoyu sahiplenme düzeyi devletten tamamen bağımsız görülemez. Türkiye Cumhuriyeti devleti de aslında Türk dış politikasındaki öncelikler konusunda önemli bir değişim gösterdi. Çok değil, bundan yirmi sene öncesine baktığımızda Türk dış politikasının ana gündemini AB tam üyeliği meselesi oluşturuyordu. Tabii ki Türkiye-AB ilişkileri, 1963 Ankara Anlaşması'ndan başlayan ve karşılıklı yükümlülükleri, sorumlulukları içeren bir süreçtir. Dolayısıyla Türkiye'nin o süreçten hukuken kazanımları da vardır. Yani hukuken kazanımların kastımız nedir? Türkiye-AB ilişkilerinde, Türkiye'nin elde etmesi gereken ancak verilmemiş olan haklarını kastediyorum. Bununla birlikte üyelerinden birinin Yunanistan, bir diğerinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olduğu bir yapının ve genişlemesi oybirliğine dayanan bir yapının Türkiye'yi içine alması çok zor görünmektedir. Bunun mümkün olmadığını, o kuruluşun lokomotif ülkelerinin ifade ettiği bir ortamda Türk dış politikasının ana gündeminin Türkiye'nin AB üyeliği olması akla ziyan bir meseledir.
Elbette, Türk dış politikasında Avrupa Birliği önemli bir boyuta sahip olacaktır ancak bunun öncelikli bir konu, hele bir millî hedef gibi takdim edilmesi, bunun dışındaki hususların hepsinin tali olarak algılanması yanlıştır. Maalesef yakın zamanlara kadar bu böyle olmuştur. Daha sonra Arap Baharı sürecinde Ortadoğu heveskârlığı gündeme geldi ve yükseldi. Sonra Ortadoğu'nun aldığı vaziyet, iç karmaşa ve izlenen yanlış siyaset bu noktada Türkiye'yi de o bölgeyi de iyi bir yere getirmedi. Hepsi Türkiye'den kaynaklanan sıkıntılar değildi bunların ama bana göre Türkiye de bunlara doğru gerekli adımlarla mukabele etmedi.
"TÜRK MİLLETİ, GELECEĞİNİ TÜRK DÜNYASINDA GÖRÜYOR"
Türk dünyasına baktığımızda; bir, Türk milleti Türk dünyasıyla işbirliği istiyor. Bunu nereden anlıyoruz? Bu konuda düzenli olarak yapılmış kamuoyu araştırmaları var. Türk toplumu açık ara Türkiye'nin geleceğini Türk dünyasında görüyor. Mesela ‘kardeş ülke olarak, yakın ülke olarak kimi görüyorsunuz?’ Hatta daha renksiz sorularla ‘Türkiye sizce hangi devletlerle ittifak etmelidir?’ ve ‘Size göre Türkiye en çok hangi ülkeye yakındır?’ gibi sorulara verilen cevaplar bunları gösteriyor. Mesela Kadir Has Üniversitesinin -zannediyorum 2013 yılından itibaren- binlerce kişiyle her sene yaptığı bir dış politika kamuoyu algı araştırması var. Burada her sene Azerbaycan birinci çıkıyor. Yani en yakın ülke sıralamasında bazen Özbekistan, bazen Pakistan, bazen Gürcistan ilk sıralarda yer alıyor. Şu açıkça görülüyor ki, Türk milleti, geleceğini Türk dünyasında görüyor.
İkinci bir husus, bu sadece siyasal angajmanlar, bakış açıları ve oy verilen siyasal partilerle sınırlı bir mesele de değil. Yani toplumun genel eğilimi, isteği, orada oluşacak ilişkileri kendisi için risk içermeyen ilişkiler olarak görüyor. Geleceğini orada görmesinden kastımızın içerisinde tabii ki bir birliktelik arzusu da var ama o ölçülmüş değil. İşte şöyle bir birliktelik mi, böyle bir birliktelik mi olsun dediğinizde; insanlar siyasal birlik nedir, ekonomik birlik nedir, askeri pakt/blok nedir bunların hepsini bilerek buna cevap veriyor değil elbette. Ancak genel bir eğilim olarak bu anlayış var. Bu son derece önemli bir çıktıdır bence.
Türk dış politikası karar alıcıları açısından meseleye baktığımızda da burada önemli bir dönüşüm olduğunu görüyoruz. Mesela Kafkasya politikası açısından bakalım. Çok değil yine 2009 yılında Zürih Protokolleri meselesiyle Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde ciddi sıkıntılar ortaya çıkmıştı. Ancak bugün gelinen noktada -ben bu konularda epeydir takip eden ve çalışan bir akademisyen olarak rahatlıkla söyleyebilirim- Türkiye-Azerbaycan ilişkileri altın devrini yaşıyor. Sonra, bir askerî dayanışma ortaya çıkmış olması, 2010 anlaşması, en son Azerbaycan topraklarının işgal altından kurtarılmasından sonra imzalanan Şuşa Beyannamesi… Bütün bunlar işin rengini, algısını bütünüyle değiştirdi ve Türk dünyasını sahiplenme konusu diğer Türk devletlerine de sirayet etti. Mesela Özbekistan, Türk Devletleri Teşkilatına üye oldu. Türkmenistan gözlemci statüsünde yer aldı. Bu devletler tarafından Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınması konusu konuşuluyor. Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Türk Devleti Cumhurbaşkanı sayın Ersin Tatar Bakü'yü ziyaret ettiğinde sayın İlham Aliyev tarafından karşılandı. Çok ümitvar bir görüntü ortaya çıktı. Kazakistan'da yaşanan hadiseler, Özbekistan'da Karakalpakistan'da yaşananlar, Kazakistan'da Nursultan Nazarbayev'in görevden ayrılmasının beraberinde ortaya çıkan toplumsal gösteriler; bütün bu süreçlerde verilen tepkilere ve atılan adımlara baktığımızda en güvenilir limanın, Türk dünyasında birlik limanı olduğunu görüyoruz. 30 yıl içerisinde böyle bir noktaya gelinmesi çok kolay bir şey değil.
"TÜRK DIŞ POLİTİKASI, TÜRK DÜNYASI AÇISINDAN İLERLEME GÖSTERDİ"
Muhakkak, daha üzerinde konsensüs sağlanmayan pek çok konu var. Dilcilerimiz alfabeyi hala konuşuyorlar, Kazakistan alfabe meselesini konuşuyor, Kırgızistan konuşuyor; kararlar alınıyor ama uygulanamıyor. Birtakım problemler çıkıyor ama önemli olan şu üçüncü aktörlerin tavırlarına ilişkin takınılan tutum nasıldır? Benzer bir dil geliştirebiliyor mu? Toplumlar birbirine yakınlaşıyor mu, iktisadi ilişkiler ivme içeriyor mu? Bir atılım yapıldığı takdirde birlikte dünya ekonomisinde belirli bir noktaya gelinebilecek mi? Bunlar önemli. Bunların da gerçekleşme ihtimalini son derece yüksek görüyorum. Yine enerji bağlamında da güvenlik ilişkileri bağlamında da takip ediyoruz. Sadece bir hissiyat olarak değil bu devletlerin karar alma süreçlerindeki etkenleri de dikkate alarak söylüyorum. Dolayısıyla Türk dış politikasının da son 30-40 yılına baktığımızda Türk devletleriyle ilişkiler ve Türk dünyasına bakış açısında olumlu bir ilerleme açıkça kendisini gösteriyor.
3 Ekim 2009 tarihinde imzalanan Nahçıvan Anlaşması ile kurulan Türk Keneşi, 2021 yılında İstanbul’da düzenlenen Zirvesi'nde Türk Devletleri Teşkilatı adını alarak yeniden yapılandırıldı ve günümüzde faaliyetlerini bu şekilde gerçekleştiriyor. Türk Devletleri Teşkilatı, Türk dünyasının birlikte hareket etmesi bağlamında potansiyelini ne ölçüde gerçekleştiriyor? Türk Devletleri Teşkilatı, gelecek dönemde hangi adımları atmalıdır?
İstanbul'da Türk Devletleri Teşkilatının 8. zirvesi yapıldığında bu konudaki irade açıkça ortaya konuldu. Teşkilatın adı değişti ve sonrasında geniş kapsamlı zirve bildirgesi yayınlandı. Bir de akabinde 2040 vizyon belgesi yayınlandı. Bu işbirliğinin dünyada nerede olmasının arzu edildiği bu söylediğim iki belgenin içerisinde mündemiçtir. Bu belgelerin iyice incelenmesi gerekir. Fakat tabii bunun içinin de doldurulması gerekir. Burada iş hem akademisyenlere hem iş adamlarına hem gençliğe hem sivil toplum kuruluşlarına hem de devletlere düşecek. Ancak böyle bir iradenin ortaya konmuş olması yapılma kapasitesini, gerçekleşme kapasitesini gösteriyor.
Pek çok boyut var. Mesela medya forumları gerçekleştirildi. Medya forumları basit bir iş değildir. Türkiye'nin bir İletişim Başkanlığı var. Diğer Türk dünyası devletlerinde de buna mukabil kuruluşlar var; ajanslar var, devlet televizyonları var, özel televizyonlar var, iletişim kanalları var. Yine içerisinde sosyal medyayla ilgili hususlar var. Yani bütün buralardaki temaslar meyvelerini vermeye başladı. Farklı coğrafyalardan aynı meseleye müşterek bakış açısına bunlarla yöneleceğiz. Bu kolay bir şey değildir. Sonuçta coğrafyalar uzak, beklentiler farklı. Tarihi olarak her şeyimiz geçmişten bugüne tümüyle aynıdır diyemeyiz. Tarihi ve siyasal olaylar bizi ayırdı. Bir Sovyet tecrübesi yaşandı. Onun öncesinde Çarlık Rusya tecrübesi var. Sonra Sovyetlerin dağılmasından sonra yaşanan olaylarda da hep aynı reaksiyonu veremedik. Hatta çok yakın zaman olaylarından birisi mesela Rus uçağının düşürülmesi... Türkiye-Rusya ilişkilerinde çıkan krizde bile Türk devletlerinin bazılarının yöneticileri bunun çok tehlikeli olabileceğini düşünerek Türkiye'ye birtakım mesajlar gönderdiler. Arabuluculuklar önerdiler hatta bunu gerçekleştirdiler. Bu meseleye dahil olmak istediler. Yani her meselemizde aynı şekilde duracağımız bir ortama henüz kavuşmuş değiliz. Ancak geçtiğimiz on yıla bile baktığımızda bir standartlaşmaya doğru gidiyoruz. Yani onlar biraz adım atıyor, biz biraz adım atıyoruz ve benzer diller geliştiriyoruz, benzer söylemler geliştiriyoruz. Bu bakımdan Türk Devletleri Teşkilatı; bir kere bu devletler arasındaki iktisadi potansiyelin gerçekleştirilmesi açısından, ikincisi kültürel ilişkilerin daha da sağlam temellere oturtulması açısından, üçüncüsü turizm gibi belli başlı sektörler; tarımsal alanda işbirliği, sağlık sektöründe işbirliği gibi... Türkiye'nin görece daha avantajlı ve tecrübeli olduğu hususlarda ortaklık alanlarının ilerletilmesi bakımından son derece iyi bir yere doğru gidecek.
"ORTAK ORDU İÇİN ŞİMDİLİK ERKEN AMA İMKÂNSIZ DEĞİL"
Tabii burada akıllara bir, AB benzeri supranasyonel örgüte, teşkilata bu dönüşür mü? İki, savunma ve güvenlik boyutu içerebilir mi? Yani, Türk devletleri kendi müşterek ordularını kurar ve bu sancılı dünyada biz de bir bütünlük içerisinde varız diyebilirler mi? Bunun için biraz erken görünüyor ama bu da çok imkânsız gibi görünmüyor. Tabiî, Türkiye bir NATO üyesi. NATO’nun kurucularından sayılır. Türkiye NATO'ya ağır bir bedel ödeyerek dahil olmuş bir devlet. Türkiye'nin NATO üyesi olmakla edindiği bir takım teknik katkılar da var. Bunların da farkında. Bu konuda güvenlik alanında çalışan insanlar da bunları iyi biliyorlar. Fakat sıkıntıları da var. NATO üyesi olarak maruz kaldığı diğer NATO devletlerinden gördüğü tutumdan kaynaklı sıkıntıları da var. Bölgesel ihtiyaçlara cevap vermeyen bir ittifakın ya da çok uçlarda farklı okumaların, Türkiye'yi mecbur bırakacağı yerler istikametler olabilir. Bu açıdan da ben yine dönüp geliyorum Karabağ meselesine. Askeri olarak bir sonuç alınmış bir ilişki modeli ortaya çıktığı için diğer devletlerde de bu heyecana yol açtı. Belki Türk Devletleri Teşkilatı içinde orta vadede böyle bir perspektif söz konusu olabilir. Mesela, Karabağ’dan sonra Kırgızistan ve Tacikistan arasındaki sınır anlaşmazlıkları nedeniyle Türkiye, Kırgızistan'a SİHA tedarik etti ve bu sınırda yaşanan sıkıntılarda Kırgızistan dezavantajlı konumunu avantajlı konuma çevirme imkanına sahip oldu.
Sonra Sayın Tokayev’in, Kazakistan Cumhurbaşkanı olarak Rusya'ya karşı ifade ettiği bazı çok çarpıcı cümleler var. Mesela Belarus ile Rusya arasında kurulmuş olan özel ilişki sisteminin kendilerine teşmil edilemeyeceğini ifade etti. Hem de Putin ve Lukaşenko’nun yanında bunu ifade etti. Oysa Kazakistan, Kırgızistan gibi Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünün kurucu devletlerindendir. Sonra Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünün içinde Ermenistan'dan kaynaklanan sıkıntılara; bu devletler bilhassa Kazakistan, hem Nazarbayev döneminde hem Tokayev döneminde birkaç defa acı fren yaptırdı. Bunları belki kamuoyumuz çok iyi bilmiyor ama yani o teşkilatın içerisindeki o rolleri de son derece önemliydi. Yani iki kutuplu dönemde var olan ve sonrasında da onu çağrıştıran güvenlik yapılanmalarına bu yapıların içindeki üyeler zaman zaman reaksiyon gösteriyorlar ulusal çıkarları gereği. Bunlar artabilir. Bu nedenle yeni bir güvenlik yapılanması ihtiyacı daha görünür hale gelecektir. İşte Türk Devletleri Teşkilatı açısından da oraya varana kadar da yapılacak pek çok iş var.
Sadece, 2040 vizyon belgesindeki hususları tam kapasite icra edilse ve bu devletler tam kapasite burada ifade edilen hususlara çalışsa bile inanın AB'den geri kalmayacak bir yapı zaten ortaya çıkacak. Sadece bu zirve bildirgesi ve 2040 vizyon belgesinin içindekiler bile oldukça dolu ve kıymetli. Dediğim gibi sağlık alanından iletişim alanına kadar, güvenlik alanından terörle mücadeleye kadar pek çok husus var bunun içerisinde. Özellikle ulaştırma ve lojistik alanlarında hala sorunlarımız var. Bu devletlerin vatandaşları birbirlerinin ülkelerine kolay seyahat edebilmeliler. Ticaret erbabı, uluslararası ticareti en kolay bu devletler arasında icra edebilmeli. Örneğin, Kırgızistan'dan çıkan bir malın Türkiye sınırlarını Batı'dan aşıp Avrupa topraklarına girmesi veya Karadeniz havzasındaki diğer ülkelere ulaşması, bu devletlerin coğrafyası üzerinden ve çok kolaylıkla sağlanabilmesi gibi hala ilerlememiz gereken pek çok alan var.
Son olarak bir gelecek perspektifi çizecek olursak; Türkiye, Cumhuriyet’in 2. yüzyılında Türk dünyasına yönelik olarak hangi adımları atabilir? Bu noktada; kısa, orta ve uzun vadede hangi gerçekçi hedefleri önümüze koymalıyız?
Bence cumhuriyetin ikinci yüzyılında bir kere kafalarda birlik olmalı. Yani birlikten, bu devletlerin her birinin hükmi şahsiyetlerinin lağvedileceği ve tek bir devlet çatısı altında toplanacağını kastetmiyorum. İkinci yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti açısından bu devletlerin bir siyasal birlik seviyesine erişmesi hedeflenmelidir. Ancak bu birlikteliğin, içinde yaşayan tüm Türk varlığına huzur, refah ve istikrar getiren bir birliktelik olması gerekir. Bu da tabii güvenliğini sağlamakla, devletlerarası örgütlerle kıyaslandığı zaman rekabet edebilirliğini sağlamakla mümkündür. Bunların aşama aşama gerçekleşmesine çalışılması gerekir. Kısa vadede, orta vadede ve uzun vadede bu konular ele alınmalıdır.
Anlaşılması için basit bir örnek vereyim. Mesela biz dijitalleşmede son yıllarda bayağı iyi işler çıkardık ve e-devlet diye bir sistemimiz var. Hatta Avrupa ülkelerinden daha iyi noktalara geldik. Bugün bir Avrupa ülkesinde basit bir gayrimenkul veya otomobil alım satımı işlemi bile Türkiye’dekine kıyasla çok uzun sürüyor ve çok zor bir iş. Bizim bu e-devlet tecrübemizin, dijitalleşme tecrübemizin, bir kere o coğrafyaya yaygınlaştırılması olabilir.
Buradan bir başka örneğe geçelim. Geçtiğimiz günlerde ben haber ajanslarında rastladım. Azerbaycan'da da bu bürokratik işlemler çok sıkıntılıydı. Birkaç yıl önce Asan Hizmet diye yani kolay hizmet diye bir şey başladı. Havaalanlarında da şehirlerin belli bölgelerinde de böyle otuz tane devlet işlemi var. O işlemlerin kolaylıkla gerçekleştirilebildiği ve eski engellerin ortadan kalktığı hizmet paketi sunmuşlar. Azerbaycan'daki bu Asan Hizmet uygulamasını Özbekistan ithal ediyor. Yani onlar yararlanmış, bundan bir şeyler edinmişler. Çok hoşuma gitti. Şimdi bu içeriğin doldurulmasında kastım budur ve bu anlamda da bir şeyler gerçekleşmekte şu anda.
TÜRK ÜLKELERİ, ÖĞRENCİLER İÇİN İLK SEÇENEK OLMALI
Eğitim alanında Türkiye'nin çok ciddi bir tecrübesi var. Konuşmamızın başlangıcında bahsettik bağımsızlık sonrası süreçten sonra askeri okullar da dahil Türkiye'ye bu Türk devletlerinden öğrenciler gelmeye başladı. Sonra karşılıklı olarak Türkiye’den de diğer Türk ülkelerine eğitim görmeye gidilmeye başladı. Türk dünyasında eğitim hareketliliğini artırmak ve faydasını çoğaltmak için yapılabilecek çok şey var. Bu bağlamda şöyle bir hedef konulmalı mesela bu devletlerin öğrencileri, yükseköğrenim öğrencilerini Türkiye'yi tercih etmeleri diğer devletlerle kıyaslandığında açık ara önde olmalı. Mesela Kırgızistan Türkü yükseköğrenim öğrencilerinin ilk tercihi hala Rusya. Yani Rusya Federasyonu’nda öğrenim gören Kırgız öğrenciler, Türkiye'de öğrenim gören Kırgız öğrencilerin belki altı yedi katıdır. Yani rakamsal olarak şu 2022-2023 eğitim öğretim yılındaki sayıları bilmediğim için net bir oran söyleyemiyorum ama kat kat fazlası. İşte orada Rusça kolaylığı, erişim kolaylığı, seyahat kolaylığı var. Mesela bu bir hedeftir, hem de bana göre kısa vadeli bir hedeftir. Bu devletlerin öğrencileri, sadece Türkiye'de değil; birbirlerinde yüksek öğrenim görme oranları, TDT dışındaki devletlerde öğrenim görme oranından çok yüksek olmalı. Burada seviye teknik olarak belirlenmelidir. Yani şu rakama erişilmeli, yüzde şu kadar olmalı gibi teknik olarak belirlenebilir.
TİCARET ALANINDA İKİLİ HEDEFLERİN YANINDA BÜTÜNCÜL HEDEFLER DE YER ALMALI
Başka nasıl hedefler olmalıdır? Mesela dış ticaret rakamları. Hem uluslararası iktisat hem uluslararası ilişkiler alanındaki devletler arasındaki ilişkilerin ticari boyutlarının incelendiği çalışmalarda baktığımız ülke grupları var. Mesela Ortadoğu ve Afrika bir grup olarak, AB ve Avrupa bir grup olarak, Amerikalılar bir grup olarak bir de Orta Asya ve Kafkasya diye gruplandırılır. Burada TDT ülkeleri ayrıca gruplandırılıp hedefler konmalıdır. Mesela bizim toplam dış ticaret hacmimizin içerisinde Türk Devletleri Teşkilatı üyesi devletlerle yapılan ticaretin payı yüzde 30 ya da 40 seviyesine gelmeli gibi bir hedef konulabilir. Şu anda çok geride. Yalnızca her bir devletle ikili ticari ilişkilerde rakamlar veriliyor ancak konu bütüncül olarak ele alınmalı. Mesela özellikle devlet başkanlarının ikili görüşmelerinde, zirvelerinde; ‘önümüzdeki yıl toplam dış ticaret hacmimizi şuraya çıkaracağız yada on yıl içerisinde 10 milyar dolara çıkaracağız’ gibi ifadeler kullanılıyor ama total olarak bakılmalı. Tüm Türk Devletleri Teşkilatı üyesi devletlerin her birinin dış ticaret partnerleri ülke grupları açısından tasnif edildiğinde TDT öncelikli olmalı ve hedef şu kadar olmalı gibi net bir hedef konmalı. İkinci yü yılda bunun çok önemli olduğunu ve bunun da ikinci yüzyılın ortalarına falan bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yaklaşık olarak 2040 gibi vizyon belgesinin olduğu ve hedef tayin ettiği yılı esas alarak söylüyorum, 2040 gibi bu işlerin aşılması gerekiyor.
Sonra bizim yeni ulaşım ve iletişim hatlarına ihtiyacımız var. Trans Hazar projeleri 2018'de Hazar Konvansiyonu ile çözüldü ama ondan sonra inşa edilemedi. Çünkü Rusya, Hazar'ın altından yeni boru hatlarına veya üstünden birtakım faaliyetlere pek taraftar değil. Ama gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu coğrafya bizim coğrafyamız. Hazar Konvansiyonu’nun verdiği imkanlar -ki, Rusya da imzacı ve taraftır- ölçüsünde Trans Hazar projelerinin hem hidrokarbon kaynakların taşınması açısından hem de belki kara yolu, demir yolu gibi ulaşım alanları açısından hedef ortaya konularak gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Tabi bunların sayısını arttırabiliriz. Yeni iletişim hattı, yeni yollar dediğimizde işin içine çok fazla şey giriyor. Ancak burada perspektif önemli. Perspektif bu coğrafya içerisindeki jeopolitik hatlarda bunların inşa edilmesi perspektifi. Dolayısıyla bizim Cumhuriyet’in 150. yılında bu coğrafyada inşaat alanındaki, iletişim alanındaki, sağlık alanındaki, adalet alanındaki, terörle mücadele alanındaki, savunma ve güvenlik alanındaki tecrübelerimizin önemli kısmını burada hayata geçirebilmiş olmamız lazım.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Prof. Dr. Yalçın Sarıkaya: Türk milleti, geleceğini Türk dünyasında görüyor
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Sarıkaya, Türk dünyasının Türk dış politikasındaki yerini, Türk Devletleri Teşkilatının faaliyetlerini ve Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında Türkiye'nin ortaya koyması gereken hedeflerini Kırım Haber Ajansına değerlendirdi.
Mustafa KOÇYEGİT
QHA Ankara
Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) 10. Devlet Başkanları Zirvesi, 3 Kasım 2023 tarihinde Kazakistan'ın başkenti Astana'da gerçekleşecek. "Türk Devri" sloganıyla gerçekleştirilecek Zirve, örgütün kapsamlı gündeminin üst düzeyde tartışılması için önemli bir platform işlevi görecek.
Ev sahipliğini Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev'in üstleneceği, üye devletler Azerbaycan, Kırgızistan, Türkiye ve Özbekistan; gözlemci üyeler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkmenistan ve Macaristan devlet/hükûmet başkanlarının bir araya geleceği Zirve öncesinde, Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Sarıkaya, Türk dünyasının Türk dış politikasındaki yeri ve önemini, TDT'nin gelecek vizyonunu ve Türk dünyasının lokomotifi konumundaki Türkiye'nin yeni yüzyılında atması gereken adımları Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi.
Türkiye Cumhuriyeti için Türk dünyası, günümüz konjonktüründe; siyasal, kültürel ve jeopolitik anlamda neyi ifade ediyor?
Türkiye için neyi ifade ediyor derken; bir, bence Türkiye için şunu ifade etmeli kısmı var; bir de Türk dış politikasının cari olarak bugün Türk dünyasını nasıl algıladığı ya da Türk dış politikası için neyi ifade ettiği ve mevcut uygulanan dış politikada nasıl bir yeri olduğu konusu var. Ben ikisini birlikte içerecek biçimde cevaplamaya çalışayım. Günümüzde dünyada buhranlar var. Bugün dünya iyi bir durumda değil. Bakıyoruz, ajansınızın adını da taşıyan Kırım'ın vaziyetine ve Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa... Rusya'nın hukuk dışı uygulamaları ve işgali, Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere Batı'nın burada izlediği siyaset, Çin'in batıya doğru güç genişletmeye ya da yansıtmaya girişmesi, Türkiye'nin güneyinde adına ‘Arap Baharı’ denilen sürecin getirdiği nokta, küresel salgın ve gıda güvenliği vs. konular düşünüldüğünde; dünyada istikrara, huzura ve bir düzene ihtiyaç var. Ve bu yakın vadede çok kolay görünmüyor. Bu krizlerin her biri, maddi manevi maliyeti çok yüksek olan uzun soluklu krizler gibi görünüyor.
TÜRK DÜNYASI, JEOPOLİTİK AÇIDAN DAHA ÖNEMLİ HÂLE GELDİ
Peki Türk dünyası böyle bir dünyada nerede duruyor? Bir kere, iklim bakımından küresel ısınma zaviyesinden de düşündüğümüzde orta kuşağın çok değerlendiği bir dönemdeyiz ve Türk dünyası bu orta kuşakta yer alıyor. Doğu Balkanlardan başlarsak; Akdeniz havzası, Karadeniz Havzası, Hazar Havzası ve Hazar ötesi; bu bölgeler dünyanın kıymetli yerleri. Enerji kaynakları bakımından belki Körfez bölgesini ve Arap Yarımadası'nı ikame edecek kapasitede değil ama çok da gerisinde değil. Dolayısıyla enerji açısından da son derece zengin bir coğrafya. Bir başka yönü, insan potansiyeli bakımından genç nüfus barındırması açısından son derece önemli demografik değer arz ediyor. Bunların hepsinden daha önemlisi siyasal açıdan görece istikrarın temin edilebileceği bir coğrafya. Şu anda da çok istikrarsız değil ama görece daha da istikrarlı olabilecek bir bölge. Uzun vadede değil yakın vadede bunun sağlanabileceği bir coğrafya.
Bununla birlikte kırılganlıklar ve riskler de içeriyor. Çünkü her değerli coğrafya aynı zamanda orayı bir mücadele alanına çeviriyor. Bu bakımdan büyük güçlerin mücadele alanı içerisinde. Avrasya meselesi hep klasik jeopolitik teoriler açısından anlatılır. Bu gerçektir ve günümüzde de gerçekliğini sürdürmektedir. Sadece biraz değişmiş ve dönüşmüştür. Türk dış politikası açısından da bu önem büyük ölçüde kavranmış durumdadır. Yani şu anlattığım gerekçelerle hem Türk dünyasının Türkiye'nin yakın çevresinde olan bölgesi; Balkanlar, Kafkasya kısmı hem de Hazar ötesi artık daha fazla ilgi merkezidir. Bunu nereden anlıyoruz? Bir kere Türkiye'de kamuoyu sahiplenme düzeyi devletten tamamen bağımsız görülemez. Türkiye Cumhuriyeti devleti de aslında Türk dış politikasındaki öncelikler konusunda önemli bir değişim gösterdi. Çok değil, bundan yirmi sene öncesine baktığımızda Türk dış politikasının ana gündemini AB tam üyeliği meselesi oluşturuyordu. Tabii ki Türkiye-AB ilişkileri, 1963 Ankara Anlaşması'ndan başlayan ve karşılıklı yükümlülükleri, sorumlulukları içeren bir süreçtir. Dolayısıyla Türkiye'nin o süreçten hukuken kazanımları da vardır. Yani hukuken kazanımların kastımız nedir? Türkiye-AB ilişkilerinde, Türkiye'nin elde etmesi gereken ancak verilmemiş olan haklarını kastediyorum. Bununla birlikte üyelerinden birinin Yunanistan, bir diğerinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olduğu bir yapının ve genişlemesi oybirliğine dayanan bir yapının Türkiye'yi içine alması çok zor görünmektedir. Bunun mümkün olmadığını, o kuruluşun lokomotif ülkelerinin ifade ettiği bir ortamda Türk dış politikasının ana gündeminin Türkiye'nin AB üyeliği olması akla ziyan bir meseledir.
Elbette, Türk dış politikasında Avrupa Birliği önemli bir boyuta sahip olacaktır ancak bunun öncelikli bir konu, hele bir millî hedef gibi takdim edilmesi, bunun dışındaki hususların hepsinin tali olarak algılanması yanlıştır. Maalesef yakın zamanlara kadar bu böyle olmuştur. Daha sonra Arap Baharı sürecinde Ortadoğu heveskârlığı gündeme geldi ve yükseldi. Sonra Ortadoğu'nun aldığı vaziyet, iç karmaşa ve izlenen yanlış siyaset bu noktada Türkiye'yi de o bölgeyi de iyi bir yere getirmedi. Hepsi Türkiye'den kaynaklanan sıkıntılar değildi bunların ama bana göre Türkiye de bunlara doğru gerekli adımlarla mukabele etmedi.
"TÜRK MİLLETİ, GELECEĞİNİ TÜRK DÜNYASINDA GÖRÜYOR"
Türk dünyasına baktığımızda; bir, Türk milleti Türk dünyasıyla işbirliği istiyor. Bunu nereden anlıyoruz? Bu konuda düzenli olarak yapılmış kamuoyu araştırmaları var. Türk toplumu açık ara Türkiye'nin geleceğini Türk dünyasında görüyor. Mesela ‘kardeş ülke olarak, yakın ülke olarak kimi görüyorsunuz?’ Hatta daha renksiz sorularla ‘Türkiye sizce hangi devletlerle ittifak etmelidir?’ ve ‘Size göre Türkiye en çok hangi ülkeye yakındır?’ gibi sorulara verilen cevaplar bunları gösteriyor. Mesela Kadir Has Üniversitesinin -zannediyorum 2013 yılından itibaren- binlerce kişiyle her sene yaptığı bir dış politika kamuoyu algı araştırması var. Burada her sene Azerbaycan birinci çıkıyor. Yani en yakın ülke sıralamasında bazen Özbekistan, bazen Pakistan, bazen Gürcistan ilk sıralarda yer alıyor. Şu açıkça görülüyor ki, Türk milleti, geleceğini Türk dünyasında görüyor.
İkinci bir husus, bu sadece siyasal angajmanlar, bakış açıları ve oy verilen siyasal partilerle sınırlı bir mesele de değil. Yani toplumun genel eğilimi, isteği, orada oluşacak ilişkileri kendisi için risk içermeyen ilişkiler olarak görüyor. Geleceğini orada görmesinden kastımızın içerisinde tabii ki bir birliktelik arzusu da var ama o ölçülmüş değil. İşte şöyle bir birliktelik mi, böyle bir birliktelik mi olsun dediğinizde; insanlar siyasal birlik nedir, ekonomik birlik nedir, askeri pakt/blok nedir bunların hepsini bilerek buna cevap veriyor değil elbette. Ancak genel bir eğilim olarak bu anlayış var. Bu son derece önemli bir çıktıdır bence.
Türk dış politikası karar alıcıları açısından meseleye baktığımızda da burada önemli bir dönüşüm olduğunu görüyoruz. Mesela Kafkasya politikası açısından bakalım. Çok değil yine 2009 yılında Zürih Protokolleri meselesiyle Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde ciddi sıkıntılar ortaya çıkmıştı. Ancak bugün gelinen noktada -ben bu konularda epeydir takip eden ve çalışan bir akademisyen olarak rahatlıkla söyleyebilirim- Türkiye-Azerbaycan ilişkileri altın devrini yaşıyor. Sonra, bir askerî dayanışma ortaya çıkmış olması, 2010 anlaşması, en son Azerbaycan topraklarının işgal altından kurtarılmasından sonra imzalanan Şuşa Beyannamesi… Bütün bunlar işin rengini, algısını bütünüyle değiştirdi ve Türk dünyasını sahiplenme konusu diğer Türk devletlerine de sirayet etti. Mesela Özbekistan, Türk Devletleri Teşkilatına üye oldu. Türkmenistan gözlemci statüsünde yer aldı. Bu devletler tarafından Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınması konusu konuşuluyor. Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Türk Devleti Cumhurbaşkanı sayın Ersin Tatar Bakü'yü ziyaret ettiğinde sayın İlham Aliyev tarafından karşılandı. Çok ümitvar bir görüntü ortaya çıktı. Kazakistan'da yaşanan hadiseler, Özbekistan'da Karakalpakistan'da yaşananlar, Kazakistan'da Nursultan Nazarbayev'in görevden ayrılmasının beraberinde ortaya çıkan toplumsal gösteriler; bütün bu süreçlerde verilen tepkilere ve atılan adımlara baktığımızda en güvenilir limanın, Türk dünyasında birlik limanı olduğunu görüyoruz. 30 yıl içerisinde böyle bir noktaya gelinmesi çok kolay bir şey değil.
"TÜRK DIŞ POLİTİKASI, TÜRK DÜNYASI AÇISINDAN İLERLEME GÖSTERDİ"
Muhakkak, daha üzerinde konsensüs sağlanmayan pek çok konu var. Dilcilerimiz alfabeyi hala konuşuyorlar, Kazakistan alfabe meselesini konuşuyor, Kırgızistan konuşuyor; kararlar alınıyor ama uygulanamıyor. Birtakım problemler çıkıyor ama önemli olan şu üçüncü aktörlerin tavırlarına ilişkin takınılan tutum nasıldır? Benzer bir dil geliştirebiliyor mu? Toplumlar birbirine yakınlaşıyor mu, iktisadi ilişkiler ivme içeriyor mu? Bir atılım yapıldığı takdirde birlikte dünya ekonomisinde belirli bir noktaya gelinebilecek mi? Bunlar önemli. Bunların da gerçekleşme ihtimalini son derece yüksek görüyorum. Yine enerji bağlamında da güvenlik ilişkileri bağlamında da takip ediyoruz. Sadece bir hissiyat olarak değil bu devletlerin karar alma süreçlerindeki etkenleri de dikkate alarak söylüyorum. Dolayısıyla Türk dış politikasının da son 30-40 yılına baktığımızda Türk devletleriyle ilişkiler ve Türk dünyasına bakış açısında olumlu bir ilerleme açıkça kendisini gösteriyor.
3 Ekim 2009 tarihinde imzalanan Nahçıvan Anlaşması ile kurulan Türk Keneşi, 2021 yılında İstanbul’da düzenlenen Zirvesi'nde Türk Devletleri Teşkilatı adını alarak yeniden yapılandırıldı ve günümüzde faaliyetlerini bu şekilde gerçekleştiriyor. Türk Devletleri Teşkilatı, Türk dünyasının birlikte hareket etmesi bağlamında potansiyelini ne ölçüde gerçekleştiriyor? Türk Devletleri Teşkilatı, gelecek dönemde hangi adımları atmalıdır?
İstanbul'da Türk Devletleri Teşkilatının 8. zirvesi yapıldığında bu konudaki irade açıkça ortaya konuldu. Teşkilatın adı değişti ve sonrasında geniş kapsamlı zirve bildirgesi yayınlandı. Bir de akabinde 2040 vizyon belgesi yayınlandı. Bu işbirliğinin dünyada nerede olmasının arzu edildiği bu söylediğim iki belgenin içerisinde mündemiçtir. Bu belgelerin iyice incelenmesi gerekir. Fakat tabii bunun içinin de doldurulması gerekir. Burada iş hem akademisyenlere hem iş adamlarına hem gençliğe hem sivil toplum kuruluşlarına hem de devletlere düşecek. Ancak böyle bir iradenin ortaya konmuş olması yapılma kapasitesini, gerçekleşme kapasitesini gösteriyor.
Pek çok boyut var. Mesela medya forumları gerçekleştirildi. Medya forumları basit bir iş değildir. Türkiye'nin bir İletişim Başkanlığı var. Diğer Türk dünyası devletlerinde de buna mukabil kuruluşlar var; ajanslar var, devlet televizyonları var, özel televizyonlar var, iletişim kanalları var. Yine içerisinde sosyal medyayla ilgili hususlar var. Yani bütün buralardaki temaslar meyvelerini vermeye başladı. Farklı coğrafyalardan aynı meseleye müşterek bakış açısına bunlarla yöneleceğiz. Bu kolay bir şey değildir. Sonuçta coğrafyalar uzak, beklentiler farklı. Tarihi olarak her şeyimiz geçmişten bugüne tümüyle aynıdır diyemeyiz. Tarihi ve siyasal olaylar bizi ayırdı. Bir Sovyet tecrübesi yaşandı. Onun öncesinde Çarlık Rusya tecrübesi var. Sonra Sovyetlerin dağılmasından sonra yaşanan olaylarda da hep aynı reaksiyonu veremedik. Hatta çok yakın zaman olaylarından birisi mesela Rus uçağının düşürülmesi... Türkiye-Rusya ilişkilerinde çıkan krizde bile Türk devletlerinin bazılarının yöneticileri bunun çok tehlikeli olabileceğini düşünerek Türkiye'ye birtakım mesajlar gönderdiler. Arabuluculuklar önerdiler hatta bunu gerçekleştirdiler. Bu meseleye dahil olmak istediler. Yani her meselemizde aynı şekilde duracağımız bir ortama henüz kavuşmuş değiliz. Ancak geçtiğimiz on yıla bile baktığımızda bir standartlaşmaya doğru gidiyoruz. Yani onlar biraz adım atıyor, biz biraz adım atıyoruz ve benzer diller geliştiriyoruz, benzer söylemler geliştiriyoruz. Bu bakımdan Türk Devletleri Teşkilatı; bir kere bu devletler arasındaki iktisadi potansiyelin gerçekleştirilmesi açısından, ikincisi kültürel ilişkilerin daha da sağlam temellere oturtulması açısından, üçüncüsü turizm gibi belli başlı sektörler; tarımsal alanda işbirliği, sağlık sektöründe işbirliği gibi... Türkiye'nin görece daha avantajlı ve tecrübeli olduğu hususlarda ortaklık alanlarının ilerletilmesi bakımından son derece iyi bir yere doğru gidecek.
"ORTAK ORDU İÇİN ŞİMDİLİK ERKEN AMA İMKÂNSIZ DEĞİL"
Tabii burada akıllara bir, AB benzeri supranasyonel örgüte, teşkilata bu dönüşür mü? İki, savunma ve güvenlik boyutu içerebilir mi? Yani, Türk devletleri kendi müşterek ordularını kurar ve bu sancılı dünyada biz de bir bütünlük içerisinde varız diyebilirler mi? Bunun için biraz erken görünüyor ama bu da çok imkânsız gibi görünmüyor. Tabiî, Türkiye bir NATO üyesi. NATO’nun kurucularından sayılır. Türkiye NATO'ya ağır bir bedel ödeyerek dahil olmuş bir devlet. Türkiye'nin NATO üyesi olmakla edindiği bir takım teknik katkılar da var. Bunların da farkında. Bu konuda güvenlik alanında çalışan insanlar da bunları iyi biliyorlar. Fakat sıkıntıları da var. NATO üyesi olarak maruz kaldığı diğer NATO devletlerinden gördüğü tutumdan kaynaklı sıkıntıları da var. Bölgesel ihtiyaçlara cevap vermeyen bir ittifakın ya da çok uçlarda farklı okumaların, Türkiye'yi mecbur bırakacağı yerler istikametler olabilir. Bu açıdan da ben yine dönüp geliyorum Karabağ meselesine. Askeri olarak bir sonuç alınmış bir ilişki modeli ortaya çıktığı için diğer devletlerde de bu heyecana yol açtı. Belki Türk Devletleri Teşkilatı içinde orta vadede böyle bir perspektif söz konusu olabilir. Mesela, Karabağ’dan sonra Kırgızistan ve Tacikistan arasındaki sınır anlaşmazlıkları nedeniyle Türkiye, Kırgızistan'a SİHA tedarik etti ve bu sınırda yaşanan sıkıntılarda Kırgızistan dezavantajlı konumunu avantajlı konuma çevirme imkanına sahip oldu.
Sonra Sayın Tokayev’in, Kazakistan Cumhurbaşkanı olarak Rusya'ya karşı ifade ettiği bazı çok çarpıcı cümleler var. Mesela Belarus ile Rusya arasında kurulmuş olan özel ilişki sisteminin kendilerine teşmil edilemeyeceğini ifade etti. Hem de Putin ve Lukaşenko’nun yanında bunu ifade etti. Oysa Kazakistan, Kırgızistan gibi Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünün kurucu devletlerindendir. Sonra Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünün içinde Ermenistan'dan kaynaklanan sıkıntılara; bu devletler bilhassa Kazakistan, hem Nazarbayev döneminde hem Tokayev döneminde birkaç defa acı fren yaptırdı. Bunları belki kamuoyumuz çok iyi bilmiyor ama yani o teşkilatın içerisindeki o rolleri de son derece önemliydi. Yani iki kutuplu dönemde var olan ve sonrasında da onu çağrıştıran güvenlik yapılanmalarına bu yapıların içindeki üyeler zaman zaman reaksiyon gösteriyorlar ulusal çıkarları gereği. Bunlar artabilir. Bu nedenle yeni bir güvenlik yapılanması ihtiyacı daha görünür hale gelecektir. İşte Türk Devletleri Teşkilatı açısından da oraya varana kadar da yapılacak pek çok iş var.
Sadece, 2040 vizyon belgesindeki hususları tam kapasite icra edilse ve bu devletler tam kapasite burada ifade edilen hususlara çalışsa bile inanın AB'den geri kalmayacak bir yapı zaten ortaya çıkacak. Sadece bu zirve bildirgesi ve 2040 vizyon belgesinin içindekiler bile oldukça dolu ve kıymetli. Dediğim gibi sağlık alanından iletişim alanına kadar, güvenlik alanından terörle mücadeleye kadar pek çok husus var bunun içerisinde. Özellikle ulaştırma ve lojistik alanlarında hala sorunlarımız var. Bu devletlerin vatandaşları birbirlerinin ülkelerine kolay seyahat edebilmeliler. Ticaret erbabı, uluslararası ticareti en kolay bu devletler arasında icra edebilmeli. Örneğin, Kırgızistan'dan çıkan bir malın Türkiye sınırlarını Batı'dan aşıp Avrupa topraklarına girmesi veya Karadeniz havzasındaki diğer ülkelere ulaşması, bu devletlerin coğrafyası üzerinden ve çok kolaylıkla sağlanabilmesi gibi hala ilerlememiz gereken pek çok alan var.
Son olarak bir gelecek perspektifi çizecek olursak; Türkiye, Cumhuriyet’in 2. yüzyılında Türk dünyasına yönelik olarak hangi adımları atabilir? Bu noktada; kısa, orta ve uzun vadede hangi gerçekçi hedefleri önümüze koymalıyız?
Bence cumhuriyetin ikinci yüzyılında bir kere kafalarda birlik olmalı. Yani birlikten, bu devletlerin her birinin hükmi şahsiyetlerinin lağvedileceği ve tek bir devlet çatısı altında toplanacağını kastetmiyorum. İkinci yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti açısından bu devletlerin bir siyasal birlik seviyesine erişmesi hedeflenmelidir. Ancak bu birlikteliğin, içinde yaşayan tüm Türk varlığına huzur, refah ve istikrar getiren bir birliktelik olması gerekir. Bu da tabii güvenliğini sağlamakla, devletlerarası örgütlerle kıyaslandığı zaman rekabet edebilirliğini sağlamakla mümkündür. Bunların aşama aşama gerçekleşmesine çalışılması gerekir. Kısa vadede, orta vadede ve uzun vadede bu konular ele alınmalıdır.
Anlaşılması için basit bir örnek vereyim. Mesela biz dijitalleşmede son yıllarda bayağı iyi işler çıkardık ve e-devlet diye bir sistemimiz var. Hatta Avrupa ülkelerinden daha iyi noktalara geldik. Bugün bir Avrupa ülkesinde basit bir gayrimenkul veya otomobil alım satımı işlemi bile Türkiye’dekine kıyasla çok uzun sürüyor ve çok zor bir iş. Bizim bu e-devlet tecrübemizin, dijitalleşme tecrübemizin, bir kere o coğrafyaya yaygınlaştırılması olabilir.
Buradan bir başka örneğe geçelim. Geçtiğimiz günlerde ben haber ajanslarında rastladım. Azerbaycan'da da bu bürokratik işlemler çok sıkıntılıydı. Birkaç yıl önce Asan Hizmet diye yani kolay hizmet diye bir şey başladı. Havaalanlarında da şehirlerin belli bölgelerinde de böyle otuz tane devlet işlemi var. O işlemlerin kolaylıkla gerçekleştirilebildiği ve eski engellerin ortadan kalktığı hizmet paketi sunmuşlar. Azerbaycan'daki bu Asan Hizmet uygulamasını Özbekistan ithal ediyor. Yani onlar yararlanmış, bundan bir şeyler edinmişler. Çok hoşuma gitti. Şimdi bu içeriğin doldurulmasında kastım budur ve bu anlamda da bir şeyler gerçekleşmekte şu anda.
TÜRK ÜLKELERİ, ÖĞRENCİLER İÇİN İLK SEÇENEK OLMALI
Eğitim alanında Türkiye'nin çok ciddi bir tecrübesi var. Konuşmamızın başlangıcında bahsettik bağımsızlık sonrası süreçten sonra askeri okullar da dahil Türkiye'ye bu Türk devletlerinden öğrenciler gelmeye başladı. Sonra karşılıklı olarak Türkiye’den de diğer Türk ülkelerine eğitim görmeye gidilmeye başladı. Türk dünyasında eğitim hareketliliğini artırmak ve faydasını çoğaltmak için yapılabilecek çok şey var. Bu bağlamda şöyle bir hedef konulmalı mesela bu devletlerin öğrencileri, yükseköğrenim öğrencilerini Türkiye'yi tercih etmeleri diğer devletlerle kıyaslandığında açık ara önde olmalı. Mesela Kırgızistan Türkü yükseköğrenim öğrencilerinin ilk tercihi hala Rusya. Yani Rusya Federasyonu’nda öğrenim gören Kırgız öğrenciler, Türkiye'de öğrenim gören Kırgız öğrencilerin belki altı yedi katıdır. Yani rakamsal olarak şu 2022-2023 eğitim öğretim yılındaki sayıları bilmediğim için net bir oran söyleyemiyorum ama kat kat fazlası. İşte orada Rusça kolaylığı, erişim kolaylığı, seyahat kolaylığı var. Mesela bu bir hedeftir, hem de bana göre kısa vadeli bir hedeftir. Bu devletlerin öğrencileri, sadece Türkiye'de değil; birbirlerinde yüksek öğrenim görme oranları, TDT dışındaki devletlerde öğrenim görme oranından çok yüksek olmalı. Burada seviye teknik olarak belirlenmelidir. Yani şu rakama erişilmeli, yüzde şu kadar olmalı gibi teknik olarak belirlenebilir.
TİCARET ALANINDA İKİLİ HEDEFLERİN YANINDA BÜTÜNCÜL HEDEFLER DE YER ALMALI
Başka nasıl hedefler olmalıdır? Mesela dış ticaret rakamları. Hem uluslararası iktisat hem uluslararası ilişkiler alanındaki devletler arasındaki ilişkilerin ticari boyutlarının incelendiği çalışmalarda baktığımız ülke grupları var. Mesela Ortadoğu ve Afrika bir grup olarak, AB ve Avrupa bir grup olarak, Amerikalılar bir grup olarak bir de Orta Asya ve Kafkasya diye gruplandırılır. Burada TDT ülkeleri ayrıca gruplandırılıp hedefler konmalıdır. Mesela bizim toplam dış ticaret hacmimizin içerisinde Türk Devletleri Teşkilatı üyesi devletlerle yapılan ticaretin payı yüzde 30 ya da 40 seviyesine gelmeli gibi bir hedef konulabilir. Şu anda çok geride. Yalnızca her bir devletle ikili ticari ilişkilerde rakamlar veriliyor ancak konu bütüncül olarak ele alınmalı. Mesela özellikle devlet başkanlarının ikili görüşmelerinde, zirvelerinde; ‘önümüzdeki yıl toplam dış ticaret hacmimizi şuraya çıkaracağız yada on yıl içerisinde 10 milyar dolara çıkaracağız’ gibi ifadeler kullanılıyor ama total olarak bakılmalı. Tüm Türk Devletleri Teşkilatı üyesi devletlerin her birinin dış ticaret partnerleri ülke grupları açısından tasnif edildiğinde TDT öncelikli olmalı ve hedef şu kadar olmalı gibi net bir hedef konmalı. İkinci yü yılda bunun çok önemli olduğunu ve bunun da ikinci yüzyılın ortalarına falan bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yaklaşık olarak 2040 gibi vizyon belgesinin olduğu ve hedef tayin ettiği yılı esas alarak söylüyorum, 2040 gibi bu işlerin aşılması gerekiyor.
Sonra bizim yeni ulaşım ve iletişim hatlarına ihtiyacımız var. Trans Hazar projeleri 2018'de Hazar Konvansiyonu ile çözüldü ama ondan sonra inşa edilemedi. Çünkü Rusya, Hazar'ın altından yeni boru hatlarına veya üstünden birtakım faaliyetlere pek taraftar değil. Ama gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu coğrafya bizim coğrafyamız. Hazar Konvansiyonu’nun verdiği imkanlar -ki, Rusya da imzacı ve taraftır- ölçüsünde Trans Hazar projelerinin hem hidrokarbon kaynakların taşınması açısından hem de belki kara yolu, demir yolu gibi ulaşım alanları açısından hedef ortaya konularak gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Tabi bunların sayısını arttırabiliriz. Yeni iletişim hattı, yeni yollar dediğimizde işin içine çok fazla şey giriyor. Ancak burada perspektif önemli. Perspektif bu coğrafya içerisindeki jeopolitik hatlarda bunların inşa edilmesi perspektifi. Dolayısıyla bizim Cumhuriyet’in 150. yılında bu coğrafyada inşaat alanındaki, iletişim alanındaki, sağlık alanındaki, adalet alanındaki, terörle mücadele alanındaki, savunma ve güvenlik alanındaki tecrübelerimizin önemli kısmını burada hayata geçirebilmiş olmamız lazım.
EN ÇOK OKUNANLAR